ADEM YAVUZ ARSLAN- TR724.COM
Süslü cümleler, diplomatik ifadeler kullanmaya gerek yok.
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın, erken seçimde aday olma ihtimali olan Abdullah Gül’ü adaylıktan vazgeçirmek için ziyaret etmesi darbedir.
Doğrudan siyasete müdahaledir. Anayasaya ve yasalara göre suçtur.
Eğer ülkede hukuk işlese, muhalefet siyaset üretse, sivil toplum sahaya inse bu müdahalenin açık sonuçları olurdu.
Ancak olmadı.
Skandalın bir tarafı ‘sanki böyle bir müdahale olmamış gibi’ davranırken öbür tarafı da ‘siz ne hakla bana Genelkurmay Başkanını yollarsınız?’ diyemedi.
GÜL ADINI TEMİZE ÇIKARABİLİRDİ!
Bu arada birkaç cümle ile Abdullah Gül’ün muhtemel adaylığına dair bir şeyler söylemem şart.
Çünkü cevap hakkı doğdu.
Gazetemiz ve televizyonlarımız gasp edilip kapatıldığı için gazetecilik yapabileceğimiz tek mecra sosyal medya kaldı.
Gerçi yaklaşık yarım milyon takipçili Twitter hesabım da ‘milli güvenlik riski’ denilerek Türkiye’den erişime kapatıldı.
Birkaç yüz bin kişi de ‘korkudan’ takibi bıraktı.
Pes edip kenara çekilecek halimiz olmadığı için yeni bir hesap açtım ve oradan yazıp çizmeye, anlatmaya devam ediyorum.
O hesaptan ‘çatı aday’ tartışmalarına dair kısa bir analiz yapmıştım.
O birkaç cümlem son günlerde onlarca habere konu oldu. Havuz medyası ‘Gül’ün sahaya inmesi gerektiği’ yönündeki analizimi ‘işte talimat’ olarak haberleştirdi.
Komplo teorilerinin, akla ziyan senaryoların haddi hesabı yoktu. Neyse ki Gül aday olmadı da ben ‘üst akıl’ olmaktan kurtuldum!
Gül’e dönersem.
Bu köşeyi okuyanlar Gül’e karşı düşüncemi bilir.
Bugün yaşadığımız tüm hukuksuzlukların, anti demokratik uygulamaların, zulümlerin yarısını Gül’ün hanesine yazabiliriz.
Görev süresinin son döneminde imzaladığı anti demokratik yasalarla zulüm döneminin kapısını araladı.
Erdoğan’ın önüne adeta kırmızı halılar serdi.
Kendisinin de fikrine önem verdiği, dinlediği insanların hepsi ‘bu yasaları imzalamayın, bunun sonu diktatörlüktür’ dedikleri halde uyarılara kulak tıkadı.
Geldiğimiz yer malum.
Hayat herkese ikinci bir şansı vermiyor. Fakat kader bir şekilde Abdullah Gül’e ‘hatalarını düzeltme fırsatı’ vermişti.
Gül demokratik değerlere vurgu yapan bir manifesto ile sahaya çıksa Tayyip Erdoğan’ı sandıkta yenebilirdi.
Peki ne oldu?
Gül her zamanki ‘garanticiliği’ ve ‘armut pişip ağzıma düşsün, düşerken de çöpü ve çekirdekleri de ayrılsın’ diye bekledi. Risk alması gereken bir dönemde kenara çekildi.
Ve tarihi fırsat heba edildi.
Gül, raydan çıkmasına büyük katkı sağladığı Türkiye’yi tekrar rayına oturtabilir, demokrasi ve insan hakları konularında tabloyu pozitife çevirebilirdi. Benim de ‘Gül sahaya inmeli’ argümanımın temeli bu olasılıktı.
Ama olmadı.
Gül hukuka dönülmesi fırsatını heba ettiği gibi hatasını düzeltme imkanını da bonkörce harcadı.
Yarınlar ne getirir bilinmez ama Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış bir ismin siyasi yaşamı ‘Erdoğan’a diktatörlük yolunu açan adam’ olarak son buldu.
AKAR YENİDEN DARBE YAPAR MI?
Bu aşamada Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve İbrahim Kalın’ın seçimlerde aday olması beklenen Gül’e ziyaretine dönelim.
Bu ziyaret ‘Erdoğan rejiminin karakterini’ göstermesi açısından eşi bulunmaz bir örnek.
Düşünsenize, size rakip olması muhtemel bir siyasetçiyi ‘ikna etmesi için’ Genelkurmay Başkanını yolluyorsunuz.
Hem de karar arefesinde. Rakibiniz de ‘mesajı alıp’ yarıştan çekiliyor.
