Kişisel serveti ve uluslararası boyuttaki hukuksuzlukları, Türkiye
için artık bir milli güvenlik meselesi haline gelen Erdoğan, satranç
oyuncusu gibi hareket ediyor.
Her ne zaman bir ülke, Türkiye’den
taviz koparmak istese, Erdoğan’ı hırsızlıkla elde ettiği servetini ve
uluslararası suçlarını koz olarak kullanıyor ve istediğini alıyor.
Türkiye’nin menfaatleri, Erdoğan’ın yolsuzluklarının kurbanı oluyor.
Erdoğan,
her geçen gün daha da güçlenen koltuğunu kaybetme riskini azaltmak
için, kendisini iktidara getiren değerleri, söylemleri ve politikaları
bir bir terk ediyor.
İç ve dış politikadaki zikzaklarına trolleri
bile yetişemiyor. “Her şey Saray için” felsefesi ile hareket ediyor
Erdoğan ve ne var ne yok, haraç mezat satıyor, harcıyor.
Erdoğan
için ülkenin menfaatleri ve kendisini iktidara getiren tüm değerler
birer piyon; Sarayı ise vazgeçemeyeceği veziri hükmünde.
Tüm despot diktatörlerinin siyasetteki evrelerini sırasıyla yaşıyor.
Erdoğan,
“3Y ile mücadele” sloganı ile iktidar olmuştu. Yolsuzluklarla,
yoksullukla ve yasaklarla mücadele edecek ve Türkiye’yi huzura
kavuşturacaktı.
Her biri bir piyon ya da satranç tahtasının arka sırasındaki önemli taşlardandı bu değerler.
17-25
Aralık yolsuzluk operasyonları sayesinde, Türkiye ve tüm dünya gördü
ki, Erdoğan bırakın yolsuzluklarla mücadele etmeyi, gırtlağına kadar
yolsuzluğa batmış bir despottu. Erdoğan’ın dürüstlük, yetim hakkı ve
sade hayat şeklinde sloganlaştırdığı değerlerle hiçbir alakasının
olmadığını cümle alem görmüş oldu. En önemli taşlarını bu süreçte
kaybetti Erdoğan.
Bilhassa 2011 yılından itibaren artarak devam
eden hukuksuzluklar, yargının Saray’a kapıkulu yapılıp en küçük bir
eleştiri yapanın dahi hapse tıkılması uygulamaları, Erdoğan’ın
yasaklarla mücadele etmek gibi bir derdinin olmadığını ortaya koydu.
Sahte
rakamlarla halkı aldatma vazifesi verilen TÜİK’in istatistiklerinde
bile enflasyon yüzde 80’e çıktı. Halk açlıkla, yoklukla, yoksullukla baş
başa kaldı. Saray’da muhteşem bir saltanat içinde yaşayan Erdoğan’ın
halkın yoksulluğunu zerre kadar umursamadığı bu vesile ile anlaşılmış
oldu. Belki kale mahiyetinde çok önemli bir taşını daha kaybetti
Erdoğan.
Erdoğan, yakın geçmişte, Mısır’da Muhammed
Mursi’nin başında olduğu Müslüman Kardeşler iktidarını devirerek başa
gelen Abdülfettah Sisi’ye demediğini bırakmadı, hakaret yağdırdı.
Türkiye’de muhalefeti, Sisi yanlısı olmakla suçladı. Şimdilerde ise
Sisi’den randevu alabilmek için atmadık takla bırakmıyor ama henüz
istediği cevabı alabilmiş değil. Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki
faaliyetlerini sona erdirmesi de Sisi’nin olumlu cevap vermesine
yetmiyor.
Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti üzerinden Suudi
Arabistan veliaht prensi MUhammed bin Selman’a dair olan zikzakları da
malum. Fırıldak kelimesi, söz konusu tabloyu açıklamaya kafi değil.
15
Temmuz’un arkasında olmakla suçladığı Birleşik Arap Emirlikleri’yle
olan ilişkileri ve dönüşleri apayrı bir rezalet. Birleşik Arap
Emirlikleri, Sedat Peker’i, Erdoğan’ı dize getirmek için halen faal bir
koz olarak kullanıyor ve istediğini de alıyor.
