Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Türkiye'nin Katar krizini de içeren sorunlar yumağı içinde olduğunu ve Erdoğan'ın 'zorlandığını' yazdı
Ülkenin ve Erdoğan'ın "her sabah yeni bir soruna uyandığı"nı savunan Yetkin, son günlerde Türkiye'yi de zor durumda bırakan ve krizin tarafları arasında tercih yapmaya zorlayan Katar krizinin ucunun pek çok yere bağlandığını da ifade etti.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hafta sonu bu sözü Katar krizi için kullandı ama bugünlerde her alanda “Biri bitmeden diğeri başlayan”, giderek büyüyen bir sorunlar yumağı var önünde.
Katar meselesi onu bu kadar zorluyor olmasa şikâyet etmezdi “Durduk yerde çıktı” diye.
Çünkü Katar krizi pek çok yere bağlanıyor.
İşin sadece Katar Emirinin 15 Temmuz gecesi destek vermiş olması, dolayısıyla Erdoğan için manevi önemi olması boyutu yok ki.
Katar krizi mesela bir yanıyla Suriye krizine bağlanıyor. Şehitler verilen El Bab’daki Özgür Suriye Ordusu milislerinin nasıl birbirine girmeye başladığını, kiminin PYD, kiminin Beşar Esad rejimiyle flörte başladığını okuyoruz haberlerde.
Diğer yandan Türkiye’nin itirazına rağmen Rakka harekâtına PYD/YPG ile başlayan ABD güçleri IŞİD’i günden güne sıkıştırıyor, üstelik Ruslarla birlikte. Keza, Türkiye’den aktif destek istenmeden ABD (ve İran) takviyeli olarak Irak ordusu tarafından yürütülen Musul harekâtı de Musul harekâtı şehrin iç mahallelerine dek ilerlemiş durumda.
Birinci Irak Krizine Turgut Özal’ın “Bir koyup üç alacağız” sözü damgasını vurmuştu, geride gücünü katlamış PKK kalmıştı Türkiye’nin elinde. Şimdiyse PKK’nın bir toprak parçasını kontrole alıp almamasını tartışıyoruz kurucu olma iddiasıyla girdiğimiz oyunda.
İşin buraya gelmesi tabii ki Katar krizi nedeniyle olmadı ama en azından “Zararın neresinden dönersek kardır” manevraları yapıyordu Türk dış politikası. Erdoğan’ın dediği gibi durduk yerde patlayan Katar, bu tablonun bütün çıplaklığıyla görünmesine neden oldu.
Katar krizi mesela Körfez’den Türkiye’ye para akışına bağlanıyor bir yanıyla. Bu sermaye akışı son dönemlerde Türkiye’nin ekonomik göstergelerini yerinde tutmasında pay sahibi olmuştu.
Tabii Körfez sermayesi yalnızca Katar’la sınırlı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Katar Emirine vefa ve dayanışma gösterdi ama diğer Körfez ülkeleri, özellikle Suudi Arabistan bundan memnun olmadı. Kral Salman daha ilk gün Türkiye ile imza aşamasında olan 2 milyar dolarlık savaş gemisi yapım projesini iptal etti; bu şimdiye dek Türkiye’nin en önemli savunma sanayii ihracatı başarısı olacaktı.
Türkiye’de önemli bir kesim Suudi Arabistan’a bakınca sadece maddi kazanç ya da kayıpları değil, Kabe’yi, Mekke’yi, Medine’yi de görüyor, hatta daha çok onları görüyor. Gerçi Cumhurbaşkanı son birkaç gündür Suudi Kralı Salman’a “Kabe’nin Hizmetkarı” sıfatıyla överek çağrıda bulundu, büyüklük göstermesini istedi. O arada da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu Riyad’a gönderdi.
Ama Riyad tutumunu Çavuşoğlu’nun gezisini takip eden TRT muhabirini gözaltına alıp bırakarak vücut diliyle gösterdi. (Bu arada Suudi Arabistan çizgisinde devam eden Mısır’daki Abdülfettah Sisi yönetimi çok sayıda yabancı haber sitesine internet erişimini engelledi. Engellenenler arasında yayın yönetmenliğini yaptığım Hürriyet Daily News da var. Kınıyorum.)
Dolayısıyla Türkiye’nin girişimi en azından şimdilik sonuç vermiş görünmüyor: Türkiye’nin arabuluculuğu henüz kabul görmedi. Körfez İşbirliği Konseyi üyeliği nedeniyle Türkiye’den çok daha avantajlı konumdaki Kuveyt’inki bile tam kabul görmedi henüz, çünkü ABD Başkanı Donald Trump “Bir dakika, bu benim oyunum” deyip müdahale etti.
