Ya da
Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Davudoğlu'nun deyimiyle,
Türkiye, "İlişki yönetimi performansı"nın başarılı bir örneğini daha sergiliyor.
Önce
Suriye Devlet Başkanı Beşşar
Esad geldi (Ziyareti boyunca yüzünün gülmemesinde Humus'taki askeri okullarda
Sünni öğrencilerin isyanının etkisi var mı acaba?
Kuveyt gazetesi "El-Siyasiya" isyandan beş hafta sonra, bugün bile söz konusu okullarda eğitimin başlamadığını, tutuklanan öğrencilerin sorgularının, yani işkencelerinin gecegündüz devam ettiğini yazıyor...)
Esad'ı Suudi
Arabistan Kralı Abdullah izledi (Onun da yüzü pek gülmüyordu; az sonra anlatmaya çalışacağımız
Ortadoğu ufkundaki kara bulutların tedirginliğinden mi acaba?)
Şimdi sıra
İsrail Devlet Başkanı
Şimon Perez ile
Filistin Başkanı Mahmut Abbas'ta.
Biri var olan ama komşularının çoğunca tanınmayan, öbürü ise henüz olmayan ama komşularının tümünce tanınan iki devletin liderleri
Ankara'da.
Yine Davudoğlu'nun sevdiği kavramla Türkiye'yi "Potansiyeliyle orantılı bir küresel aktör konumuna getirmeyi" amaçlayan bu "Ritmik diplomasi", tam da Ortadoğu'nun kaderinin masaya yatırılacağı Annapolis Konferansı arefesine denk geliyor.
Annapolis? ABD'de Maryland eyaletinin başkenti. Oradaki
deniz harp okulunda, bu ayın son haftasında (ABD
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Abbas'ın kulağına fısıldadığı tarihe inanmamız gerekirse, 26 Kasım'da) 60 yıldır bölgeyi kasıp kavuran çatışmaya çözüm bulmak için bir deneme daha yapılacak. Daha açıkçası, diplomasiye bir kez daha (Belki de epeyce bir süre için son) şans tanınacak.
Kara bulutlar toplandı
Çünkü bırakın diplomatları, bölgedeki gelişmeleri azbuz izleyen sıradan insanlar bile barış ve yeni bir savaş seçeneklerinin fiftififti olduğunu görebiliyor.
"Fifti"lerin iyimserler safında yer tutan ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger, Annapolis Konferansı'ndan 2000'deki Camp David Konferansı'na göre daha umutlu olduğunu söylüyor. Gerekçesi: Camp David'de taraflar başta konumlarını açıkladı ama görüşmelerin sonucuna ilişkin güvence vermekten veya bağlayıcı taahhütte bulunmaktan kaçındı. Oysa bu kez, Rice'ın bastırmasıyla görüşmelerin mantığı ters-yüz edildi; sonuca ilişkin güvence olmadan masaya oturulmayacak.
Kissinger'a göre, Camp David başarısızlığı sonrası Taba'daki (
Mısır) randevuda belirlenen olası barış antlaşmasının ana ilkelerinin Annapolis'te antlaşmanın temellerini oluşturması olasılığı hayli yüksek: İsrail'in 1967'deki 6 Gün
Savaşı öncesi sınırlarının tüm Arap alemince tanınması, müstakbel Filistin devletinin Kudüs'ün Arap kesimini başkent yapabilecek şekilde kurulması, 1948'deki ilk savaştan bu yana sürgünde yaşayan Filistinli mültecilerin ve çocuklarının (Hatta torunlarının) İsrail değil ama Filistin topraklarına dönebilmesi, vs, vs...
36 ülkeye davetiye gönderilen (Kaçı olumlu yanıtlayacak henüz bilinmiyor) Annapolis Konferansı da Filistin devletinin ebeliğini yapamazsa geriye tek seçenek kalacak: Yeni bir savaş.
Ancak bu savaş ne 1948'dekine benzeyecek, ne 1956'dakine, ne 1967'dekine, ne de 1973'tekine. Bu savaş Filistin-İsrail, ya da Arap-İsrail çatışması çerçevesinin çok ötesine taşacak; ABD'den İran'a, Hizbullah'tan Hamas'a, kim bilir belki de AB'den El-Kaide'ye kadar simetrik ve asimetrik tüm güçlerin nihai hesaplaşmasına dönüşecek.
Ne yazık ki, saydığımız tüm güçler veya aktörler bu ikinci olasılığa hazırlanıyor. İsrail yenilmezlik unvanını geri almak, ABD bir çırpıda hem Suriye'nin, hem de İran'ın defterini dürmek için. Lübnan'daki, Körfez'deki hesaplar veya art niyetler ise bu sıcak yemeğin garnitürü.
Tanrının çok sevdiği Ortadoğu'da yeni bir mucizeye yol vermesi için dua edin. Yoksa
küçük kıyamet kapıda.