Erdoğan'ın sıfırlanma korkusu
17 Aralık 2013
Türkiye Cumhuriyeti tarihini yazanların isteseler de istemeseler de o güne özel bir başlık açmaları gerekecek.
Çünkü Reza Zarrab ve Halkbank isimleri ilk kez o gün yan yana anıldı.
O gün Türkiye, ülkeyi yönetenlerin nasıl büyük bir yolsuzluk ve rüşvet çarkı kurduğunu gördü.
Halk yeni öğreniyordu ama Erdoğan belli ki her şeyi biliyordu.
***
Dönemin Başbakan'ı operasyon haberi televizyonlara düştükten bir kaç dakika sonra hemen telefonuna sarıldı.
Saatler 08:02'yi gösterdiğinde ise kıyamete kadar unutulmayacak o görüşme dinlemeye takıldı.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin en kudretli insanı, ürkmüş, endişeli ve korkmuş halde kısık sesle telefonda oğlu Bilal'e sıfırlama talimatı veriyordu:
"- Bu sabah şeyler operasyon falan yaptılar, Ali Ağaoğlu Reza Zarrab işte bu Muammer'in oğlu, Erdoğan'ın oğlu Zafer'in oğlu bunların evlerinde filan arama yapıyorlar... 18 kişi büyük yolsuzluk operasyonu şeyiyle evlerinde arama yapıyorlar. Diyorum ki senin evinde ne var ne yok sen bunları çıkar...
- Bende ne olabilir baba senin para var kasada.
- Ondan sonra şimdi kardeşini gönderiyorum. Abinle amcanla eniştenle konuş onlar da aynı şekilde çıkarsınlar..."
***
Erdoğan 11:17'de yaptığı ikinci görüşmede Bilal'e 'Tamamiyle sıfırlamanızda fayda var' diyecekti.
Bilal, bir lafı iki kerede anlasa da kardeşleri Burak, Sümeyye, Esra ve damat Berat başta olmak üzere aile üyelerinin yardımıyla 24 saat geçmeden evdeki yüz milyonlarca dolar ve euroyu sıfırlamayı başardı.
"Dönemin Başbakanı"na sıfırlama işini düzene koyduktan sonra güven geldi.
Bir kaç saat sonra Konya'da katıldığı Şebi Arus töreninde "Hiç bir tehdide boyun eğmeyeceğiz... Kardeşlerim istedikleri kadar çirkin yollara çirkin ittifaklara girsinler." ifadelerini kullandı.
Erdoğan ilerleyen günlerde üslübunu daha da sertleştirdi.
Artık 'yolsuzluk' değil 'darbe' diyordu.
Halkbank ile ilgili ilk müdafaayı isim vermeden operasyondan bir gün sonra 18 Aralık'ta yaptı:
"Şu anda kamu bankalarımız bizim iktidarımız öncesinde görev zararları ile açalıp kapanan bankalardı. Ama şu anda bizim bankalarımız Avrupa'daki bankalar arasında derece yapan bankalardır. Böyle bir konumda olan bankalardır. Şimdi bu bankaları yaralama hedefleri de aynı şekilde yer almıştır. Bunlar dikkat çekicidir."
***
Takvimler 21 Aralık 2013'ü gösterdiğinde Erdoğan açık açık müdürü ayakkabı kutularına doldurduğu milyonlarca dolarla yakalanan Halkbank'tan ve uluslararası operasyondan söz etmeye başladı:
"Siz Halk Bankası'ndan ne istediniz. Çıkıp mertçe cevap verin. Kimin adına çalışıyorsunuz? Halk Bankası, 11 yıl önce millete yük oluyordu tam 6 kat büyüttük. Piyasa değerini 25 milyar dolara çıkardık. Bu bankayı, bu kamu bankasını, milli bankayı hedefe koydular. Neden? Bu banka faiz lobisinin ayağına basıyor. Bu banka Türkiye düşmanlarını ürtüküyor."
***
25 Aralık'ta ise dönemin başbakanı Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın evinden çıkan ayakkabı kutularıyla ilgili kendini sonsuza kadar bağlayan bir savunmaya imza attı:
"Günlerdir Halkbank Genel Müdürü'nün evinden çıkan kutular konuşuluyor. Kim bunların servisini sizlere yaptı? Eğer evinde para çıktı diye, bir insan anında suçlu oluyorsa, buradan ben CHP’nin genel müdürüne soruyorum. Evinden 2,5 milyon Euro çıkan (Sinan Aygün) şahsı siz neden milletvekili yaptınız?"
***
Ertesi gün ise Süleyman Aslan ve Reza Zarrab için 'tanırım iyi çocuklardır' açıklaması yapacaktı:
"Hükümete, millete, milli iradeye yönelik bir operasyondur. Eğer yolsuzluktan bahsediliyorsa, bugüne kadar yazılanlardan milletin, devletin malına yönelik bir zarar okudunuz mu? Halkbank Genel Müdürü'nün evinde çıkan paranın bankayla ilişkilendirilmesi vatana ihanettir. Yazılanlardan okuduğum kadarıyla Çorum Osmancık İmam Hatip Lisesi'yle ilgili verilmiş bir söz var. Reza Zarrab altın ihracatı yapan bir zat. Ülkeye katkısının olduğunu biliyorum. Hayır işlerine girdiğini biliyorum."
***
Aradan geçen 3 buçuk yılda Erdoğan, Reza Zarrab ve Halkbank'ı hep savunmaya, operasyonu yapanları ise darbeyle suçlamaya devam etti.
Ta ki Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, 28 Mart'ta ABD'de tutuklanana kadar...
Atilla'ya yönelik suçlamalar çok ağırdı.
"ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımları delmek"le suçlanıyordu.
Mehmet Hakan Atilla ve Reza Zarrab'la ilgili dosyaya kısa süre önce 'savaş suçu' da eklendi.
Aslında suçlanan Hakan Atilla değil Türkiye Cumhuriyeti devletinin bankası Halkbank ve AKP iktidarıydı.
Gözler bir kez daha Erdoğan'a çevrildi.
Ama Cumhurbaşkanı aradan geçen 17 günde şu ana kadar tek kelime etmedi.
Oysa referanduma giderken Cumhurbaşkanı'nın eline tarihi bir fırsat geçmişti.
Tıpkı 30 Mart öncesinde olduğu gibi meydanlarda Halkbank'a kurulan 'uluslararası kumpas'ı anlatabilirdi.
ABD'yi, yargı mercilerini 'darbe'yle suçlayabilirdi.
'Şantaj montaj dublaj' açıklamaları yapabilirdi.
Avrupa Birliği'ne Almanya'ya Hollanda'ya ve diğerlerine yaptığı gibi 'Eyyyy Trump' diyebilirdi.
Hiç birini yap(a)madı.
NİYE?
***
Niye 17 Aralık sabahı 08:02'de oğlu Bilal'e sıfırla talimatı verdiği gibi kısık sesle dahi olsa Halkbank'ı ve müdürünü ABD nezdinde savunmadı?
Niye Reza'ya gösterdiği şefkati(!) devlet bankasının müdüründen esirgedi?
Niye Zarrab'ın avukatları ile gizli saklı Ankara'da görüştü?
Niye ABD'li savcıyı meydanlarda 'Ey militan savcı' diyerek yuhalatmadı?
Niye AKP tabanında Batı karşıtlığı bu kadar prim yaparken 'Eyyy Trump' demedi?
***
Yoksa bu büyük suskunluk sıfırlanma korkusu mu?
Fatih Akalan