Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, ‘Cumhurbaşkanı, MİT Müsteşarı’nın istifasından sonra Silahlı Kuvvetler’le ittifak arayışına girdi. Ama eğer TSK’ya yönelik bir komplo varsa kumpas varsa, bunun siyasî sorumluluğu iktidara aittir. İktidar o hâkimleri, savcıları meslekten ihraç etmekle bu işten kurtulamaz.’ ifadelerini kullandı.
Suriye’ye savaşçı sevk eden emekli tuğgeneral kim?
Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral Pekin’in asker-siyaset ilişkileri konusunda ezber bozan bir bakış açıcı var. ‘Kimse bizi eleştirmediği için her şeyi doğru yaptığımızı sanıyoruz.’ diyen Pekin’e göre soğuk savaştan sonra malzeme almak dışında hiçbir şey yapmayan TSK’nın kurumsal anlamda yeniden dizayn edilmesi gerek. Pekin’in Silahlı Kuvvetler’e yönelik eleştirileri bununla sınırlı değil. ‘Uludere’de yanlış istihbarat kimden gelirse gelsin sorumluluk TSK’ya aittir.” diyor. Suriye krizi ve çözüm sürecinde MİT’e biçilen tehlikeli bulan Pekin “İstihbaratın görevi başka bir ülkede harekât yürütmek değildir. Emekli bir tuğgeneral kurduğu şirket aracılığı ile Suriye’ye savaşçı gönderiyor.” sözleriyle de nokta atışı yaptı.
Belki de Silahlı Kuvvetler tarihinin en açık sözlü komutanısınız. TSK’nın kurumsal yapısını çok sert eleştiriyorsunuz. Silah arkadaşlarınızdan tepki gelmiyor mu?
Hayır, silah arkadaşlarımdan olumsuz bir tepki almadım. Sadece bir arkadaşım, bir komutanın ‘şu aşamada bu kadar açık eleştiri yapmamamı’ istediğini söyledi. Emekli bir orgeneralimiz de, bir toplantıda bana, terfilerde komutan eşlerinin etkisi olduğunu söylediğim için “Sana çok kızgınız. Aydınlık gazetesi alıyoruz ama seni okumuyoruz. Vatan Partisi’ne oy vereceğiz ama senin için değil.” dedi. Şu anki komuta kademesiyle de görüştüm, onlardan da olumsuz tepki gelmedi. TSK’nın eleştiriye ihtiyacı var, çünkü kapalı bir toplum. Kimse eleştirilmediği için her yaptığımız şeyi doğru sanıyoruz.
TSK’yı hangi konularda eleştiriyorsunuz? TSK neyi yanlış yaptı ya da yapıyor?
TSK, Soğuk Savaş’tan bu yana malzeme alımı dışında bir şey yapmadı. Bütün dünya orduları değişti ama Silahlı Kuvvetler aynı kaldı. Oysa değişen tehditlere karşı TSK’yı yeni baştan dizayn etmemiz gerekirdi. ‘Daha az maliyetle bu ülkeyi nasıl savunuruz?’ diye uğraşacağımız yerde ülke sorunları ile uğraştık. Oysa ülke sorunlarıyla uğraşmak hükümetlerin, sivil iktidarların işi… Silahlı Kuvvetler çok büyük bir enstrüman, özellikle diplomatik anlamda. Ama Türkiye, şu an bu konumda değil. Silahlı Kuvvetler sadece savaşta kullanılmaz. Bu en son seçenektir. Caydırıcı olursanız, daha az maliyetle hedefe ulaşırsınız. Mesela geminizi bir yerlere gönderir, o varlığınızı bir enstrüman olarak kullanırsınız. Mesela Akdeniz’de denizaltı çok önemlidir, çünkü uzaydan göremezsiniz, gönderirsiniz orada kalır. Ama düşünün ki denizaltılarımızda karaya atılacak füzeler bile yok. Bunlarla uğraşmamız gerekirken başka şeylerle uğraştık.
‘Başka şeylerle uğraştık’ derken siyaseti mi kastediyorsunuz?
Evet, siyaseti kastediyorum. İrtica geliyor dedik, başka şeyler söyledik. Üstelik bunları toplum içinde, bağıra bağıra söyledik. Oysa bunların söyleneceği yerler bellidir. MGK’dır, askerî şûradır, başbakan ve cumhurbaşkanı ile yapılan görüşmelerdir. Şunu görmemiz lazım; bu ülkede yaşayan herkes en az asker kadar bu ülkeyi seviyor.
