Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
'Elhamdülillahi'llezi Feddalana...'
Cenab-ı Hak Neml Suresinde, “(Davud ve Süleyman) ‘Bizi mümin kullarının bir çoğundan faziletli ve üstün kılan Allah’a hamdolsun.’ dediler.” (27/15) buyuruyor. Surenin en son âyetinde de “Ve şöyle de: (Ey Muhammed) ‘Allah’a hamdolsun…” (Neml Suresi, 27/93) buyuruluyor.
Elmalılı Hamdi Yazır Merhum tefsirinde diyor ki: “Kim yüzünü, iyilik yapan biri Allah’a yöneltirse… (2/112) âyetine göre Allah’ın birliğine teslim olan ve yaptığını Allah için yapan hâlis Müslümanlardan… Ve “De ki: ‘Hamdolsun Allah’a…’ O, size âyetlerini gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Yani Kur’an’da kudret delillerinden İslâm’a vaad ettiği olağanüstü yardım ve başarıları ileride fiilen gösterecek. Şimdi tanımak istemediğiniz o hakikatleri o vakit tanıyacaksınız. “Şüphesiz ki, bu Kur’an, sana hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından verilmektedir.” (Neml Suresi, 27/6) “Rabbin şüphesiz onlar arasında hükmünü verecektir.” (Neml Suresi, 27/78), “O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız.” âyetleri müminlere hidayet ve müjde için indirildiği başında bildirilen bu surenin ruhu yerinde olan teminat âyetleridir.
“Bu surenin indirildiği Mekke’de Hz. Peygamberin (S.A.S.) ne kadar yalnız garip olduğu düşünülür de öyle bir zamanda böyle bir sure ve özellikle bu kesin âyetlerle gelecek hakkında vaad ve teminatın kuvveti ve büyüklüğü ve gerçekte hicretten sonra İslam tarihinin açtığı kudret ve saltanatın genişliği ve önemi düşünülürse bu surenin ve bu âyetlerin, bu yüksek haber ve teminatın ne kadar büyük mucizeleri içinde bulundurduğu ortaya çıkar. Ve gerçekten bu Kur’an’ın, her şeye hâkim, her şeyi bilen yüce Allah tarafından geldiği bütün açıklığı ile anlaşılır.
“Tarihî araştırmalar ‘Bedir’den başlayıp Hz. Ömer devrinden, Fatih, Yavuz ve Kanunî Süleyman devirlerine kadar yüce Allah’ın ‘Hamdolsun Allah’a! O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız” buyurduğu üzere, âyetlerini nasıl gösterdiğini hiç şüphesiz görür, hamd ederler. Selim ve Süleyman saltanatlarını, Hz. Davud ve Hz. Süleyman saltanatları gibi ‘Bizi mümin kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun” (27/15) şükraniyesiyle doğması da bu suredeki müjdelerin neticelerinden olduğunda şüphe yoktur.”
“Bahar Neşidesi” isimli kitabında M. Fethullah Gülen Hocaefendi, bir soruya cevap verirken şöyle diyor: “Cin tayfasına eziyet edip onları celbetmek, hiçbir mânâsı olmadan onlarla eğlenmek en azından boş bir iştir. Fakat cinler bir kısım hayırlı işlerde kullanılabilirler. Bunu ‘Cenab-ı Hak yerde ve gökte ne varsa hepsini sizin emrinize musahhar etti.’ (Câsiye Suresi, 45/13) âyetindeki prensibe dayanarak söylüyorum. Onlar da bu âyetin mânasına dahildirler. Cinlerin Hz. Süleyman Aleyhisselamın emrine musahhar olmalarından anlıyoruz ki, beşer için o noktaya kadar bir yol var. Beşer o yolu takip edip bir şeyler yapabilir. En küçük bir günaha karşı tir tir titreyen bir NEBİ’ye VERİLEN RUHSAT, haliyle arkadan gelenlere de verilebilir. Bilhassa geçmiş peygamberlere ait ahkâm –haklarında nesholunduğuna dair bir hüküm yoksa – bizim için de geçerli olacağı için hayırlı bir takım işlerde cinleri kullanmakta bir beis olmadığı söylenebilir.