Erdoğan, 2011
yılından itibaren, El Kaide ve IŞİD gibi terör örgütlerini destekleyerek
Suriye’de iç savaşın çıkmasında büyük pay sahibi oldu. “Emevi Camii’nde
namaz kılacağız” diyerek kitlesini aldattı. Hayallere kapılan troller,
Halep’e 82 plakasını dahi takmışlardı sosyal medyada. Ancak gelinen
noktada, milyonlarca insan hayatını kaybetmiş ve yurdundan olmuş bir
vaziyette iken, şimdi Erdoğan, Beşar Esad’ı kendisiyle görüşmeye ikna
edebilmek için dil döküyor. Bu sayede, “Sünni İslam dünyasının lideri,
hamisi ve halifesi” algısını da yerle bir etti Erdoğan. Satrançta en
önemli taşlarından birini daha feda etmiş oldu.
“ABD’ye kafa
tutan cesur yürek” algısının kaymağını da çok yemişti Erdoğan. Kapalı
kapılar arkasında pusuk ve tavizkar, halkın önünde ise bambaşka
delikanlı bir profil çiziyordu. Ancak yolsuzluk ve hukuksuzlukları, yani
gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra, ABD ile olan vitrin ilişkileri
değişti. Eski başkan Barack Obama telefonlarına çıkmıyor, bir sonraki
başkan Donald Trump, siyasi tarihte eşi görülmemiş bir hakaret mektubu
gönderip tehdit ediyor ve mevcut başkan Joe Biden ise kaale almadığını
her fırsatta gösteriyordu.
Erdoğan ise tüm bu hakaret ve
aşağılamaları, koltuğun koruyabilmek için sineye çekiyordu. Yahudi
lobilerine şirin gözükme çabalarını da esirgemiyordu tabi bu arada.
Siyasal
İslamcılar ve elbette kendisi için getirisi en yüksek, en temel
istismar aygıtı olan Filistin davasını da harcadı Erdoğan. Davos’taki
One Minute’ün ve Mavi Marmara saldırısı üzerinden koyduğu postalarının
tamamen yalan olduğunu tarih açıkça gösterdi. Türkiye’ye gelmesi için
yalvardığı İsrail Cumhurbaşkanı İsaac Herzog’u fevkalade bir törenle
karşıladı ve ağırladı. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının olduğu
ve çocukların öldüğü günlerde, İsrail’e büyükelçi atayacaklarını
açıkladı ve “Siyasette küslük olmaz” dedi.
Arka sıradaki en önemli taşlarından birini daha feda etti “Filistin davası”nı satarak.
Şimdi
elinde sadece vezir kaldı. Şah’ın ne olduğu zaten aşikar, “şahsım” diye
tanımladığı kendisi oluyor. Veziri ise Cumhurbaşkanlığı koltuğu, yani
Sarayı.
Erdoğan şu an içeride Ergenekon, mafya, kadim kanlı derin
devlet yapılanması ve dışarıda da kirli odaklarla ittifak ederek
Sarayını ve saltanatını korumaya çalışıyor. Elinde vezirden başka hiçbir
taş kalmadı, diğer taşlarını tek tek harcadı.
Hala,
Cumhurbaşkanlığı konumundan aldığı güçle, kendisine biat etmeyen
çevrelere saldırmaya devam ediyor. Ancak bunu yaparken de kirli
ittifakların gereği olarak, her gün yeni rezil icraatlara imza atıyor.
Derin
devlet yapılanmasının koltuk değnekleri ile ayakta duruyormuş gibi
görünen veziri, yani Sarayı, onu malum sondan kurtaramayacak elbette.
Sarayda geçirdiği her yeni gün, koltuğunu korumak için attığı her adım, onu bataklığın dibine daha da yaklaştırıyor.
Sadece
kendisini bitirmiyor pek tabi. Siyasal İslamcıların halkı ikna etmek
için kullandığı istismar unsurlarını, tabiri caizse taşları da şahsi
malıymış gibi harcıyor, saltanatı için feda ediyor.