Hatırlarsınız: 'Mahalle baskısı' diye bir şaklabanlık çıkarmışlardı. Anlatmaya çalıştık, dinlemediler: Türkiye'de mahalle kalmadı ki baskısı olsun.
İç göç mahalleleri yok ediyor. Kimse artık çocukluğunun geçtiği semtte yaşamıyor. Bitti gitti o günler.
Şimdi tam tersine anonimlik hâkim oluyor. İşte bu yüzden aynı apartmanda yaşayanların bile birbirine
selam vermemesinden yakınıyoruz.
***
Peki,
mahalle baskısı hiç mi yok?
Var tabii. Nerede mi:
Askeriyede!
Yani tam da mahalle baskısı uydurmasını pompalayan apoletli medyacıların, adına hareket ettikleri yerde var.
Garnizon baskısı ya da kışla baskısı da diyebiliriz. Ya da mahalle kelimesiyle ses benzerliği olsun diye mıntıka baskısı...
Buna güzel bir örnek vermişti Ayhan
Aktar:
Hani Kıbrıs çıkarması sırasında kendi gemimiz olan Kocatepe'yi batırmıştık ama
Genelkurmay, '
Yunan uçakları batırdı' diye açıklama yapmıştı... Meğer olayı bilenlere, kimseye söylemesinler diye, Kuran'a el bastırtarak
yemin ettirmişler. (
Taraf, 21
Aralık)
Bir de güncel örnek verelim:
1993'teki şehit edilen 33 eri biliyorsunuz. İşte o katliamdan kurtulan ama kötürüm kalan "34'üncü er"
Erdal Özdemir, niye açık seçik konuşamadığını, 28
Kasım 2008'de şöyle anlatmış gazeteci
Kurtuluş Tayiz'e:
"Bir TV programında konuştuktan sonra bana tehdit telefonları geldi... Gaziler konuşmaz, konuşamıyor, konuştuğunda başına dertler açılıyor. Mesela bazı gaziler konuştukları için hastaneye alınmamıştı." (Taraf, 18 Aralık)
Daha sürüyle örnek var. Yani mesele sadece "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı değil.
Ergenekon tipi gizli örgütlenmelerde Omerta (sessizlik) kuralına karşı çıkıp konuşmaya kalkışanlara da çeşitli baskılar yapılıyor.
'Silah arkadaşlarını satan haysiyetsiz ispiyoncu'dan başlayıp, 'Karını, çocuğunu gözünün önünde öldürürüz'e uzanan bir yelpaze bu.
Asker ve Emniyet kökenli kişilerin
intiharlarına bu gözle de bakmak gerek. Gizli teşkilatların tarihi böyle intiharlarla doludur.