Girişte de söylediğim gibi, lafı eğip bükmeye gerek yok. Bu açıkça siyasete müdahaledir ve literatürdeki karşılığı darbedir.
Böylece Hulusi Akar, ‘görev süresince iki darbe birden yapan Genelkurmay Başkanı’ olarak tarihe geçmiş oldu.
Tabi ki Akar’ın Gül’e yaptığı ziyareti ‘darbe’ olarak görmeyenler bahsettiğim ‘birinci darbeyi’ de kavrayamamıştır.
Onu da basitçe anlatayım.
Hulusi Akar’ın kariyerindeki ilk darbe 15 Temmuz’dur. Kurgulanmasından icraasına kadar her aşamasında aktif olarak yer almış ve kendisine verilen rolü eksiksiz yerine getirmiştir.
Her ne kadar senaryo gereği darbeye direnmiş gözükse de 15 Temmuz Hulusi Akar’sız yapılamazdı.
Akar’a rağmen hiç yapılamazdı.
Zira darbeye karşı bir Genelkurmay Başkanı’nın yapacağı bellidir. Bir darbeyi önlemek, darbe yapmaktan çok çok daha kolaydır.
MECLİSTEN KAÇIRILAN AKAR YARGIDAN DA KAÇIRILDI
Tezimi iddialı buluyorsanız buyurun 15 Temmuz ve öncesine gidelim.
Hem Akar’ın taraf olduğu olayları hem de Genelkurmay Karargahı’nda yaşanan olayları analiz edelim.
Bakalım bu darbe Akar’a rağmen mi yapılmış yoksa Akar’ın bizzat içinde olduğu bir kurgu mu?
Gerçi 15 Temmuz ve öncesine gidelim çağrım lafın gelişi. Çünkü Hulusi Akar ve o dönemin komuta kademesine, ne TBMM ne de savcılık gerekli soruları sormadı. Kimsenin ‘15 Temmuz aydınlatılsın’ gibi bir derdi yok!
Daha önce bu köşede 15 Temmuz’da Genelkurmay Karargahı’nda yaşananlara dair çok yazı yazdım.
O sorular, şüpheler hala ortada duruyor.
Uzunca bir zamandır hiçbir AKP’linin nikah şahitliğini kaçırmayan, üniversite hocalarına konferanslar veren, Erdoğan’ın tüm yurt dışı seyahatlerine katılan Akar, 15 Temmuz gibi çok kritik bir konuda TBMM’ye gidip milletin vekillerinin önüne çıkmazken, ‘millet adına’ karar veren mahkemeye de gitmedi.
Belki mahkemeye gider ve sanık avukatlarının sorularına muhatap olursa bazı sorular cevaplanır diye beklemiştik ama Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi Org. Akar ve Org. Güler için ‘gizli celse’ açtı.
Mahkeme sanık avukatlarına bile haber vermeden Akar ve Güler’i dinledi. Tabi sorulması gereken sorular yine sorulmadı.
AKAR SENARYONUN PARÇASI DEĞİLSE?
Hatırlanacağı gibi 15 Temmuz akşamının meşhur düğününe ev sahipliği yapan Org. Mehmet Şanver, Habertürk’te yaptığı açıklamada Org. Akın Öztürk’ün darbenin 1 numarası olamayacağını söyleyip “Darbeciler içinde hala TSK’da aktif görevde olanlar var” demişti.
Böyle hayati bir konuda kimse Akar’a “Kim bu darbeciler?” ya da “TSK içinde hala aktif darbeciler var, açıklamasına ne diyorsunuz?” diye sormadı.
Resmi 15 Temmuz senaryosuna göre binbaşı O.K. ihbarı yaptıktan iki saat sonra MİT müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e telefonla ‘durumu’ iletiyor.
Saat 18’de Fidan Genelkurmay’a gidiyor. Ardından da Akar, ‘Türk hava sahasını her türlü askeri uçuşa yasaklıyorum’ diyor.
Yani Genelkurmay Başkanı bu saat itibariyle cuntadan haberdar.
Ama ‘iki dakikada açığa çıkarılacak olan darbeyi’ önlemeye dair adım atmıyor. Kuvvet komutanları ile görüşmüyor.
Cumhurbaşkanı ve Başbakanı bilgilendirmiyor. İçişleri Bakanı ile konuşmuyor. Mahkemede bu konulara dair soru sormuyor.
Akar’ın darbeyi önlemek için neler yapabileceğinin listesi uzun.
Bir cümlelik basın bülteni hatta ‘tweet’ bile darbeyi önleyebilirdi. ‘Personel kışlayı terk etmesin’ dese darbe baştan önlenecek fakat bu kritik adımı ‘nedense’ atmıyor.