“Hz. Süleyman, cinleri tesiri altına alıyor ve çalıştırıyordu. Böylece yeryüzünde âdilâne bir hüküm icrâ ediyordu. Yapabilen bunu yapar; ama bu herkesin hevesine göre kullanılmaya başlanırsa, iş çığırından çıkar ve eğlence mevzuu olur. Fakat kanaatim şudur ki, bir gün gelecek, yeryüzüne sâlih kullar vâris olacak ve o zaman Allah onları tam teshir imkânını da verecektir. Yeryüzünde hayvanlardan cinlere kadar bütün varlıkları kullanmaya o devrin SÂLİH İNSANLARI yol bulacaklardır. Bu sayede dünyada Hz. Süleyman Aleyhisselamınkine benzer âdil bir hükümranlık tesis edilecektir. Bu, bir kısım âyetlerin müjdesinden anlaşılıyor.
İnsanlar, cinleri tesir altına alabildikleri gibi onların da insanlara tesir etmeleri söz konusudur. Biz insanlar, mazharı olduğumuz Esma (Cenab-ı Hakkın Güzel İsimleri ) ile onlara müdahale edebildiğimiz gibi onlar da mazhar oldukları Esmâ ile bize müdahale edebilirler. İbn-i Ebi’d-Dünya, cinlerin istedikleri zaman istedikleri şekle giremeyeceklerini söylüyor. Onların şekil değiştirmeleri belki de mazhar oldukları bir isme göre oluyor. Mesela diyelim ki ‘el-Musavvir’ cinlerin mazhar olduğu isimlerden biri olsun. Belki onlar bunu söyledikleri zaman hayalinden ne geçirirlerse, o şekle girerler. Ağaç deyince ağaç, yılan deyince yılan şeklini alabilirler. İşte cinler böyle bir kısım Esma’ya mazhardırlar. Bu isimler vasıtasıyla kendi daireleri ve sahaları içinde bazı kimseleri tesirleri altına almaları düşünülebilir. Fakat umumiyet itibariyle biz, cinlere maskara olan ve onların tesiri altına giren insanların üç yolla bu duruma maruz kaldıklarını görüyoruz. (…) Cinlerle ilgili bir başka nokta ise, bir kısım kimseler tarafından gerçekleştirilen ispirtizma seanslarıdır. Hem bu tür seansları yapanların söylediklerine hem de ehlullahın bu mevzudaki beyanlarına istinaden, bu seanslarda gelenlerin daha ziyade cinler ve ervah-ı habise olduğu kanaati hâkimdir. Meselâ, Mevlâna Celâleddin Rumî Hazretlerini çağırdıklarında gelen Mevlana Celâleddin Rumî’nin ruhu değildir. Çünkü o meclislere iştirak eden kimselere yardımcı bazı cinler vardır. Hz. Mevlana’nın ruhunu çağıracak cinler hiçbir zaman Hz. Mevlana gibi bir kimsenin makamına ulaşamaz ki, onu çağırabilsin. Hak ehli bir zattan bir müceddidin ruhunu çağırmasını istediklerinde o, ‘Biz nerede, onun ruhu nerede! Biz onların seviyesine ulaşamayız.’ diye cevap verir. Evet, o yüce zatların ruhlarıyla temas kurmak için en az onların makamına çıkacak seviyede olmak lâzımdır. Dolayısıyla sıradan insanlar, Hz. Mevlâna, İmam-ı Gazzâlî ve İmam-ı Rabbanî gibi mübeccel insanların muallâ ruhlarının bulunduğu yüce mevkiye çıkıp onları çağıramaz; bu mümkün değildir; o zatlar gelmez de. Belki onların kılık ve kıyafetlerinde, Mevlâna külâhıyla bir cin gelir, onlarla alay eder de o zavallılar farkında bile olmaz. Hele bu tür seanslarda din adına telkin edilen şeyler var ki, Hz. Adem Aleyhisselamdan Efendimize (S.A.S.) kadar hiçbir peygamberin bu konuda bir beyanı yoktur. Öyleyse bu hususta yapılanlar, insanları maskaraya alma, onlarla alay etme ve onları baştan çıkarmadır.”
Yirminci Söz’de Ütad Hazretleri bu hususta daha geniş bilgi vermektedir…