Başbakan Erdoğan, şöyle bir açıklama yaptı: "Artık ilerleyen bir
Türkiye var.
Avrupa Birliği kurumlarının karşılıkları bizde de var. Er veya geç Türkiye'ye gel diyecekler..."
Bence de öyle olacak ama sorun Başbakan'ın dediğinin aksine, kurumlarla ve Türkiye'nin ilerlemesiyle alakalı değil.
Öyle
ülkeleri AB'ye aldılar ki gidip gezseniz ağlarsınız. Türkiye onlarla kıyaslandığında adeta
cennet...
Bugün AB'nin liderliğini
Fransa ve
Almanya yapıyor. Yani birlikte üç aşağı beş yukarı onların istediği oluyor.
Türkiye gibi büyük bir ülke birliğe girdiğinde ise dengeler değişecek. Fransa-Almanya ittifakına karşı Türkiye sayesinde
İngiltere,
İtalya ve
İspanya daha ağır basmaya başlayacak.
Mesele ne din farkı, ne ekonomi, ne kurumlar...
Ekonomiden demokrasiye, AB'yi her alanda geçse dahi yine de o ikili Türkiye'yi almaz.
Fransa ve Almanya ancak "ihtiyaç duyduklarında", yani "çıkarları gerektirdiğinde" Türkiye'yi almak isteyecektir. O günler gelene kadar direneceklerdir.
Ben size bir ipucu vereyim mi? Bilhassa
PKK sorunu çözüldüğünde, anlayın ki o ihtiyaç hasıl olmuş...
Not: Ben bunu daha önce yazdığımda Soner Yalçıngillerin saldırısına uğramış ve "Demek ki öne sürdüğüm makul bir fikir" diye düşünmüştüm.
Şeref Kürsüsü (?)
LigTV'de yayınlanan
Maraton programını her fırsatta izliyorum.
Şansal Büyüka moderatörlüğündeki
Mustafa Denizli ile Markus Merk'i dinlemek büyük zevk veriyor.
Programdaki çok az sayıdaki olumsuz işlerden biri, G.Saray-F.
Bahçe maçından sonra gerçekleşti.
Programın arka plandaki
ekip, en iyi ilk üç oyuncunun seçildiği 'Şeref Kürsü'ne, Kazım Kazım'ı da çıkardı.
F.Bahçe'nin hocası Aykut Kocaman'a o terbiyesizliği yapan ve hakemden sarı
kart gören bir adamın, "şeref" kürsüsünde işi ne
Allah aşkına?
Zaten Şansal Büyüka da bundan rahatsız oldu ve "Futbolu nedeniyle" filan diyerek durumu kurtarmaya çalıştı.
Düşünün ki Markus Merk'in her fırsatta
futbol etiğinden söz ettiği bir program Maraton...
Gurbet Treni
Ilık ve yoğun trafikli bir
Beyrut gecesinde milim milim ilerliyoruz. Ahbap olduğumuz
taksi şoförü Gaby Haroun,
Ermeni parçaları çalıyor.
Dedesi ve ninesi Türkiye'den göç etmek zorunda kalmış Gaby'nin. Torunların anlamasını istemedikleri bir konu olduğunda aralarında
Türkçe konuşurlarmış.
Gaby'nin çaldığı CD'lerden biri İbrahim Tatlıses'e ait. Annesi "Cemil" adlı parçayı severmiş. Dinliyoruz. (Belli ki annesi büyük bir kırgınlık yaşamış gençliğinde.)
Sonra başa alıyor. Hangi albümü çaldığını bilmiyorum. Derken güzel olduğu kadar ilginç de bir parçayla karşılaşıyorum. İlginç çünkü kulağıma Uzakdoğu tınıları geliyor.
İstanbul'a dönerken Gaby'den o albümü istedim. Verdi. Meğer Tatlıses'in 1983'te çıkan "Yalan" adlı albümüymüş.
Benim sevdiğim parça da ilk kez 1970'lerde Arif Sağ'ın yazıp söylediği "Gurbet Treni":
"Beraber çok mutluyduk/ Neden
ayrılık oldu/ Zalim gurbet treni/ Seni elimden aldı// Artık sabrım kalmadı/ Dön gel gurbet treni/ Sevdiğimden bir haber/ Al gel gurbet treni/ İçimdeki hasreti/ Dindir gurbet treni/ İçimdeki ateşi/ Söndür gurbet treni// Yıllar geçti aradan/ Haber bile salmadı/ Döndü gurbet treni/ Yarim neden gelmedi?"
Youtube'da dinledim diğer yorumları... Gülcan
Opel filan da seslendirmiş ama hiçbiri İbo'nunki kadar güzel değil.