Etyen Mahçupyan'ın Karar Gazetesi'nde kaleme aldığı işte o yazı:
Daha öncekilerle birlikte ele alındığında, Kızılay’daki bomba eylemi ‘terör’ kelimesi ile ifade edilebilecek aşamanın geçildiğini söylüyor. Karşımızda halkı çaresiz, karamsar ve güvencesiz hissettirme peşinde olan ‘kör’ bir terör faaliyeti yok. Stratejisi olan sistematik bir savaşın taktiksel hamleleri var. Cenevre toplantısından hemen önce, Nusaybin ve Yüksekova’da yarı savaş haline girilmişken, Başbakan ve eşi bölgede ‘yara sararken’ gerçekleşen bu cinayet basit bir mesaj içeriyor: ‘İşler sizin sandığınız gibi olmayacak ve siz bizim merkezimize girdiğiniz ölçüde biz de sizinkine gireceğiz...’
Bu fevri bir karşı koyma değil. PKK ile bilumum sol şiddet örgütlerinin oluşturduğu Halkların Birleşik Devrim Hareketi zaten bu tür eylemlerin düzenli ve sistematik olması hedefini güdüyor. Bu birlikteliğin anakronik bir intihar ideolojisinden beslendiği, ‘hayatı’ ölümde bulan bir psikolojinin çok kolay öldüreceği açık… Bu işbirliği zemininin çoktan kotarılmış olduğunu, son eylemin bir ‘mühürleme’ işlevi gördüğünü varsayabiliriz. Ancak bu terör ‘kurumsallaşması’ olmasa bile, Suriye ve çevresinde at koşturan istihbarat ağlarının PKK’ya istediğinden fazla destek sunduğunu biliyoruz.
Kızılay’daki toplu cinayet gündemle ilgili yorumlanmaya müsait. Örneğin Meclis’teki fezlekelerin kabulünü ve dokunulmazlıkların kaldırılmasını teşvik ediyor. Kürtleri dışarıda bırakan bir ‘milliliği’ tahrik ediyor. Ayrıca hayatın hiç de Başbakan’ın işaret ettiği türden bir bahara yönelmediğini hatırlatıyor. Barışın bir ‘yenilgi’ olduğunu düşünenlerin, barış ihtimali belirdiğinde savaşı zorlaması şaşırtıcı değil.
Öte yandan daha gerçekçi bir yorum bu olayın gündemden bağımsız olarak sahneye konduğu ve bundan sonra da belirli bir süreklilik arz edeceği varsayımına dayanmak zorunda. PKK gündeme müdahil olma değil, gündem yaratma, dahası gündem ‘olma’ peşinde.
Cumhurbaşkanı taziye mesajında şöyle diyordu: “Terör örgütleri ve onları maşa olarak kullananlar, güvenlik güçleriyle yaptıkları mücadeleleri kaybettikçe en ahlaksız, en vicdansız yollara başvurarak masum vatandaşlarımızı hedef almaktadırlar.” Doğru bir tespit... Ama aynı zamanda terörün bitmeyeceğinin de belirtisi. Çünkü yine Erdoğan’ın haklı olarak ifade etiği üzere “ Devletimiz… meşru müdafaa hakkını kullanmaktan asla vazgeçmeyecektir.” Mesele şu ki devlet PKK’nın mücadeleyi kaybetmesi için elinden geleni yapıyor, ama PKK da mücadeleyi kaybettikçe teröre meylediyor. Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın mesajındaki “Terör dize getirilecektir” temennisi nasıl gerçekleşecek?
Gerçeklikten kaçarak ne çözüm ne de barış üretebiliriz. Suriye’de öngörülebilir ve istikrar vadeden bir gelecek ihtimali ortaya çıkana dek, PKK etkili bir aktör olmayı sürdürecek. Böyle bir gelecek ihtimali ne kadar gecikirse o kadar avantajlı olacak, çünkü bölgeye daha iyi yerleşecek ve büyük aktörleri kendisine destek vermek durumunda bırakacak. Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’deki kaotik halin düzelmesi açısından belirgin bir etkisi yok. Türkiye bu olayda bağımlı bir değişken… Ama aynı zamanda bağımsız değişkenleri güçlü bir biçimde etkileme şansı olan bir aktör.
Türkiye bu olayı ancak ABD ile çözebilir. Neye razı olduğumuz ortaya konmalı, bu çizgi güçlü bir biçimde sahiplenilmeli, ancak bu sonucu elde etmenin karşılığı olarak esnek davranmaya da hazır olunmalı. Türkiye, ABD’nin Rusya’ya gereğinden fazla mahkum olmasının yarattığı rahatsızlığı giderecek ve tüm aktörleri yeni tercihlere zorlayacak bir adım atabilir. Sonuçta terör anında bitmeyebilir, ama getirisi ve siyasi işlevi biter.