Bu sözü bir komutanın ağzından duymak çok şaşırtıcı…
Ama gerçekten öyle… Askerin görevi en az maliyetle ülkenin savunmasını en iyi şekilde yapmaktır. Biz bunu yapamadık. Bunu yapamadığımız için bizden hesap sorulması gerekirdi. Mesela ABD’de genelkurmay başkanı çıkıyor, askerî harcamalarla ilgili parlamento komisyonuna hesap veriyor. Bizde de bu harcamaların denetlenmesi, mutlaka kontrol edilmesi gerekir. Ama olmuyor.
Ama TSK sivil denetime karşı çıkıyor…
Çünkü askerle sivil arasında çatışma var. Bu çatışma bizi yanlış yerlere sevk ediyor. Oysa asker sivilin işine karışamaz. Çünkü sivil, siyasete bağlıdır. Ama Silahlı Kuvvetler ne yapar? Karar aşamasında sivil iktidara öneriler sunar. Doğru kararların alınmasını sağlamaya çalışır. Dikkate alınmazsa da istifa edersiniz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Harp Akademileri’ndeki konuşması ittifak arayışı olarak yorumlandı. Sizce de Erdoğan, askerlerle ittifak mı arıyor?
Cumhurbaşkanı, Harp Akademileri’nde TSK’ya yönelik komplo ve kumpaslardan bahsetti ama bununla kendisini kurtarması mümkün değil. Eğer TSK’ya yönelik bir komplo varsa, kumpas varsa bunun siyasi sorumluluğu kendisine aittir. İktidar o hakimleri, savcıları meslekten ihraç etmekle bu işten kurtulamaz. Cumhurbaşkanı, MİT Müsteşarı’nın istifasından sonra Silahlı Kuvvetler’le ittifak arayışına girdi. Sanıyorum AK Parti içinde de kendisine karşı gruplaşmalar gördü. Bu nedenle yeni ittifaklar aradı.
TSK yıllarca terörle mücadele ve Kürt sorununda en önemli aktördü. Ancak çözüm süreci ve Suriye krizinde devre dışı bırakıldı? Bu iki hayatî dosya neden MİT’te?
Evet maalesef. Bu normal değil. MİT’in yapacağı işler belli. MİT, Suriye’de bir harekât yönetemez. Bir komşu ülkeye MİT aracılığı ile terör ihraç ediyoruz. Üstelik MİT bunu yaparken paralı askerler kullanıyor. O silahların yarın nereye gideceği belli değil.
MİT, Suriyeli muhaliflere silah mı gönderiyor?
Muhaliflerin silahlarının bir kısmı MİT aracılığıyla gidiyor. MİT cihatçı gruplara silah gönderiyor. Katar aracılığı ile kurulan naylon şirketler var. Onlar aracılığı ile IŞİD’e, El Nusra’ya paralı asker sevkiyatı yapılıyor. Türkiye’deki bu şirketlerin tespit edilmesi lazım… Mesela emekli bir tuğgeneralin kurduğu bir şirket Suriye’ye paralı asker gönderiyor. Şirket MİT adına çalışıyor, başka türlü çalışamaz çünkü… Hükümetin buna mani olması lazım ama… MİT’in de bunları takip ediyor olması lazım. Ama bakın bu sevkiyatı ortaya çıkaran TIR savcıları ne oldu?
MİT’in siyasi iktidarla bu kadar yakın olması ülke güvenliği için riskli değil mi?
Risk tabii. MİT Müsteşarı farklı amaçlarla, sanki bir özel elçi gibi kullanıldığı için iktidarın sır küpü oldu. Bu yanlıştır. Çünkü Milli İstihbarat iktidarın değil, ülkenin istihbarat birimidir. Buna rağmen TSK ile MİT arasındaki işbirliği hâlâ sürüyor. MİT Müsteşarı ile genelkurmay istihbarat başkanı çok yakın çalışır. Müsteşar her hafta komutana bilgi verir, başbakan ve cumhurbaşkanına çıkmadan önce. Komutan istihbarat talebinde bulunur.
Asker çözüm sürecinde nerede duruyor? Siz süreci nasıl görüyorsunuz?
Kürt meselesinde de yanlış gidildi. PKK’ya silah bıraktırdıktan sonra siyasi çözüm üretmek, müzakereye öyle başlamak lazımdı… Özerklik taraftarı değilim ama her şey konuşulabilir. Yoksa buradan yürüyelim, olmazsa geri döneriz olmaz. O zaman risk çok büyür, çatışma başlar. Seçimden sonra müzakere sürse bile iktidar vaatlerini tutamaz. Çıta çok yukarıda tutuldu çünkü. Özerklik vaadi bu ülkede çatışma çıkarır. PKK’nın da silah bırakacağı filan yok. PKK, ABD ve Batı ile müttefik oldu. Bu nedenle Batı da çatışma istemiyor çünkü ayağını basacağı başka zemin yok.
