New York yazı bırakmak istemiyor.
Güneş, yaz günleri gibi ısıtıyor insanın içini. Tanrı, New Yorklular’ın
ekonomik rakamlarla kararan ruhlarını güneşli günlerle aydınlatmak istiyor sanki.
Ekonomik durgunluğu
sokaklara, kitapçılarda hissetmek mümkün değil.
Ancak mağazalara girdiğinizde farklı bir havayla karşılaşıyorsunuz.
Oteller tıka basa dolu elbette.
Ama krizin ağırlığı elle tutulacak kadar somut hala.
Sistemle birlikte kentin de eskidiğini görüyorsunuz. Metrosu, yolları, havaalanları eski ve kirli. Yıldızı giderek parlayan
İstanbul’la tam bir zıt hava var New York’ta.
İstanbul ve
Türkiye dünyanın gündeminde.
Görülen o ki, İstanbul
Cenevre,
Brüksel gibi tam bir dünya kenti olma yolunda ilerliyor.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı da İstanbul’da bir merkez açmaya hazırlanıyor.
Uluslararası merkezler kente daha fazla gelir, daha fazla
restoran, daha bir uluslararası hava, evsahiplerine daha yüksek
kira geliri anlamına geliyor. 10 yıl önce geleceğine kuşkuyla
bakan Türkiye, bugün birçok
ülkenin gıpta ettiği bir konumda. Nasıl oldu bu?
Eleştiren, kızan, bir an önce iktidardan gitmesini isteyen var ama AK Partili siyasetçilerin, işlerine kendi işleri kadar asılmaları, güven vermeleri sayesinde.
Cumhurbaşkanı Gül’ün anlatımıyla, evini düzene sokan Türkiye artık dünyayla daha fazla ilgilenmeye başladı.
Eskiden sadece kendini ilgilendiren meselelerde aktif olan Türkiye, şimdi uluslararası tüm meselelerde önde.
Gül, “Büyük ülke böyle olunuyor” diyor.
Yani sadece ekonomik büyüklükle, orduyla değil, insanlığı ilgilendiren konularda sözsahibi olarak, elini taşın altına sokarak.
Türkiye bu yolda ilerlerken
Avrupa kendi derdinde. Cumhurbaşkanı Gül, Avrupa’nın kendi gücünün farkında olmadığını altını çiziyor, “Avrupa’nın ağırlığı azalıyor” diyor.
Suudi
Arabistan Dışişleri Bakanı
Prens Faysal’ın New York’ta Ali Babacan’a yaptığı bir espriyi aktarıyor:
“Türkiye eskiden Avrupa’nın
hasta adamıydı. Şimdi ise tek sağlıklı ülkesi.”
Ve bu sağlığını paylaşma gayretinde.
Gerek Yunanistan’a krizden çıkış dersleri vererek, gerekse yılda 1.5 milyar dolar
yardım yaparak. Obama “Yes We Can” (Yapabiliriz) diyordu aslında Türkiye “Yes We Did” diyebilir.
Elbette daha atılması gereken çok adım var.
Eğitimden sağlığa, çevreden hukuka kadar.
Üstesinden gelinmesi gereken bir
terör belası var. Ama son 10 yıla bakınca gelecek için umutlu olmanın çok nedeni var.
Türkiye Matbuatının New York raporu
Vahap Munyar da gelince, bir
gazete çıkaracak hale geldik neredeyse.
Ekibimiz faal. Sık sık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le biraraya gelmek için Türkevi veya Plaza Otele geçiyoruz. Arta kalan zamanlarda yazımızı yazıp New York’un keyfini çıkarıyoruz.
Hasan Bülent
Kahraman ve
Fehmi Koru, kitap avında. Geldiğimiz ilk günün tamamını kitapçılarda geçirdik. Hasan Hoca, New York rehberimiz gibi, her bina, her restoran, her sokak hakkında bizi aydınlatıyor.
Sedat
Ergin,
müzik kadar apple teknolojisiyle meşgul. Yeni aldığı i-pad’in detayları hakkında sürekli bilgi topluyor.
Murat Yetkin benim gibi kızının derdinde. Glee’nin ilk
sezon serisi dahil, tüm istekler yerine geldi. Kendine de kitap alma fırsatı buldu.
Derya Sazak genelde haber atlamamak ve iyi bir yazı konusu bulmakla meşgul.
Nuri Elibol ile Mustafa
Ünal, bizi disipline etme görevini üstlendi.
TRT Genel Müdürü İbrahim
Şahin en sporcumuz. Canlı yayın ayarlamıyorsa, Cenrtal Park’ta koşuyordur.
Salih Memecan karikatür stresinden kurtulunca aramıza katılıyor ama stresten kurulması epey zaman alıyor.
Tabii hepimiz i-pad siparişlerini yerine getirmeye çalışıyoruz.
Apple mağazaları krizin uğramadığı yerlerin başında geliyor.
Özetle “evetçisi” ve “hayırcısı” gül gibi geçinip eğleniyoruz.
Bekir
Coşkun’a dair
Ayrılan her yazarla bir köşe yetim kalır.
Hürriyet’ten Habertürk’e geçen
Bekir Coşkun yönetimin talebiyle gazeteden ayrıldı.
Bekir Coşkun’la dünya görüşümüzün ayrı olması ayrı, yazı yazma hakkının elinden alınmasına karşı çıkmak ayrı. Coşkun açıklamalarında ayrılışında hükümet baskısının etkisi olduğunu savunuyor.
Hükümetin bu konuda sessiz kalmaması ve bir açıklama yapması gerekiyor.
Vali, müsteşar, genel müdürden sonra köşe yazarlarını atama ve
görevden alma yetkisi hükümete geçmediyse bu şart. Herkesin kendi işine bakıp eleştiriye açık olması şart. Yoksa, demokrasinin en temel kuralı çğnenmiş olur.
New York’tan Bekir Coşkun’a geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.