Katar Emiri müdafaasında Trump ile Salman ile ters düşmeyi göze alan Erdoğan’ın önüne bir sabah Emirin ABD ile 12 milyar dolar anlaşma imzaladığı haberi geldi.
Bu muhtemelen Katar Emirinin yerini koruyacak olmasının işaretidir. Ama ne pahasına? O bedel Emirin Müslüman Kardeşlere, ya da Suriye’de ÖSO ve ayrıca cihatçı muhalif gruplara şimdiye dek verdiği yardımı vermeyecek olması anlamına gelebilir.
Katar’a çok mu daldık? Peki, Avrupa Birliği’ne geçelim.
Erdoğan’ın 25 Mayıs’ta AB yetkilileriyle görüşmesinden bu yana sert rüzgârlar kesildi, yeniden siyasi görüşmeler başladı. Bu da Erdoğan’ın vize ve müzakere faslı açılmasını gündeme getirmesini sağladı. Ancak benim okuyabildiğim kadarıyla, Türkiye hak ve özgürlükler, gazeteci ve yazar tutuklamaları, olağanüstü hal gibi konularda, demeçle sınırlı kalmadan, somut adım atmadıkça fasıl açılması zor görünüyor. Üstelik o da bir yanıyla Kıbrıs görüşmelerine bağlı.
Hak ve özgürlükler deyince, Erdoğan’ın işte yine öyle bir sabah kalktığında mevcut sorunlara ek olarak önünde bulduğu “Adalet yürüyüşü” meselesi var.
Erdoğan ilk iki gün müdahale etmediği konuya, belki de toplum içindeki yankısını gördükten sonra çok sert girdi.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Haziran’da başlattığı Ankara-İstanbul “Adalet yürüyüşünün” 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden farklı olmadığını söyledi; darbecilerin F-16’ları, tankları varsa, Kılıçdaroğlu’da yürüyüşünü silah olarak kullanıyordu.
Tamamen pasif bir yürüyüşün darbe girişimiyle bir tutulması, doğrusu AB’yi filan bir kenara bırakalım AK Parti tabanının tamamı için de ikna edici olmayabilir.
Erdoğan yürüyüşe destek veren sivil toplumun da bir gün kendisini mahkeme önünde bulabileceğini söyledi.
Kılıçdaroğlu bu sözlere aldı ve Erdoğan’ın kendisini yargıyı kullanarak tehdit ettiği cevabını verdi. Ve o da sert girdi: Her Firavunun bir Musa’sı vardı.
Neticede Kılıçdaroğlu yürümeye devam ediyor ve dünya da bu Gandice eylemde başına bir şey gelip gelmeyeceğini dikkatle izliyor.
Çünkü protestoculara davranış konusunda Türk polisinin namı sınırları Cumhurbaşkanının ABD seyahatiyle aştı. Erdoğan, PKK sempatizanı göstericilerin Amerikan polisi tarafından kendisine o kadar yakın mesafede tutulmasına tepki göstermesinde haklıdır. Ama koruma polislerinin yabancı ülke topraklarında, o ülke vatandaşlarını, o ülkenin polisinin varlığına rağmen dövmeleri ciddi bir diplomatik krize dönüşmüş vaziyette.
Türkiye ABD’den Fethullah Gülen’i isterken, şimdi ABD koruma polislerini yargılamak için talep ederse, kriz biraz daha derinleşebilir.
Özet mi? Özeti şu: Erdoğan 16 Nisan’da (AK Parti meseleleri dahil) bütün gücü elinde topladığından bu yana önünde bizzat uğraşmak zorunda kaldığı sorunlar artıyor; daha biri çözülmeden yenileri geliyor.
Normalde Erdoğan böyle sıkışmalardan bir sandık icat eder kurtulurdu. Ama referandumdan daha yeni çıktık, erken seçime gidilmeyeceğini ise her fırsatta söylüyor.
O nedenle bu günlerde Erdoğan’dan tahmin edilemeyecek bir hamle beklemek yerinde olur; umalım o hamle kendi önüne de, Türkiye’nin önüne de yeni sorunlar getirecek türden olmasın.
Bir de naçizane not: Sayın Cumhurbaşkanı uluslararası temaslarında tercümelerin niteliğine biraz daha dikkat etse yerinde olabilir; öğrendiğim kadarıyla tek sorun Trump ile görüşmesinde olmamış, ama odada olmadığım için kanıtlayamam tabii.