Uludere, Kürt sorunu için dönüm noktası oldu? O vahim olaydan sonra operasyonlar durdu ve müzakereler başladı. Sizce ortada bir ihmal mi yoksa kasıt mı var?
Uludere’de Türkiye’ye komplo kuruldu. O bölgeye Predatör’le baktığınızda onların kaçakçı olduğunu görürsünüz. Genelkurmay Karargâhı’nın bu nedenle ateş emri vermemesi gerekirdi. Pilotun kabahati yok çünkü koordinat aşağıda verilir ve yukarıda bir şey görmez. Kaçakçılarla birlikte bölgede PKK’lı Bahoz Erdal’ın da bulunduğu istihbaratının geldiği söyleniyor. Ama bunun için 40 kişiyi öldüremezsiniz. Bölgedeki jandarmaya sorsalar bile onların kaçakçı olduğunu öğrenirlerdi. Hata TSK’nın hatası. Hatayı başka yerde aramaya gerek yok. Yanlış istihbarat MİT’ten ya da ABD’den gelmiş sonraki mesele… Genelkurmay Başkanlığı’ndan emir gelmedikçe Hava Kuvvetleri bir tek uçağı bile havalandırmaz. Uludere dönüm noktası oldu. PKK ile siyasi zemine çekildi. Dağlıca baskını da öyleydi. Böyle bakınca kasıt var gibi görünüyor. Emri verenlerin ne gibi ilişkileri olduğunu araştırmak lazım…
28 Şubat, soğuk savaş sonrası TSK’nın ilk darbe girişimi olarak nitelenebilir mi?
28 Şubat, Silahlı Kuvvetler’le beraber iş çevrelerinin işbirliğiyle hazırlandı. Sadece askerin işi değil. Aslında 28 Şubat’ta rahmetli Erbakan çıksa ve mesela 27 Nisan’da olduğu gibi, ‘kabul etmiyoruz’ deseydi, asker darbe falan yapamazdı. Hiç kimse de sesini çıkartamazdı. Sincan’da tank yürütmekle olmaz bu işler. Darbe yapmak öyle kolay bir şey değil. Eğer o gün Erbakan, Cumhurbaşkanı Demirel’den gereken desteği görseydi ve karşı dursaydı, darbe filan yapılamazdı. Tehdit değerlendirmesini askerler hazırlar ama belgeyi Bakanlar Kurulu imzalar. İsteseler o tehdit değerlendirmesini değiştirebilirlerdi ama olmadı. Çünkü Erbakan’da da, Demirel’de de geçmişten gelen bir asker korkusu vardı. Düşünün 12 Eylül’ün getirdiği çok büyük bir yıkım var. 600 bin kişi yerinden yurdundan edilmiş. Hem Demirel hem de Erbakan daha önce darbeye maruz kalmışlar. Hatta 12 Mart 71’de Erbakan İsviçre’ye gitmiş, oradan getirtilmiş. 12 Eylül’den sonra her ikisi de Zincirbozan’a gönderilmiş. Mağdur edilmiş. Bu yüzden 28 Şubat’ta darbe ihtimali yoktu ama asker korkusu vardı.
‘Asker-millet el ele’ sözü bana uygun değil
Siz ülke sorunlarını siyasete bırakan demokratik bir ordu bakış açısına sahipsiniz. Bu bakış açısı Vatan Partisi’nin çizgisiyle çelişmiyor mu? Burası sizin için doğru adres mi sizce?
Ben Doğu Perinçek ve arkadaşlarıyla hapishanede tanıştım. Daha öncesinden bir sempatim de yoktu. Tanıştıktan sonra büyük bir mücadele içinde olduklarını gördüm. Dava sürecinde bizim arkamızda duran kimse yoktu. En zor zamanlarda yanımda oldular. Annem öldü, onlar yanımdaydı. Şimdi ben de onlara destek veriyorum. Bu kişisel nedenler dışında ülke bütünlüğü, altı ok gibi ortak noktalarımız var. Ama ‘asker millet el ele’ lafları filan bana uygun değil. TSK’ya düşen, kendi görevini yapmaktır. Silahlı Kuvvetler, iktidar olmak için araç değildir.