Afyon’un soğuğunu çok iyi bilirim. Sanki ayazlar ve soğuklar Ege Bölgesinde Afyon’dan çevreye dağıtılır. Çünkü Kütahyalı olduğum için çoğu defa İzmir’e giderken Afyon üzerinden otobüslere binerdim. Onun için kış soğuklarında arabalarda yer buluncaya kadar oradan oraya koşturma sonrasında hep soğuk ve ayazın şiddetiyle yüz yüze gelirdik.
Üstad Hazretleriyle beraber Afyon hapsine giren ağabeylerin hatıralarında hep soğuğa temaslarını da görüyoruz. İşte İnebolu kahramanlarından İbrahim Fakazlı Ağabeyin sözleri:
“Afyon hapsinde falakaya yatırılmamıza rağmen ne pahasına olursa olsun, bir fırsatını bulup Üstadın yanına çıkmayı gözlerdik. Kışın son derece soğuk bir gününde Üstadın yanına gizlice çıkmıştım. Hz. Üstad çok hasta idi. Bana elini uzattı, ‘Tut’ dedi. Ben de tuttum ve öptüm. Ateşler içindeydi, elim sıcağına tahammül edemiyordu. ‘İbrahim çok hastayım. Artık öleceğim, siz varsınız diye teselli buluyorum’ derken Ceylan Çalışkan geldi. Aynı şeyleri ona da tekrarladı. ‘Ne yapalım?’ diye çaresizlik içinde birbirimize sarıldık, ağlaştık, helalleştik. Üstad bize çok dua etti ve sonra bizi gönderdi. Dönüşte meseleyi kardeşlere anlattık, çok dualar ettik. Cevşenler okuduk. Sonradan anladık ki, Üstad’ı zehirlemişler.
“Kış mevsimi. Her taraf donmuş Afyon’un çevreyle irtibatı kesilmiş, demiryolu kapanmıştı. 15-20 gün şehre yiyecek, yakacak gelmemiş, sular akmıyordu. Hz. Üstad’ın pencereleri kırık dökük, döşeme tahtaları aralıklı, ısınmak mümkün değil. O gün Hz. Üstad’ı önünde bir gaz tenekesi, içinde bir miktar mangal kömürü, bir çaydanlık, çift battaniye altında iki kat olmuş halde gördüm. Üstadın koğuşunun karşısında bir koğuş daha vardı ki, o koğuştaki pencerenin camları yeniden takılmış, kapıları tamir ettirilmişti. Koğuşun içinde dökme soba, sıcak hamam gibi banyo suları akıyor. Bu koğuşta komünizmden müebbet hapse mahkum bir genç, kadına tecavüz etmiş bir doktor, bir de siyasî mahkum vardı. Bunlar imtiyazlı mahkumlardı. Dışarıdan yardımları gelir; hatta komünist gecelerinde dışarıda gezdiklerini söylerlerdi.
“Altı kadar koğuş vardı. Her koğuşta Nur talebeleri bulunuyordu. İdareye, savcılığa ‘Soğuktan donuyoruz, Üstadımız artık dayanamıyor, kömür, yakacak, soba…’ şekilde yazılar yazıldı. Fakat hiçbir netice vermedi. Bu meseleden halk da haberdar olmuştu. Halk ‘mahpuslar donuyor’ diye duymuşlar ve ileri gelenler zorlamışlar. Sonunda istasyonda kalmış olan bir kamyon kadar maden kömürü jandarmaların nezareti altında torbalarla ağır cezalı mahkumlara taşıttırılıp hapishane bahçesine getirildi. Herkese birer teneke verdiler. Ama bu defa o kömürü yakacak ne soba vardı, ne de mangal. Bunun için kömür hiçbir işe yaramadı. Sonunda Mustafa Osman kardeş bir kağıt üzerine saçtan yapılmış ızgaralı bir kömür sobasının krokisini çizerek kendisi adına aldırttı. O sırada Üstad’ı o geniş ve camları kırık koğuştan aldılar. Beşinci Koğuşa verdiler. Güya Üstad’a acıdılar. Halbuki bu koğuş yankesicilik ve hırsızlık suçlarından mahkum olan serserilerin bulunduğu kalabalık bir koğuştu. Tâ ki, Hz. Üstad, alışık olmadığı bu gürültülü yerde daha çok inlesin.
“Bizim koğuşla ikinci koğuşa aynı kapıdan girildi. Biz kendi hissemize düşen kömürleri Hz. Üstad’a hediye ediyorduk. Mustafa Osman da yaptırdığı sobayı Üstad’a hediye etmişti. Üstad’ı aldıkları Beşinci Koğuşta Nadir Hoca diye bir mahkum vardı. Oraya bakıyordu. Hemen koğuşun bir kısmını battaniyelerle bölerek Üstad Hazretleri için bir oda yapmış, içine de sobayı kurmuş. Üstad’ı oraya almış ve sobayı yakmışlar. Mahkûmlar Üstad’ı rahatsız etmemek için hiç ses seda çıkarmıyorlarmış. Diğer koğuşlar, gardiyan ve müdür odaları soğuktan donmuş bir halde iken, Üstad’ın bulunduğu koğuş, hamam gibi sıcak olmuş bir Cennete dönmüştü. Mahkûmlar Üstad’a hizmet için yarışa girmişler ve namaz kılmaya başlamışlardı.
“İşte El-Hüccetü’z-Zehra böyle bir hava içinde yazılmaya başlandı.”
Bu parlak, bu zehra hüccet, hârika delilleriyle bir şaheserdir ama zindanlarda yazılmıştı.
“Ellerimizi acıtan dikenler, bir gün işte böyle avucumuza renk renk ve güzel kokulu güller doldurur.”
Abdullah Aymaz