Endişelendirmeme ve yerelleşme 2

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr Osman Şahin 'Endişelendirmeme ve yerelleşme' başlıklı yazı dizisinin ikinci bölümünü okurları için kaleme aldı.

SHABER3.COM

Toplumlarda hayrı, iyiliği ve güzelliği yaymak ve yerleştirmek isteyen insanlar ne kadar iyi niyetli ve toplumların faydasına ne kadar çok güzel projelere sahip olurlarsa olsunlar, güzergâh emniyeti için her zaman temkinli, dengeli ve tedbirli olmak zorunda oldukları konusuna devam ediyoruz…

 
Yapılan hizmetler ne kadar başarılı ise hazımsızlık ve çekememezlik içerisine girenlerin sayısı ve onlardan gelen saldırılar artacaktır. Bu saldırılar düşmanlık içerisindeki en uzak çevrelerden gelebileceği gibi en yakın daire içerisinden de gelebilir:
 

“Hele bu insan yaptığı hayır ve faaliyetlerle insanlığa faydalı, ciddî, imrendirici, göz alıcı güzellikler sergiliyorsa o, daha bir dikkatli olmalıdır. Bu durum karşısında, onu çekemeyen, istemeyen hatta ona karşı gayz ve nefretle magmalar gibi köpürüp duran hazımsızların her zaman var olabileceğini göz önünde bulundurmalıdır.


Hatta aynı yolda beraber koştukları bir şahsın, “Niye o da, ben değilim” diye içten içe söylenip durarak hazımsızlık gösterebileceğini nazardan dûr etmemelidir. Evet, uzun zaman aynı kulvarda koşmuş ve aynı gaye için koşturup durmuş insanlar arasında bile yer yer şeytanın dürtüleriyle başarıları hazmedemeyen, alan paylaşması mülâhazası ve rekabet hissiyle hareket eden, takdir görüp alkışlanan işlere kendinin daha layık olduğunu düşünen fertler çıkabilir.” (Guzergah Emniyeti)

 
ŞEYTANLA BAŞLAYAN HAZIMSIZLIK PROBLEMİ

Cinni ve insi Şeytanların insanlığa karşı duydukları rekabet, çekememezlik ve hazımsızlık problemi insanlığın yaratılışıyla başlamıştır:

 
“Esasında iyilik ve güzellik sahiplerine karşı ilk kıskançlık, Hz. Âdem’e karşı, gayz, nefret, haset ve hazımsızlığını ortaya koyan şeytanla başlamıştır. Goethe de, bu Mefisto – Faust oyununun bitmediğini söyler. Yani bir tarafta şeytan diğer tarafta ise insan vardır. Hatta cinnî şeytanlara tamamen teslim olmuş insî şeytanlar vardır. Bu hususa işaret eden Kur’ân-ı Kerim, “İnsî ve cinnî şeytanlar” (En’âm sûresi, 6/112) ifadesini kullanmıştır. Bunun mânâsı, “tamamen cinnî şeytanların dürtüleriyle hareket eden, o dürtülere göre hayatlarını tanzim eden insanlar” demektir.

 
Şimdi, en şedidinden en hafifine, bu kadar hain göz, hayırda koşturan bir insanın üzerindeyse, o zaman bu konumdaki bir insana düşen vazife, yol güzergâhını tekrar ber tekrar gözden geçirmektir. Başka bir ifadeyle, bu, insanın, yürüdüğü yolda, herhangi bir arızaya sebebiyet vermemek için, önüne çıkması muhtemel bir kısım hâdiseleri doğru görüp doğru okumasıdır. Neyle yürüdüğüne ve nasıl yürüdüğüne dikkat ederek yaptığı/yapacağı güzel işleri teminat altına almasıdır. İşte bu, güzergâh emniyetini sağlama demektir.” (Guzergah Emniyeti)

 
YERELLEŞME

İşte bütün bu realitelerin farkında olarak çok büyük hazinelere sahip olan ve insanlığa bunları götürme davasının sahipleri olan Hizmet insanları yol emniyetini sağlayacak bir şuur ve bilinçle hareket etmelidirler.

 
Bütün Hak olan dinlerin, bireyin fazileti için tavsiye ettikleri tevazu, büyük değil küçük ve sığ görünmek insanları kıskandırmamak, hasede sevk etmemek, rekabet damarlarını tahrik etmemek ve düşmanlıkların oluşmasına engel olmak açısından da çok önemlidir:

 
“Farklı kapılardan girip ayrı ayrı yerlerde mekân tutmak ve farklı işlerle meşgul olmak, aslında muhatapları rahatsız etmeme, onların haset ve düşmanlık duygularını tahrik etmeme adına tercih edilecek bir metottur. Hatta birlik ve beraberliğin düşmanca bakanları tahrik edeceği ve böylece bünyeye zarar vereceği durumlarda, bu mesele daha ileriye götürülüp zahiren birbirine muhalif ve parçalanmışlık görüntüsü bile verilebilir.