Fakat hiçbir şey yapmadığı gibi gece boyunca ‘darbecilerle birlikteymiş’ imajı verdi. İfadeler, güvenlik kamerası kayıtları gösteriyor ki Akar’ın Akıncı Üssü’nde esir alınmış bir hali yok.
Akın Öztürk’ün ifadesiyle ‘önünde telefon var ve istediği kişiyle görüşebilir’ durumda fakat o yapmıyor.
Olayların çığırından çıkmasını bekliyor.
Darbe sonrası kendi talimatıyla hareket eden isimleri ‘darbeci’ diye tutuklatıyor. Bu noktada Org. Akın Öztürk’ün durumu ibretlik.
Çünkü darbe girişiminin lideri denen Öztürk’e dair bizzat Genelkurmay iki açıklama yaptı ve bu açıklamalar taban tabana zıt.
Malûm olduğu üzere Genelkurmay Başkanlığı 15 Temmuz’dan sonra biri 19 Temmuz, diğeri 21 Temmuz olmak üzere iki açıklama yaptı. Akın Öztürk’ten Akıncı Üssü’ne gitmesinin istendiği açıklama da var.
Nedense bu açıklama daha sonra kaldırıldı.
Ayrıca Genelkurmay’ın darbeden 5 gün sonra hazırladığı raporda Akın Öztürk ‘rehine’ olarak gösteriliyor.
Akın Öztürk’ün mahkeme ifadeleri ortada. Akar’ı şahit göstermişti. Akar, gizli celsede Öztürk’ün durumuna dair karmaşaya da bir açıklık getirebilirdi ama yapmadı.
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Meclis Komisyonu’na gönderdiği yazılı metinde, O.K.’nın ihbarından sonra MİT ve Genelkurmay arasında sürdürülen iletişimin ardından, bizzat kendisinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı telefonla arayarak Genelkurmay’a davet ettiğini anlatıyor.
Oysa Hulusi Akar, darbe girişiminden üç gün sonra, 18 Temmuz’da savcılığa tanık olarak verdiği ifadesinde, O.K.’nın ihbarından sonra Hakan Fidan’ın Genelkurmay binasına gelip kendisiyle görüştüğü bilgisine yer vermiyordu.
Akar’ın ifadelerindeki bu farkın izahını yapması gerekiyor.
Zira darbe gibi hayati bir olayla ilgili Fidan’ın Genelkurmay’a davet edilmesini ve onunla yaptığı görüşmeyi unutmuş olamaz.
Akar’ın ÖKK’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile yaptığı uzun toplantılara dair cevaplaması gereken başka sorular da var.
Fakat kimse ne mahkeme ne de medya Akar’a sorulması gereken soruları sorabildi.
AKAR KENDİ ORDUSUNA DA DARBE YAPTI
15 Temmuz ve sonrasında yaşananlar Türkiye Cumhuriyeti tarihine utanç vesikası olarak geçti.
Yüz binlerce insan mağdur oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin en büyük darbesini yedi.
Kurmay subaylarının yüzde 90’ı uzaklaştırıldı.
Her iki generalden birisi, darbeye direnen, darbeye karışmamış binlerce subay astsubay tutuklandı. Orgeneral seviyesindeki isimler bile öyle ağır işkenceler gördüler ki yaşadıklarını mahkemede anlatmaya ‘utandılar’.
Askeri okullar kapatıldı. Yüksek Askerî Şûra’nın yapısı değiştirildi. Genelkurmay Başkanlığı sembolik bir hale getirildi.
Normal şartlarda onlarca yılda yapılabilecek yapısal değişiklikler birer KHK ile geçirildi.
Akar hala sessiz. Üstelik görevine devam ediyor.
Daha önce bu köşede şu yorumu yapmıştım: “Eğer ‘işin planlayıcılarından biri değilse’ çoktan görevden alınması gerekirdi. Sonuçta emrinizdeki askerler darbe planlıyor, siz haber alamıyorsunuz, ihbara rağmen önleyemiyorsunuz ve 249 kişi hayatını kaybediyor.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve yönetim kademesi darbe girişimini eşinden dostundan, eniştesinden öğreniyor!
Eğer hala görevde iseniz o zaman ‘işin planlayıcılarından’ biri olduğunuz anlamı çıkar.”
Akar’ın Erdoğan adına Gül’ü ziyarete gitmesi ve adaylıktan vazgeçirmesi ‘eksik kareyi’ tamamlama adına önemli bir gelişme oldu.
Böylece Akar kariyerinde ikinci darbeyi de yapan ilk Genelkurmay Başkanı oldu.
Peki bu son olur mu?
Mesela her türlü hile hurda ve adaletsizliklere rağmen sandıktan Erdoğan’ın istemediği bir sonuç çıkması durumunda Hulusi Akar yeniden sahaya inebilir mi?
Bence bu ihtimali yabana atmayın.