DR. ERGÜN ÇAPAN
Bir Müslümanın toplumun kaderini belirlemede hayati öneme sahip olan seçimlerde oyunu kullanması vatanî bir vazife olduğu gibi aynı zamanda dini bir vecibedir. Kur’an ve Sünnet’e göre bir mümin üzerine düşen bu vazifeyi seçimlerde yerine getirmediğinde Allah nezdinde sorumlu olur.
Allah, emanetin ehline verilmesini, adaletle hükmedilmesini emretmektedir. (Nisâ sûresi, 4/58) Toplumun meselelerinin istişare ve ortak akılla çözülmesini temel bir yönetim disiplini olarak bildirmektedir. (Âl-i İmrân sûresi, 3/159) Milletin hak ve hukukuna çöken zalim ve ceberutlara meyledenleri cehennem azabı ile tehdit etmektedir. (Hud suresi, 11/113) Yöneticilik toplumun hak ve hukukunun korunması, adaletin sağlanması, Allah hakkı olan kamu hakkının muhafazası gibi en hayati konularda üstlenilen bir emanettir. Bu emanetin ehline verilmesi her bir şahıs üzerine düşen bir vazifedir.
Peygamberimiz (s.a.s.) “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.” (İbn Cemî’, Mu’cemü’ş-şüyûh s.149; Deylemî, Müsned 3/305.) buyurarak yöneticilerin toplumun yapısının bir ürünü olduğunu, idarecileri toplum fertlerinin seçtiğini bu itibarla şahısların bu vazifesini yerine getirmesi gerektiğini bildirmektedir. Allah Resulü (s.a.s.) idarecileri seçen ve şekillendirenin toplum olduğuna dikkat çekmektedir. Fiziğin, kimyanın, astronominin kendine göre değişmeyen kanunları olduğu gibi toplum hayatının da kendine göre değişmeyen prensipleri vardır ki bunlara “şeriat-ı fıtriye” denir. Dolayısıyla insanlar, adaletin, hak ve hukukun yaşanması yönünde seçim gibi meşru yollarla iradelerini ortaya koymuyor bunun yerine her türlü gayr-i meşru yollarla milletin maddi manevi haklarına çöküp talan edilmesini destekliyor veya göz yumuyor, masum insanlara göz göre göre zulmedilmesini, hayatlarının karartılmasını onaylıyor, insanların yiyecek ekmeğe muhtaç haline getirilip, çöplüklerden yiyecek toplaması karşısında vicdanı sızlamıyorsa ona göre idarecileri olur. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın değişmeyen kanunudur. Toplumlar, ister pozitif isterse de negatif yönde kendi iç bünyelerini değiştirmedikçe, Allah (c.c) onları değiştirmez. (Enfal, 8/53; Ra’d, 13/11)
Netice itibariyle bir müslümanın sebeplere riayet ederek vazife ve sorumluluklarını yerine getirdikten sonra Allah’tan hayırlısını niyaz etmesi inancının ve kulluk edebinin bir gereğidir. Bu itibarla hakkın, hukukun, adaletin yerine getirilmesi, emanetin ehline verilmesi yönünde oyunu kullanıp, oyuna sahip çıktıktan sonra her türlü hayır ve lütfu Allah’tan istemesi ve beklemesi gerekir. Kendisi için meçhul sayılan bir alanda hüküm vermekten kaçınması ve Allah’ın hükümlerinin hikmetlerini görmeye çalışmasıdır. Zira Yüce Allah, «Olur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.. Ve olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerli olur. Doğrusu bunu Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara sûresi, 2/216 ) buyurmaktadır. Bu itibarla bizim vazifemiz, vazife ve sorumluluklarımızı yerine getirmek, hayra niyet etmek, hayır istikametinde koşmak ve her türlü lütuf ve ihsanı Yüce Mevla’dan beklemektir.