Merhum Sâlih Özcan Ağabey, “Üstad Hazretlerinin Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şualar gibi kitapları olmasaydı bile Lâhikaları yeterdi.” demişti. M. Fethullah Gülen Hocaefendi de “Lâhikalar da olmasaydı, Üstad Hazretlerinin o dimdik duruşu yeterdi.” dedi.
Zira Cumhuriyetin başında dine karşı çok ters bir tavır alındı. Dini öğreten bütün kaynaklar kapatıldı; medrese, tekke, zâviye ne varsa âdeta kurutuldu. Birilerinin, sırf din ve dindarlar aleyhine kanun çıkartarak tezgahladığı Menemen olayı gibi benzer olaylarla mürşit ve rehberler sindirildi.
Rejimin hiç şakası yoktu; insanlar derhal idama gönderiliyordu. Ama Everest tepesi gibi dimdik ayakta duran bir zât vardı, o da Bediüzzaman Hazretleriydi. Sarığından bile taviz vermedi… Esas derdi yani İman problemini teşhis edip bütün çalışmalarını onun üzerine yoğunlaştırdı. İnanç problemini halletmeden hiçbir problem çözüme ulaşamazdı.
Yazdığı muhteşem eserlerle her şeyden önce iman ve Kur’an hizmetine başladı… Hapislere ve sürgünlere hiç önem vermedi. O ihtişamlı dik duruş, diğer mürşid ve rehberlere de örnek oldu. Zaten dinin kaynaklarını kurutmak isteyenler de her şeyi ve herkesi bırakıp onun ve talebelerinin peşine düştüler.
Şarktaki büyük olaya sebep olanların yakınlarını bile bir müddet sonra serbest bırakıp hatta müftülük gibi görevler bile verirken ona hiçbir hak tanımadılar; sadece ya hapis ya sürgünle mecburî ikametler… O ise hiç yılmadan yazmaya ve örnek olmaya devam etti… Hapislerin ve mahkemelerin bile ilânât olduğunu, bu duyuru ve tanıtma ile insanların iman hakikatlarını anlatıp neşreden eserlere ve kitaplara yöneleceklerini söyledi.
Hatta, sömürgecilerin İslam Dünyasını dünyadan kopartmak için, “Türkiye lâik oldu, dinden çıktı, İslâmiyeti terketti; artık Türkiye’yi ve Türkleri unutun.” şeklindeki telkinlere karşı, Bediüzzaman Hazretleri bu mahkemelerin Âlem-i İslâma, “Hayır, Türkiye’de çok güçlü İslâmî bir faaliyet var. Müslümanlık bitmedi, onun kahraman müdâfileri dimdik ayakta duruyor!..” mesajını verdiği için hayırlı olduğunu, mahkemelerin devam etmesinin hikmetlerinden bahsetti… Bugün eğer, Diyanet, Kur’an Kursları, İmam Hatipler ve İlahiyatlar ve İslami cematler varsa, bütün bunlar Bediüzzaman engelinin aşılamadığından dolayıdır. Eğer onun dik duruşu aşılabilseydi, bunların hiçbirisinden söz etmek mümkün olamazdı. Aynen Sovyetler dönemindeki Müslüman milletlerin başına gelenler de bizim başımıza gelecekti…
Günümüze gelince, insanlık varıp bir çıkmaza dayandı. Orijinalliklerini kaybettikleri için diğer semavî dinlerin söyleyeceği pek fazla bir şey kalmadı… Semavî dinlerden sadece İslamiyetin esasları orijinal şekliyle ayakta duruyor. İnsanlık ister istemez, Kur’an ve İslâmiyete yönelecek. Bunu önlemek için İslam düşmanları kendilerince akıllıca, ürkütücü ve korkutucu radikal selefi anlayışları körüklediler, normal yaşayışa sahip Müslümanların içine bile endişe ve korku saldılar.
Bunlar devam ederken, insanlığın gözleri Türkiye’ye çevrildi… Siyasî İslamı temsil ettiğini söyleyenler, görüntüleriyle bunları gösterenler bir iktidar oldu. Öbür taraftan dünya çok büyük yolsuzluklara, gayr-i Müslim dünyada bile görülmeyen haksızlıklara, adaletsizliklere şâhit oldu ama ne Diyanetten, ne İlâhiyatlardan, ne de İslâmî cemaatlerden en ufak bir itiraz çıkmadı, hatta İslâmiyete asla uymayan bu yanlışlıkları alkışlarcasına bir tavır takınıldı. Dünya şaşırıp kaldı. Tek kurtuluş İslamiyet görülürken böyle şaşırtıcı bir şey yaşanıyordu…
Ama bütün bunlara karşı dimdik ayakta duran ve bu yanlışlıklara asla taviz vermeyen M. Fethullah Gülen Hocaefendiyi dünya bu münasebetle iyice tanımış oldu. Şimdi harıl harıl onun hayatı ve eserleri incelenmeye başlandı. Bu süreç, dayanılmaz işkenceleri, cendereleriyle beraber böyle güzel bir ilânat ve duyuru ile de zulüm ambalajlarından ve cevirlerden de cebrî lütuflar doğurdu. İnşallah bunun ne mânâya geldiğini de çok geçmeden göreceğiz….