Türkiye hem ekonomik hem siyasi bir kavşaktan geçiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her konuşmasında, dış dünyayı hedef alan konuşmalar yapıyor. Hasım olarak gördüğü dışarısı ve küresel kapitaldeki gelişmeler, 2008’den sonra olduğu gibi bir kez daha Erdoğan’ın ekonomide işine yarayabilir.
Türkiye, AKP iktidarı yönetiminde 17 yılını geride bıraktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis kürsüsünde, 17 yılda ülkenin geldiği noktayı kamuoyuyla paylaşırken, ekonomiye dair pembe bir tablo çizdi, ülke içinde yaşananlardan ise ABD ve Avrupa ülkelerini sorumlu tuttu.
Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınmasıyla, faizlerin ve dolayısıyla enflasyonun düştüğünü, büyümenin ve yatırımların önünün açıldığını söyledi. DW Türkçe, Cumhurbaşkanı’nın çizdiği ekonomik fotoğrafı ve öngörüsünü, uluslararası yatırım danışmanı kuruluşların Türkiye yöneticilerine sordu. Uzmanlara göre, ‘içeriden ziyade dışarıdaki gelişmeler’, Türkiye ekonomisinin lehine gelişiyor.
17 yılda, 17'nci sıradan 20'nciliğe geriledi
Ülkenin bu süre zarfında ortalama yılda yüzde 5,6 büyüdüğünü ve satın alma paritesine göre dünyanın 13’üncü büyük ekonomisi haline geldiğini duyuran Erdoğan, “Küçük bir hamleyle bu listede kısa sürede birkaç basamak birden yükselebilecek bir yerdeyiz” dedi. Uluslararası kuruluşların verileri Erdoğan’ı doğrulamıyor.
AKP’nin iktidara geldiği dönemde de dünyanın 20 büyük ekonomisi içinde 17'inci sırada yer alan Türkiye, bu dönemde bir ara 16'ncı sıraya kadar yükseldi. IMF’nin son yayınladığı Nisan raporuna göre dört basamak gerileyerek, 20'nci sırada yer aldı. OECD’nin bu yıl Mart ayında yayınladığı ülke sıralamasında Türkiye, 36 ülke içinde, 28 bin 205 dolarlık kişi başına gelirle, Meksika ve Şili’nin önünde 34'ncü sırada yer alıyor.
Yüzde 5'lik büyüme hayal
Uluslararası ekonomi uzmanları, Erdoğan ve hükümetinin, enflasyon, faiz ve büyüme öngörülerini ‘bir temenniler bütünü’ şeklinde nitelendirdi. Türkiye’nin makro görünümünün altı ay öncesinden daha kötü olduğunu söyleyen ABD merkezli global danışmanlık firması Teneo’nun eş başkanı Wolfango Piccoli, DW Türkçe’ye verdiği mülakatta, “Gelecek yıl için yüzde 5’lik büyüme hedefi çok açıkça gerçekçi değil. Bu sadece hükümetin dileği gibi görünüyor. Türkiye ekonomisi gelecek yıl yüzde 2-2,5 oranında büyür. Bunun nedeni de, ekonominin gerçek zayıflıklarının, hükümet tarafından hâlâ görülmemesi. Hükümet hâlâ doğru yönde gitmiyor” dedi.
Uluslararası finans kuruluşlarının çatı örgütü IIF'nin (Uluslararası Finans Enstitüsü) Doğu Avrupa Araştırma Direktörü Uğraş Ülkü, ekonomideki göreceli iyileşmenin hükümetin harcamalarından kaynaklandığını, finans, kredi ve yatırım ayağının büyümeyi desteklemediğini belirterek, yıl sonunda yüzde 0,2, gelecek yıl için ise yüzde 2,2'lik büyüme öngördüklerini söyledi. Ülkü, reel sektörün 2008’den bu yana borçlarının iki kat artarak milli gelirin yüzde 70’ine ulaşması ile reel sektörün güveni ve yatırımlarının yüzde 5’lik hedefi desteklemediğini söyledi.
