HARUN TOKAK
Evlatlarım! Mezarımızın Vatanımızda Olmaması Sizi Üzmesin
Büyük Kur’an alimi Suat Yıldırım Hocamız, geçtiğimiz günlerde “Çağın Bir Şahidinden” adıyla yayınlanan hatırat kitabına çocukluğunun efsunlu dünyasına saklanmış hatıraları ile başlıyor.
İlkokulu bitirinceye kadar kaldığı köydeki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor.
Babası, annesi, kardeşleri, komşuları, kuyuları, dut ağacı var anılarında.
Bir çocuğun çevresindeki herkes, her şey var.
Hepimizin çocukluğundan tanıdığı bu duyguları kitabında öyle canlı anlatıyor ki tek başımıza gidemeyeceğimiz bir mazinin içine adeta bizi bırakıveriyor.
“Doğduğum iki katlı müstakil evimizi hatırlıyorum.” diyor.
“Dokuz, on yaşlarımda iken havuza düşen kız kardeşim Selma’yı ayaklarından tutarak çıkardığımı da…”
Evin avlusundaki tulumba kuyusunu anlatırken, “Ağır ağır su çekerek kardeşlerimle, babama abdest aldırdığımızı hatırlıyorum.” diyor. “Komşular gelir kaplarını doldururdu. Yeterli ve içimi güzel soğuk bir suydu. Küçük bahçedeki dut ağacımız bolca meyve verirdi. O yıllarda ilçede elektrik yoktu. Petrol lambası ile aydınlanırdık. Gece karanlıkta yatardık.”
Bir keresinde bir mutasarrıf kızı olan annesi Seniha Hanım lambanın şişesini temizlerken kırmış. Annesi bundan dolayı uzunca ağlayıp gözyaşı dökmüş. Babasının da o sıra iş durumu biraz iyi gitmiyormuş.
“Beş kuruş etmeyen bir şişe için annemin uzunca ağladığını unutmayıp ben de hala üzülürüm.” diyor.
Anne Seniha Hanım o çileli hayata daha fazla tahammül edemiyor ve 1955 yılında vefat ediyor.
Ah o analar…
Kalbimizde daim yanan bir kor, sol yanımızda sürekli bir sızı olan analarımız…
Gün yüzü görmeden çilelerle göçüp gittiler bu dünyadan.
Geçmişte yaşadığımız anılar aslında geleceğe yazılmış mektuplar gibidir.
Bizi biz yapan biraz da çocukluğumuzda yaşadıklarımızdır.
Çocukluk anılarımız, içimizde hiç sönmeyen bir ışık gibi ömür boyu bizi takip eder.
O ışık saftır, temizdir.
Bizim karanlık dünyamızı o dupduru ışık aydınlatır.
İçimizdeki bütün ışıklar söndüğünde o bize hep gülümser.
Çocukluk anıları geçmişe tuttuğu kadar geleceğe de güçlü bir ışık tutar.
Suat Hoca’mızın yaşadığı saf ve temiz çocukluğu onun bütün bir hayatını biçimlendirmiş.
Risale-i Nur’larla tanıştıktan sonra yatağını bulmuş aydınlık bir su gibi daha bir coşkun hale gelmiş.
Ankara İlahiyat’ta okurken zarif insan Fikret Sönmez’le tanışması hayatının dönüm noktası olmuş.
Suat Yıldırm Hocamız, üniversiteyi bitirdikten sonra Edirne’ye müftü olarak tayin oluyor.
Kader ağlarını örüyor ve burada Hocaefendi ile aynı evde kalıyor.
O mütevazı ev altı ay boyunca ay ve güneşin komşuluğuna sahne oluyor.
Bir ömür boyu sürecek kutlu yolculuk bu mütevazı evde başlıyor.
Suat Hoca’mız, ülkede 1960 darbesinin ağır baskısının sürdüğü bir dönemde seküler bir şehir olan Edirne’de daha 23 yaşında genç bir müftüdür. O Türkiye’nin ilahiyat mezunu ilk müftüsüdür. Yumuşak huylu, halim selimdir.
Lakin temsil ettiği değerin farkındadır.
Onurludur.
İzzetini korumasını bilir.
Göreve başladığı günlerin birinde Emniyet Müdürlüğü’nden bir polis geliyor ve ‘‘Müdür Bey sizi çağırıyor.” diyor.
Bir pusula yazarak o polisin eline tutuşturur;
‘‘Sayın Müdür Bey, beni çağırmışsınız. Benim sizinle konuşacak bir meselem yok. Sizin bir meseleniz varsa Müftülük’teyim, buyurun, bekliyorum.'’
O sakin bir güçtür.