Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
Üstadımızın ifadeleriyle “Muhabbet, şu kâinatın varlığının bir sebebidir, hem şu kainatın (zerre zerre, kürre kürre) râbıtasıdır (birbirine bağlayan bir bağıdır); hem şu kainatın nurudur, hem hayatıdır.” Muhabbet böyle olduğu gibi, On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamı Besmeleye dair Üçüncü Sırr’ında ifade edildiği üzere: “Şu hadsiz kâinatı şenlendiren bilmüşahede RAHMET’tir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, apaçık şekilde bilinmektedir ki, yine RAHMET’tir. Ve bu hadsiz ihtiyaçlar içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden âşikârdır ki, yine RAHMET’tir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle ve imkanları ile meyvesine yöneldiği gibi, bütün kâinatı insana yönelten ve her tarafta ona baktıran ve yardımına koşturan apaçıktır ki, RAHMET’tir. Ve bu hadsiz fezayı boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, müşâhede ile sâbittir ki, RAHMET’tir. Ve bu fâni insanı ebede namzed eden, Ezelî e Ebedî bir ZÂT’a muhatap eden ve dost yapan, bedâhetle ortadadır ki, RAHMET’tir.
“Ey insan! Madem RAHMET böyle kuvvetli, câzibedar sevimli ve mededkâr bir sevimli hakikattır. Öyleyse, Bismillahirrahmanirrahim de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan (herşeyden korkma, ürkme ve yalnızlık çekmeden) ve hadsiz ihtiyaçların elemlerinden kurtul. Ve o Ezel ve Ebed Sultanının tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle, şefaatiyle ve şualarıyla o Sultan’a muhatap, halil ve dost ol!”
İşte Hz. Süleyman Aleyhisselam, Saba Kraliçesi Belkıs’e gönderdiği mektubuna Bismillahirrahmanirrahim ile başladı ve sonra da şöyle dedi: “Bana karşı kibirlenmeyin, itaat ve teslimiyet göstererek bana gelin” (Neml Suresi, 25-30 âyetler) dedi.
Mülk ve melekût konusunda büyük mazhariyet sahibi olan Hz. Süleyman Aleyhisselam, Belkıs daha huzuruna gelmeden onun meşhur tahtını yanına getirmek istedi: Cinlerden mağrur ve iddiacı bir İFRİT; ‘Ben, dedi, ‘sen makamından kalkmadan onu sana getiririm. Benim onu taşımaya gücüm yeter, hem de zâyi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin bir kişiyim. Ama nezdinde kitaptan ilim olan zat da: ‘Ben, sen gözünü açıp kapamadan onu getirebilirim.’ der demez, Süleyman, Kraliçenin tahtının yanı başında durduğunu görünce, ‘Bu, Rabbimin lütuflarındandır. Bu, ben şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye beni sınamak içindir. Şükreden, sadece kendi lehine olarak şükreder. Nankörlük eden ise bilmelidir ki, Rabbim onun şükründen müstağnidir, şükrüne ihtiyacı yoktur, ihsan ve keremi boldur.” (27/ 39-40)
Belkıs’ın tahtının getirilmesinde, ledün ilmine mazhar veya celb ilmini bilen zâtın mazhar olduğu bir veya birkaç Güzel İlâhî isim olabilir. Bunlar Allah, Rahman ve Rahîm isimleri olabilir. Besmele zaten bunlardan meydana gelmektedir. Âyette geçen ‘tarf’ kelimesi, bakış mânasına geldiği gibi, görüntü mânasına da gelmektedir. Bu durumda âyet-i kerime, ‘Ben sana onu, gözünü açıp kapamadan getirebilirim” mânasına geleceği gibi “Görüntü sana ulaşmadan önce ben sana onu getiririm” anlamına da gelir. Görüntünün ışık hızıyla ulaştığı hatırlanacak olursa, âyetin mânâsı, “Ben sana onu ışıktan daha hızlı getiririm.” demek olur. Buradan da ışık hızından daha fazla hızların ve hızlıların bulunduğu da anlaşılır. Bilim dilinde bunlara TACYONLAR denilir…
İbn-i Mesud’a göre, Hz. Süleyman Aleyhisselam'a tahtı İfrit’ten daha hızlı olarak getireceğini söyleyen Hızır Aleyhisselam'dır. İbn-i Abbas’ın meşhur görüşüne göre ise, Hz. Süleyman Aleyhisselam'ın veziri Âsaf bin Berhiya’dır ki, sıddık idi. Dua edildiğinde Allah’ın kabul edeceği İsm-i Âzamı bilmekteydi. Hz. Süleyman Aleyhisselam'ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermiştir. Fahreddin Râzî ise, bu zâtın Hz. Süleyman Aleyhisselamın bizzat kendisi olduğunu bir çok cihetten uygun bulmuştur.
Muhyiddin İbn-i Arabî, Belkıs’in tahtının getirilmesiyle ilgili olarak: “Âsaf tahtın yapısında değişiklik yaptı da, onu bulunduğu yerde bırakıp, - her an meydana gelmekte olan YENİDEN YARATILMAK’ta olunduğunu bilen kimselerden başkasının aklının eremeyeceği bir şekilde - Hz. Süleyman Aleyhisselam'ın yanında meydana getiriverdi. Mevcut olduğu an, yok olup kaybolduğu ânın aynı idi. İkisi bir anda idi ve Âsaf’ın sözü zamanda fiilin aynı idi. Zira kâmil veliden çıkan söz, yüce Allah’ın ‘Kün’ yani ‘Ol’ sözü yerindedir. Bu tahtın oluşumu konusu, en zor konulardandır. Ancak bahsettiğimiz meydana getirme ve yerinde bırakmayı idrak eden kimseler müstesnâ, ne bulunduğu yerden başka yere taşındı ve ne de yeryüzü onun için dürüldü veya yarıldı.” demektedir. Muhyiddin İbn-i Arabî’nin, “Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe etmektedir.” (Kâf /15) âyetinden anladığı YENİ BİR YARATILIŞ konusu, son zamanlarda, Descartes felsefesine kadar geçmiş bir görüş, bir nazariyedir.
Yeni ve sürekli yaratılış konusunda, fizikçi İbrahim Gülsoy, kendisinin ortaya koyduğu Şuur Kesikliği Teorisi’nde, kainatın sürekli yaratılıp yok edildiğini, alternatif akımda saniyede 50-60 defa oluşan akım yönünün değişimi (yanıp-sönme) gibi varlıktan-yokluğa ve yokluktan-varlığa bir gidiş-geliş söz konusu olduğunu söylüyor. Ayrıca bu oluşumların formüllerini de veriyor…