Ülkü, hükümetin yüksek büyüme hedefi için uygulayacağı politikaların Türkiye’nin ihracat odaklı olması gereken büyüme modelini, tüketim odaklı büyümeye dönüştürme riski olduğunu vurguladı. Ülkü, hükümetin tüketimi teşvik etmesi halinde, enflasyon ve bütçe açığı gibi makroekonomik dengesizliklerin artarak, yeni bir durgunluğun tetikleneceğini ileri sürdü.
Enflasyonda çift hane beklentisi
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin ekonomik büyümesini 2020 için yüzde 1,8 öngören Fitch Ratings, bu oranı yüzde 3,1'e revize etti. Fitch Ratings ülke grup direktörü Douglas Winston, büyüme oranının güncellenme gerekçesini DW Türkçe’ye şöyle açıkladı:
"Ödemeler dengesindeki iyileşme, bankaların ve iştiraklerinin dış finans ihtiyacının istikrarlı olması ve uluslararası rezervlerin görece artması, enflasyonun düşüşü ve faiz indirimine rağmen TL’de beklenen değer kaybının olmaması, büyüme oranlarını güncelleme ihtiyacını doğurdu.”
Uzmanlar, Merkez Bankası’nın yıl sonunda yüzde 12, gelecek yıl yüzde 8,2 oranındaki enflasyon beklentisine katılmadı. Fitch Ratings Direktörü Winslow, uzun süreli, yapışkan ve yüksek enflasyon birleşiminin devam edeceğini öngördüklerini ve bu nedenle enflasyon oranını 2020’de yüzde 12 olarak tahmin ettiklerini söyledi. IIF tahminlerine göre de enflasyon bu yıl ve gelecek yıl yüzde 13’lerde olacak.
Türkiye’nin avantajı dışarısı
Yatırım ve finansman ihtiyacı devam eden Türkiye için, uluslararası piyasalardaki gelişmeler umut verici oldu. 2008'deki küresel krizin ardından, uluslararası merkez bankalarının para basması ve faiz indirimine gitmeleri, finans kapitali, hisse senedi, tahvil gibi kısa vadeli portföy yatırımları için Türkiye gibi yüksek faiz veren gelişmekte olan ülkelere yöneltti. Uluslararası piyasalarda benzer bir dönem yeniden yaşanıyor. Uzmanlara göre bu durum, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu finans açısından olumlu olabilir. Ancak, ‘sıcak para’ denen bu sermaye, ülke kaynaklarına yatırım yapmıyor ve en ufak bir oynaklıkta ülkeyi terk ediyor.
Uluslararası finansta yaşanan bu durum Fitch’den Moody's'e kadar bütün yatırım kuruluşlarının raporlarında, Türkiye için bir avantaj olarak sunuluyor.
"Türkiye için durumu altı ay önceden daha iyi hale getiren, Türkiye'nin içerisi değil, dışarıdaki gelişmeler” diyerek bu duruma işaret eden Piccoli, “Dış çevre, gelişmekte olan pazarlar için daha destekleyici hale geldi. Özellikle Türkiye gibi portföy yatırımlarına ihtiyacı olan ülkeler için dışarıdaki gelişmeler, daha avantajlı oldu” dedi. Moody's'e göre de, global para politikası ortamı Türkiye için destekleyici ancak ülkenin temel dış politik riskleri devam ediyor.
Dış yatırım yok
IIF'nin verilerine göre, Eylül ortasından bu yana yerleşik olmayanların portföy yatırımları durdu. Piccoli, Türkiye ekonomisine yatırım yapmak isteyen yatırımcı olmadığını belirterek, “Yabancı yatırım açısından Türkiye’nin durumu hâlâ kaotik. Volkswagen gibi büyük bir yatırım askıda. Şimdi, düşünüyorlar ama ben tekrar geleceğinden şüpheliyim” dedi.
Piccoli, yabancıların Türkiye’ye soğuk bakmalarının birkaç nedenini şöyle sıraladı:
“Kaotik, belirsiz, hepsinin üzerinde ekonomi zayıf. Ekonomik verilerin güvenilirliği konusunda artan bir endişe var. Politik amaçlarla verilerin çarpıtıldığı yönünde soru işaretleri giderek artıyor.”