Kürtler ne istiyor?


Diyarbakır’da bölgenin nabzını tutan çeşitli kesimlerle görüştüm. Öncelikle altını çizeyim ki, bölge halkı ve kanaat önderleri iktidarın hareket alanının ne olduğunun farkında. O yüzden talepleri havada uçan türden değil. Ama bu temel bazı talepleri olmadığı anlamına gelmiyor elbette. En başta kendilerine sağlanacak hakların yazılı hukuki güvenceler altında olmasını istiyorlar. Yani ilk iktidar değişiminde uçup gitmesinden korkuyorlar. İkinci olarak bölge halkının sesine kulak verilmesini arzu ediyorlar. Üçüncü olarak üniter devleti tartışmaya bile açmak istemiyorlar. Bu gerçeği hem DTP’nin ileri gelenleri, hem de örgüte sempatiyle bakan bölge halkı açıkça ifade ediyor. Herkes 1 Eylül’ün öneminin altını çiziyor ve “Bu tarihte çatışmalar yeniden başlamazsa, 3-4 ay içinde çok önemli yol alınır” yorumu yapıyor. Ancak doğrudan muhatap alınmasa da PKK’nın mutlaka bu sürecin bir yerinde yer alması gerektiğini vurguluyorlar. Bunun gerekliliğini, “Öcalan dışında silahlı güçleri sınır dışına çekecek güç yoktur” sözleriyle açıklıyorlar. Basının bu dönemde oynadığı rolün öneminin farkındalar ve her fırsatta bu gerçeğin altını çiziyorlar ve bu açılım sürecinde açıkça ilan edilmese de askeri operasyonların durması gerektiğini söylüyorlar. Gelen her gencin cenazesi bu bölgede de moral anlamda yıkıma yol açıyor açıkçası. Peki, net talepleri ne? - Eşit, onurlu yurttaş olarak yaşamalarına imkan verecek bir hukuk devleti. - Vatandaşlık tanımının 72 milyonu tarif edecek biçimde yeniden yapılması. - Yer-yöre isimlerinin iadesi. - Kürdoloji enstitüleri kurulması. - Basın-yayının önündeki bütün engellerin kaldırılması. Devletin bu alanda yayıncı olarak değil, denetçi olarak görev yapması. - Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve zaman içinde Avrupa Birliği ile tam uyumlu hale getirilmesi. - Ülke barajının makul bir seviyeye indirilmesi. - Koruculuk sistemine son verilmesi ve korucuların rehabilite edilmesi. - Ana dilde eğitim hakkı sağlanması. Bunlar, bölge halkının devlete olan bağlılığını artırıcı önlemler olarak görülüyor. Ayrıca demokratik açılım olmadan Mahmur Kampı’ndan bir tek kişinin bile Türkiye’ye dönmeyeceği gayet net biçimde vurgulanıyor. PKK’nın silah bırakması içinse bu koşulların yeterli olmayacağı vurgulanıyor. Bunun için son dönemin moda deyimiyle “Piknik yapmak amacıyla dağa çıkmadıkları” vurgulanan militanlara onurlu bir çözüm yolu sunulması gerektiği söyleniyor. PKK’nın silah bırakmasının da koşulları şöyle sıralanıyor: - Sıradan militana af. - Yönetim kadrosuna 3’üncü bir ülkede belli bir süre iskan imkanı. Bu imkanın masraflarının Türkiye tarafından karşılanması. - Öcalan’a normal cezaevinde kalma hakkı sağlanması, belli bir süre sonra da cezanın ev hapsine çevrilmesi. Elbette, bunlar hem örgütle teması olan, hem örgüte sempati besleyen, hem de örgütün bölgedeki gücünü bilen insanlar tarafından seslendiriliyor. Hem Türkiye’nin, hem Ankara’nın bu taleplerin farkında olması gerekir. Ayrıca dağdaki militanı indirmekle iş bitmeyecek, topluma uyumunun sağlanması gerekecek. O da üçüncü yazının konusu... Burnum akıyor diye sızlanan bir lider “Sağlığım tek başına değil de buraya atılma nedenim ve koşullarımla bağlantılı ele alınmalıdır. Sağlığımda önemli bir değişiklik yok, eskisi gibi. Gözlerimde şiddetli yanma var, gözkapaklarım yapışıyor, ciltte kaşıntı var. Doktor, şiddetli alerjidir dedi. Boğazımdaki akıntı devam ediyor. Burnum tıkanıyor, sürekli akıyor, beni çok rahatsız ediyor. Burası her gün işkenceden daha beter. Üst solunum yollarında bir sıkışma, tıkanma var, zorlanıyorum.” Burnum tıkanıyor, göz kapaklarım yapışıyor, ciltte kaşıntı var, burnumdaki akıntı devam ediyor. Söyleyenin kim olduğunu bilmeseniz, hortumculuk iddasıyla gözaltına alınmış bir banka patronu sanabilirsiniz. Hiç gözaltına alınmamış, hiç sorgudan geçmemiş tıfıl bir genç sanki. İşkenceden beter diyor, beter olan ne? Burnunun akması. Al bir mendil, sil. Bir halk hareketinin lideri, burun akıntısından, kaşınmadan şikayetçi olabilir mi? Hadi diyelim yıllarca seninkiyle kıyaslanmayacak koşullarda hapis yatan Nelson Mandela’yı bilmiyorsun, “Ser verip sır vermeyen yiğit” olarak anılan İbrahim Kaypakkaya’yı da mı unuttun. Kendini bir halk hareketinin lideri olarak gören biri, toplumsal bir barış anı fırsatı yakalandığında burun akmasından mı şikayet eder? Peki senin çağrınla dağlara çıkan, mağaralarda, inlerde, doktor, banyo yüzü görmeden yaşayan gençler ne yapsın? Açıkça söyle Abdullah Öcalan, sen barış mı istiyorsun, kendine konforlu bir hayat mı?
<< Önceki Haber Kürtler ne istiyor? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER