Sözcü gazetesi yazarı Deniz Zeyrek, bizzat Erdoğan’ın açıkladığı “İnsan Hakları Eylem Planı”nda (İHEP) bazı ifadelerin insan hakları konusunda dünya genelinde kaleme alınmış, benimsenmiş “evrensel” ilkelerin kopyası olduğunu yazdı.
“Hiç sağa sola çekmeyeceğim” diyen Zeyrek, “İHEP'nın dayandığı 11 ilke, insan hakları konusunda dünya genelinde kaleme alınmış, benimsenmiş ‘evrensel’ ilkelerin kopyası. Hatta birçoğu, uluslararası metinlerdeki cümlelerle birebir aynı” ifadelerini kullandı.
Metinde kullanılan benzerlikleri de yan yana koyan Zeyrek, eylem planında “Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilebilmek için kıdem şartı da getiriyoruz. Unvanlı görevler için de kıdem şartı aranacak” maddesine karşılık İrfan Fidan’ın önce Yargıtay oradan da görev yapmadan Anayasa Mahkemesine atamasını hatırlattı.
Zeyrek’in Sözcü’deki yazısı şöyle:
Şunlar evrensel insan hakları metinlerinde en çok kullanılan ifade ve tamamlamalardır:
“İnsan onuru”, “hukukun etkin korunması”, “herkes hukuk önünde eşittir”, “kamu hizmetinin tarafsız sunulması”, “Açık, anlaşılır, öngörülebilir kuralları olan mevzuat”, “Girişim hürriyeti”, “lekelenmeme hakkı”, “suçun şahsiliği”, “Hiç kimse eleştirileri veya düşünce açıklamaları nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz”, “Bağımsız ve tarafsız yargı”, “hukuk devleti”, “hak ve özgürlükler”, ”Adalete erişim”.
Açın bakın İHEP'na, göreceksiniz: Bu sözcükler, ifadeler, tamlamalar onlarca kez geçiyor.
Sadece bu son İHEP'nda mı?
AK Parti'nin bugüne dek açıkladığı 10'dan fazla Avrupa Birliği uyum paketinde, üç dört insan hakları eylem planında da yüzlerce kez aynı ifadeler kullanılmıştı.
***
O halde açıklanan son plana nasıl bakmalıyız?
Benim tercihim, “söylem”e değil “eylem”e bakmak. Teoride kulağa hoş gelen o ilkelerin, hedeflerin pratikte ne kadar hayata geçirildiğini araştırmak.
Gelin İHEP'ndaki bazı vaatler üzerinden giderek ne demek istediğimi açalım:
Örneğin uzun yargılama zararlarını karşılamak için “İnsan Hakları Tazminat Komisyonu” kurulması isteniyor. Oysa Adalet Bakanlığı bünyesinde aynı isimle, aynı amaçla kurulmuş bir komisyon var. 6384 sayılı kanunla kurulan komisyon, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı veya mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla ve 23 Eylül 2012 tarihi itibarıyla AİHM'e yapılmış başvurulara bakmakla görevlendirilmişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da 2019'da bir kararname yayınlayarak bu komisyonun yetki alanını genişletmişti.
Örneğin, cezaevlerinde insan hakları odaklı denetim yapacak bir “Ceza İnfaz Kurumları İnsan Hakları İzleme Komisyonu” kurulacakmış. 2001 tarihli, 4682 sayılı kanuna göz atmanızı rica ediyorum. AB'ye uyum için bir “Cezaevleri İzleme Kurulu” oluşturulmuştu zaten. Hem de kanunla. Üstelik 2007'de bu kurulun görev alanı daha da genişletilmiş. Hatta 6. maddesinin 3. fıkrasıyla TBMM İnsan Hakları Komisyonu'yla doğrudan ilişkilendirilmiş.
Devam edelim mi?
Örneğin, “Hakim ve savcılara coğrafi teminat” meselesi yaklaşık 15 yıldır konuşuluyor. Ancak artık hakim ve savcılar AK Parti teşkilatlarındaki avukatlardan seçildiğinden “coğrafi teminat” yargı mensubunu iktidar gücü karşısında korumaktan çok iktidara yakın yargı mensupları için “avantaja” dönüşebiliyor. Geçmişte büyük kentlerdeki adliyelere ancak Anadolu'da 10-15 yıl görev yaptıktan sonra gelinebiliyordu. Bu gelenek dahi bozulmuş durumda.
Başka bir örnek: Eylem planında “Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilebilmek için kıdem şartı da getiriyoruz. Unvanlı görevler için de kıdem şartı aranacak” yazıyor. Hatırlar mısınız Yargıtay'a ve Danıştay'a üyelik için 15 yıl deneyim aranıyordu. Bu kuralı kim kaldırdı? Aynı konuda bir soru daha: Eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan'ın Yargıtay üyeliğine seçilmesi, oradan Anayasa Mahkemesi'ne sıçraması Yargıtay ve Danıştay ile ilgili bu vaatle ne kadar örtüşüyor?
Eylem planındaki “ifade, örgütlenme ve din özgürlükleri” konusuna, “eşitlik, masumiyet” ilkelerine, “lekelenmeme” hakkına hiç girmeyeyim. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin başına gelenleri, LGBTİ bireylere yönelik çirkin ithamları, yazılarından dolayı hapis yatan gazetecileri anımsatıyorum.
Mesela, “tutuklamada somut delile dayanma şartı” getirilecekmiş, tutuklanma istisna tedbir olacakmış. Bunlar zaten vardı. “Makul şüphe” kavramı getirilerek tutukluluk istisna değil rutin önlem haline geldi. Neticede kurşun atanların 20 günde çıktığı, tweet atanların tutuklandığı bir ülke haline geldik.
İşkence iddialarıyla ilgili soruşturmalarda zaman aşımı kaldırılıyormuş. “Zaman aşımı” ifadesini duyunca aklıma
AK Partili Özlem Zengin'in gözaltında çıplak arandıklarını iddia eden başörtülü kadınlar için söylediği “Onurlu kadın, ahlaklı kadın BİR SENE beklemez”
sözleri geldi.
Sanırım meramımı anlatmam için bunlar yeterlidir. Türkiye'de insan haklarını ve demokrasiyi iyileştirmek için yeni bir plana gerek yok, “eylem” yeter.
Eyleme geçebiliyor musunuz onu gösterin!