Türkiye’nin kendine merkez diyen medyası askeri medyadır.
Mısır’ın El-Ahram gazetesi için kullanılan ‘’yarı-resmi’’ tanımlanması Türkiye’deki gazeteler için ‘’yarı-askeri’’ biçiminde çevrilebilir. Bu medya da adını tam koymak gerekirse, Doğan medyasıdır.
Doğan medyası bu topraklarda devleti rahatsız eden her eylemin, her insanın karşısında olmuş, bu insanları itibarsız hale getirmek için her türlü yayını yapmıştır.
Derin Devlet denilen yapılanma bu grubun gazetelerini kendi malı gibi kullanmış, özellikle
kilit noktalara ve köşelere kendi elemanlarını yerleştirmiştir.
Bu açıdan bakınca özellikle grubun
amiral gemisi yolları
Ergenekon’da kesişenlerin
buluşma noktası haline gelmiştir.
Atamalar gazetecilik yeteneğine göre değil, Derin Devlet’in kilit noktasındaki isimlere yakınlığa, onlara sadakata göre yapılmıştır.
Son olarak
Adli Tıp’tan
emekli olan bir hanım, ‘’Şato’’ denilen 1.
Ordu Komutanlığı karargahının talebiyle bu gazeteye yazar yapılmıştır.
Derin Devlet, Hrant Dink’i
İstanbul Valiliği’ne çağırıp tehdit ederken
Hürriyet Gazetesi, manşetleri, köşe yazılarıyla onu
hedef haline getirmiş, sonra da cinayetinin bir çete değil de 3-5 okeyci çocuğun eylemi olduğunu iddia edebilmiştir.
Ergenekon ve
Balyoz türü davalara yönelik en büyük saldırıların yine bu grup gazetelerinden gelmesi tesadüf değildir, bilinçli bir kararın sonucudur.
Bu
darbecilik genlerde olduğu için değil, ceplerde olduğu için olmuştur.
Beykoz bölgesinde
vergi sıralamasına 9’uncu olmakla övünen gazetecilik anlayışının ardında bu cinayetlere sırt dönme, faillerini kollama ve bu sayede harcayamayacağı paralara sahip olma geni vardır.
Aslında bu arsızlık ve utanmazlık genidir.
Darbecilik genlerde yoktur, sonradan oluşturulmaktadır.
Mehmet Ali
Birand bizzat yaşadı bu durumu. 28 Şubatçı
Çevik Bir’in hışmına uğradıktan sonra merkez medyada uzun zaman yer bulamadı kendisine.
Kendisi gibi olmayanlara, kendi amaçlarına
hizmet etmeyenlere hayat hakkı tanımayan bir anlayış hakimdir bu medyada.
Darbeci olmak,
darbecilerle
işbirliği içinde olmak burada var olmanın temel koşuludur.
Zamanında bir hakim “Vicdanla cüzdan arasında sıkıştık” demişti ama bunlarda sıkışacakları bir vicdan var mı kuşkuluyum.
Başbakan’ın koydu mu oturtanına alışın
Ne diyorlardı televizyon ekranlarında...
Genelkurmay Başkanı’nın koydu mu oturtanını severim...
Haklıydılar...
Zira yıllarca koydu mu oturtan genelkurmay başkanları ve “Ya
Genelkurmay Başkanı ya şimdi bana koyarsa” diye korkan başbakanlara alıştılar.
Bunların ağababalığını da Süleyman
Demirel yaptı.
Başbakana ‘’Pezevenk’’ de dediler, huzurunda ayağa kalkmama hakkını da kendilerinde gördüler.
Cumhurbaşkanı’na ‘’Sayın Cumhurbaşkanım’’ değil de, ‘’Cumhurbaşkanı’’ deme cüreti ve saygısızlığını gösterdiler. Ve şimdi ilk kez artık bunu yapamayacaklarını gördüler, ‘’Paşa
paşa topuk selamı’’ vermeye başladılar.
Asker emir almaya alışıktır, iş bu emir verecek sivillerin ortaya çıkmasındadır. Bugün olan budur ve bunu yapanın haddinin bildirilmesinin
Silivri ile ilgisi yoktur.
Bu soruyu soranların öncelikle sorması gereken soru şudur:
1980 öncesi
Özel Kuvvetler’le her türlü karanlık işe giriştiği bilinen MHP, adı darbe iddialarına karışmış bir Özel Kuvvetler Komutanı’nı neden
aday göstermiştir?
Bildiğim kadarıyla, bu emekli olunmayan bir görevdir çünkü.
Bana bunu bir yakını bu görevi yapmış emekli bir
general anlatmıştı.
Nekahat
İhmal sonucu ilerleyen bir rahatsızlık ikinci bir operasyonla sonuçlandı.
Çok önemli değil ama sonuçta narkoz narkoz,
ameliyat da ameliyat.
Temiz hava almak, sakinliği bulmak için kendimi çocuklarla İsveç’in kuzeyine attım.
Luela isimli kentten arabayla 1 saatten fazla uzaklıkta bir ormandayım.
“Tree Otel” yani Ağaç Otel’de kalıyorum.
Ağaçların arasına, yerden 10-15 metre yükseğe yerleştirilmiş 10 kadar farklı oda.
Elbette, koşullar kısıtlı ama
doğa muhteşem. Önünüzde
ağaçlar akan arasında akan görkemli bir
nehir, kulağınızda kuş sesleri.
Üstüne
oteli işleten karı-kocanın hazırladığı mükemmel yemekler.
Pazara kadar buralardayım.