Türkiye’de hukuk sistemi de, bu hukuk sisteminin savunucuları da bireyi değil, devleti korumak üzere kurulmuştur.
Devleti koruma ihtiyacı da bizzat devletin görevlileri tarafından bulunan mazaretlerle ortaya çıkarılır, daha doğrusu yaratılır.
Mesela misyonerlik tehdidi.
Bir ara misyonerlerin oluşturduğu tehditten geçilmiyordu Türkiye.
Avrupa Birliği reformları çerçevesinde herkese
ibadet özgürlüğü sağlayacak düzenlemeleri iç güvenliğe tehdit olarak algılatmak için bir
kampanya başlatılmıştı.
Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, topu topu 54 misyonerin bulunduğu Türkiye’de bu insanların faaliyetlerini tehdit olarak ilan etmişti.
Sonra ne oldu?
Önce Trabzon’da
Rahip Santoro öldürüldü, ardından
Malatya vahşeti yaşandı.
İki davada da olayın karanlık yönleri soruşturulmadı.
16 yaşındaki bir çocuğun
Glock marka bir suikast silahına nasıl ulaştığı ortaya çıkmadı mesela.
Cinayetlere tanıklık eden kentlerin yerel
gazete ve televizyonlarında birden peydah olan adamların misyonerlikle savaş adı altında farklı din temsilcilerine karşı başlattığı kampanyanın üzerine gidilmedi.
Medya üzerinden açık bir nefret suçu işlendi ve sonucu kanlı oldu.
Ve de bu
cinayetler aydınlatılmadı,
evet tetikçiler yakalandı ama bu cinayetleri planlayanlar, tetikçileri yönlendirenler ortaya çıkarılamadı.
Benzer bir örnek
Hrant Dink davasında yaşandı.
Hrant Dink medya üzerinden
hedef gösterildi.
Bugün
basın özgürlüğü savunucusu kesilenler, o günlerde özgürlüğü Hrant Dink’e küfretmek, onu hedef göstermek olarak anlıyordu.
Sonuçta Hrant Dink devletin ortaya çıkmaması için çaba gösterdiği karanlık bir çete tarafından öldürüldü.
Ahmet Kaya Kürt olduğu, Kürtlerin haklarını savunduğu için uydurma haberlerle ‘Şerefsiz’ ilan edildi, sürgüne gönderildi.
Orhan Pamuk,
Ermeni ve Kürt meselesinde devletin ezberini bozan sözleri nedeniyle
ölüm listelerine girdi.
Ergenekon davası olmasa,
Nobel ödüllü yazarını öldürmüş bir
ülke sıfatını da taşıyor olacaktık bugün.
Bu insanlar medyanın, köşe yazarlarının
destek ve çabaları sonucu hedef tahtasına konuldu.
AK Parti’yi çökertme, iktidardan uzaklaştırma çabasının harcanabilir hedefleri olarak görüldü.
Ne de olsa, ‘Sözkonusu vatansa, gerisi teferruat’tı.
Basın özgürlüğünü hedef göstermeyle karıştıran, bugüne kadar sayfalarından insanlara
hakaret yağdırtıp sonra ‘Ben sıfatlara karşıyım’ diye pişkince ortaya çıkanlara söylenecek tek şey olabilir:
Basın özgürlüğü insanların hayatını karartma, onları hedef gösterme hedefi değildir.
Bu suçu bugüne kadar pervasızca işlediniz,
Genelkurmay, istihbarat kaynaklı elemanlarınızla insanları karaladınız, manşetlerden hedef gösterdiniz.
Sizin için basın özgürlüğü sizin gibi olmayanları susturma özgürlüğü anlamına geliyor.
O yüzden şimdi susun oturun ve yargı sürecini bekleyin.
Derbi!
Bugün
Beşiktaş ve
Fenerbahçe karşı karşıya geliyor.
Dinamo
Kiev karşısında hezimete uğramış, ligte aradığını bulamamış, tek hedef olarak önünde
kupa kalmış Beşiktaş bir yanda...
Son lig maçlarını kazanmış, yükselen bir grafik çizmiş ve mücadele azmini artırmış,
şampiyonluk peşindeki Fenerbahçe...
Bu tabloda favori Fenerbahçe görülebilir.
Bence yanlış, üç büyüklerin kendi aralarındaki maçlar favorilerin hüsrana uğrama örnekleriyle dolu.
O nedenle Fenerbahçe bence en zorlu maçına çıkıyor.
Halk TV
Güzel bir kadro yapmışlar açıkçası.
Bana da sorsalar böyle bir kadro kurardım hani.
Kaleciden santrfora kadar laikçi arkadaşlar.
Laikçilik konusunda tam saha prese hazırlar.
En önemli özellikleri tarafsızlıkları.
Onlar
CHP ile
işbirliği içinde yayıncılık yapsalar bile yansız ve tarafsızdırlar.
Neden mi?
Çünkü öyle, cevabı yok.
Onlar öyle söylüyor kabul edeceksiniz.
Onlar bağımsız, yansız, tarafsız, çoksesli medyanın temsilcileri, bizler bağımlı, yanlı,
yandaş medyanın...
Bunlar bir de korkusuz.
Korku cumhuriyetine dönmüş ülkemizde,
aslanlar gibi mücadele ediyorlar.
Öyle silahlı kuvvetler gibi
kağıttan kaplan falan değil, en hakiki aslan bunlar.
Önce kurup sonra bir dinciye (!) satarlar, paragöz oldukları için değil,
laiklik mücadelesi pahalı olduğu için.
Gerçi bir iki ismi atlamışlar.
Kemal Bey ararsa, hatırlatırım...