 
Ancak bu son durum, beraberinde bazı riskler de getirir. Bir defa, herkesin aklı bunu kavrayamaz, kalbi kaldıramaz. Taktik olarak başvurulan bir şey gerçek zannedilir. İkinci olarak da araya girecek, bünyeye sızacak, tarafları birbirine vurduracak art niyetli kimseler çok olur. Bunların farkına varılamaz. Bu sebeple, zahirî bölünmüşlük ve muhalefet bir zaman sonra gerçek ayrılığa ve düşmanlığa dönüşebilir. Eğer bu tür riskler olmasaydı denebilirdi ki ortak gaye, beslenme kaynakları ve temel prensipler aynı olmak şartıyla ayrı ayrı durmak, fırka fırka hareket etmek ve birbirine muhalifmiş gibi görünmek daha isabetlidir.

 
Ne var ki toplum böyle bir taktiği hazmedecek seviyede değildir. O yüzden, muhalif bir tavır sergilememek gerektiği gibi muhalifmiş gibi de görünmemeli. Bunun yerine, olabildiğince çok farklı sahalarda ve ayrı ayrı ünitelerde çalışmalı. Fakat her zaman ortak prensiplere göre hareket etmeli ve kardeşlik ruhu hep muhafaza edilmelidir. Prensip ve gaye birliği, kardeşlik ruhu muhafaza edilmezse ayrı ayrı kapılardan girmenin, farklı yerlerde bulunmanın bir mânâsı kalmaz. Zaten bu şekilde hareket edildiğinde esas maksat da hasıl olmaz.

 
Bu açıdan tebliğ ve irşat yolunda koşan insanlar, vazifelerini ayrı ayrı sahalarda fakat farklı metotlarla yapsalar da birbirleri hakkında suizan ve gıybete girmemeli, birbirlerinin aleyhinde olmamalı, hizmetlerini engellememeli ve hele asla birbirlerine düşmanca davranmamalıdırlar. Bediüzzaman’ın ifadesiyle herkes kendi mesleğinin, yolunun muhabbetiyle yaşamalıdır. Böyle olursa toplumu bölmek için fırsat kollayanlara gedik açılmamış ve birlik bütünlük içerisinde hedefe daha rahat yürünmüş olur.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)

 
MAKUL (AKLA UYGUN, REALİTELERİ HESABA KATAN) VE MÜSPET (POZİTİF/YAPICI) HAREKET

 
İman ve Kur’an hizmetleri sulh ve barışın hâkim olduğu ortamlarda daha çok başarılı olmaktadır. İnsanların huzur ve barış ortamı içerisinde diyalogda bulunabildikleri zamanlarda hakikatler temsil edilip anlatılabilmektedir.

 
Allah Rasulû (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hayat-ı Seniyyeleri boyunca hep bu ortamı oluşturmaya çalışmış, savaşlar neticesinde bozulan havayı düzeltmek adına durmadan stratejiler geliştirmişlerdir. Bunun bir örneğini, O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hudeybiye’de bu maksada ulaşabilmek için onlar her ne isterlerse vermeye razı olduklarını ifade etmesinde görüyoruz.

 
Hazreti Bediüzzaman her zaman Risale-i Nur şakirtlerinin emniyet ve asayişin bekçileri olduğunu vurgulayarak müspet (pozitif/yapıcı) hareketi en temel bir prensip olarak ortaya koymuşlardır.

 
Hizmet Hareketi de aynı yoldan giderek müspet (pozitif/yapıcı) hareketi benimsemişlerdir. Bu yaşanan uğursuz süreçte de görüldüğü gibi yapılan o kadar büyük zulümlere rağmen asla bu prensipten vazgeçmemişler ve kesinlikle şiddete başvurmamışlardır.

 
Peygamber varislerinin zaten bu Nebevi, peygamberi yoldan farklı bir yol takip etmeleri söz konusu olamaz. Buna uygun hareket etmeyen bütün hareketlerin gerçek mânâda başarılı olmaları ise asla mümkün değildir. Kısa vadede bir başarı var gibi gözükse de netice itibarıyla hep kayıplar yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü, bir taraftan bir şeyler yapılırken bir taraftan da yıkımlar meydana gelmektedir.
<< Önceki Haber Endişelendirmeme ve yerelleşme 2 Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER