Sıradan
cinayetler ya da bazı akımların, örgütlerin yaptığı suikastlar kolay ortaya çıkar. Ancak içinde istihbarat örgütlerinin ya da derin devletin parmağının olduğu cinayetler kolay kolay ortaya çıkmaz.
Hablemitoğlu ve Uğur
Mumcu cinayetleri bu tür cinayetlerdendi. Özellikle Mumcu, devletin kirli ilişkilerini ortaya çıkaracak bilgi ve belgelere sahipti.’’
Bu sözler,
TBMM Uğur Mumcu Cinayeti Soruşturma Komisyonu Başkanı Ersönmez Yarbay’a ait.
Yarbay,
soruşturma sırasında tüm kapıların duvara dönmesinden yakınıyordu.
Dönemin
İstanbul Emniyet Müdürü
Hayri Kozakçıoğlu ise dün sabah
Abdi İpekçi cinayetinde kimi kamu görevlilerinin karanlık rolüne dikkat çekiyordu.
İpekçi’nin
katili konuşmaya ve isim vermeye başlayınca maksimum korumalı bir askeri cezaevine konuldu, sonra da bir asker parkası giydirilerek “
tahliye” edildi.
Unutmayın, dönem
sıkıyönetim dönemiydi.
Kaçırıldı demek ayıp, dönemin askeri komutanları darbeyi hazırlayan kritik ortama götüren eylemlerin de planlayıcısıydı.
Süleyman
Demirel’in “11
Eylül sabahı akan kan,
12 Eylül sabahı nasıl durdu” sorusu, bu ilişkiye işaret etmektedir.
Aynı Demirel bugün
Ergenekon davasını saçma bulabilmekte.
O yüzden Necdet Uğur’dan
Haydar Saltık’a kadar tüm komutanların sorgulanıp yargılanmasını gerektiren bir davadır bu, ne yazık ki
Türkiye bunu yapamadı.
Bugün de yapamıyor.
Çünkü yargıda, medyada, kamuda işbirlikçileri var.
Üç yıl önce bugün kamu görevlisi-çete-
tetikçi işbirliği
sonucu katledilen
Hrant Dink cinayetini “okey oynayan üç-beş” gence bağlamaya çalışan kimi gazeteciler bu rolü oynuyor.
Ağca nasıl emir-komuta zinciri içinde askeri cezaevine konulup kaçırıldıysa, Ogün Samast’ın kamu bağlantıları da emir-komuta zinciri içinde örtüldü.
İpekçi de, Dink de, Ergenekon
tipi örgütlerin hedefi olduğu için öldürüldü.
Kamudaki suç ortakları onları özenle korudu.
Büyük olasılıkla bu çocuklara yakalanmayacakları, yakalansalar bile kaçırılacakları sözü verilmişti.
Ama dünya Ağca’nın dünyası değil çok
şükür.
Yine de aradan üç yıl geçmiş olmasına rağmen davanın henüz sonuçlanmamış olması, gerçek sorumluların üzerine gidilememesi Türk yargısı için kara bir leke.
Her davayı Ergenekon savcısı ve hakimlerinin de çözmesini bekleyemeyiz elbette.
Ama bu davaya
bakan mahkemenin devletten yana değil de, tarafsız olmalarını bekleyebiliriz.
Bunun için cinayetlerin üzerine cesurca gidebilen, ağır-aksak, taraflı işleyen yargı mekanizmasını sorgulayabilen, cinayetlerin üstünü örtmeye çalışmayan bir medyaya ihtiyacımız var.
Bir de elbette geniş kapsamlı bir yargı reformuna.
Bugün geldiğimiz noktada, Abdi İpekçi’nin de, Hrant Dink’in de katil zanlıları bellidir.
Belki cezaevinde,
demir parmaklıklar arasında cezalarını çekmiyorlar ama kamu vicdanında
mahkumlar.
Artık katilleri tanıyor ve suratlarına “Katil” diye bağırabiliyoruz.
Bu da bir teselli kaynağı.