CHP lideri
Kemal Kılıçdaroğlu, gerek kendi ruh dünyasında yaşadığı karmaşa, gerekse parti tabanından gelen farklı seslere rağmen başörtüsünün çözüm sürecine önemli bir katkıda bulundu.
Öncelikle CHP seçmeninin başörtüsünün “öcü” olarak görülmemesi konusunda bir bakış açısı sağladı.
Bunun bir eğitim ve
inanç özgürlüğü meselesi olduğunu anlattı.
İkinci olarak YÖK’ün bu konudaki talimatlarını yargıya
taşımadı.
Bugüne kadar toplumun talep ettiği hak ve özgürlüklerin yolu CHP-
yüksek yargı işbirliği sonucu kapanıyordu.
CHP Danıştay’a başvursa son dönem yaşanan gelişmelerde de benzer bir durum yaşanabilirdi.
Kılıçdaroğlu, toplumsal mücadeleyi yargı alanından siyasal alana taşıma konusunda bir anlayışın öncüsü oldu bir bakıma.
Kılıçdaroğlu’nun CHP politikalarını belirlemede ne kadar yetkili olduğu elbette tartışılabilir ama bu politikaları etkilediği gerçeği inkar edilemez.
CHP bugün ikircikli de olsa herşeye hayır diyen bir parti konumundan çıktı.
Bunda referendum sonucunun da etkisi büyük elbette.
Çünkü
referandum sonucu
halk, yüksek yargının
vesayet sisteminin en önemli ayaklarından biri olma işlevine ağır bir
darbe indirdi.
Bu süreç Türkiye’yi bir anda dünyanın en hukuki ülkesi haline getirmeyecek
doğal olarak.
Dünyanın en iyi hukuk rejimi adil, yetkin ve
bilge yargıçların
adalet dağıttığı düzenlerde gerçekleşir.
Türkiye’nin o noktaya varmasına daha çok yol var ama en azından o yolun açıldığı söylenebilir.
Yukarıda başlayacak şeffaflaşma,
demokratikleşme dalgalar halinde tabana yayılacaktır.
Sakin bir
göle bir taş atıldı, suda oluşan halkaların büyüp genişlemesi zaman alacaktır.
Bugün yüksek öğrenimde başörtüsü gerçeği veri bir hak haline gelmiş durumdadır.
Bundan sonraki adımı
genç kızların üniversite sınavına başörtülü girebilmesini sağlamak olmalıdır.
Başörtüsünde normalleşme sağlanmıştır artık.
Alevilerin yalnız yürüyüşü
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ve onca çalıştaya rağmen, zorunlu din dersinin kaldırılmasının cevabı “
bakan fırçası” oldu.
Devlet Bakanı Faruk Çelik, Alevilerin bu talebine “din dersiyle zorları ne” yanıtı verdi.
Kendi inancındaki çocuklara din dersi diye hıristiyanlık öğretiliyor olsaydı, ne derdi
bir yana.
Aleviler kendilerini geleneksel Sunni inancının dışında görüyor, onun için de çocuklarına Sunni temeline dayalı din dersi verilmesini istemiyor.
Bu da başörtüsü gibi, inanç özgürlüğüyle ilgili mesele.
Laiklik iddiasındaki bir devletin çocuklara okullarda din kültürü, din felsefesi veya tarihi yerine doğrudan din dersi okutmasının garebeti bir yana.
Sayıları milyonlarla ifade edilen bir inanç grubunun talebine böyle bir karşılık verilmesi, hak ve özgürlükler konusunda samimi bir duruş olduğu konusunda kuşku yaratıyor.
Haydi
AK Parti bu talebi
kulak ardı ediyor.
CHPnin eline AK Parti’nin duruşunu sınamak için tarihi bir fırsat geçmiş, onlar da bunu kullanmıyor.
Tek millet, tek din sarmalından kurtulamıyorlar bir türlü.
Taş gibi bir film
Orijinal adı “Stone” yani “Taş.”
Türkçeye “Şantaj” diye çevrilmiş.
Başrollerde Robert de Niro, Edward Norton, Milla Jovovich oynuyor.
Film müthiş bir gerilim sahnesiyle açılıp beklentinizi acaip yükseltiyor.
Film, büyükbabasının evini ateşe verdiği için 15 yıla mahkum olan Stone’un (Edward Norton)
erken tahliye çabası anlatılıyor.
15 yıllık cezasının 8 yılını çeken Stone’un önündeki tek engel, af memuru Jack Mabry’dir. (Robert de Niro)
Stone’un, Tanrı’nın sesini dinleyen Jack’i ikna etmek için kullandığı
silah, film boyunca vücudunu sık sık sergileyen Lucetta. (Milla Jovovich.)
Film
keçi boynuzu gibi uzayıp gidiyor ve hayalkırıklığı yaratan bir finale noktalanıyor.
Bence zaman kaybı...