MEYED Başkanı Mahmut Atom Duruk’a göre, yaşanan sürece sessiz kalmanın sebebi borç yükü: “İş dünyası sorgulamıyor, şahıslar sorgulamıyor. Niye? Şahısların ve özel sektörün borcu 450 milyar dolar. Kişi başına 6 bin dolar. Herkes borç derdinde.”
Aksiyon'un haberine göre, paralel yapı iddiaları çerçevesinde atılan adımlar, yapılan yasal düzenlemeler demokratik hak ve kazanımlar kadar ekonomi ile ilgili endişeleri de artırıyor. 100 bin KOBİ’nin fişlenmesi, makul şüphe ve bu çerçevede kişi ve şirketlerin mal varlığına sorgusuz sualsiz el konulmasına imkân sağlayan düzenlemeleri içeren torba yasalar ve Bank Asya’ya karşı kanunsuz uygulamalar işadamlarını tedirgin ediyor. Ancak iş dünyasının temsilcileri konumundaki pek çok sivil toplum kuruluşundan söz konusu hukuk dışı düzenlemelerle ilgili pek ses çıkmıyor. Meyve Suyu Endüstrisi Derneği (MEYED) Başkanı Mahmut Atom Duruk, bu gelişmeler karşısında toplumun ve temsilcilerinin sessiz kalmasında, insanların, şirketlerin ve ülkenin üzerindeki ağır borç yükünün etkili olduğunu düşünüyor. Diğer yandan gerek birey, gerekse toplum olarak ‘sorgulama’ kültürüne sahip olunmadığı için her şeyin doğru kabul edildiğini veya sorguladığında başına geleceklerden korktuğu için yukarıdan gelen talimatın aynen uygulandığını ve ardından pek çok problemle karşılaşıldığını, bunun bedelinin de yine toplum tarafından ödendiğini belirtiyor. Duruk’un ‘paralel’ iddialarıyla ilgili tespitleri de dikkat çekici.
Türkiye’nin başta Avrupa ülkeleri olmak üzere meyve suyu ve meyve konsantresinde toplam 250 milyon dolara yakın ihracatı var. Gıda sanayii olarak işlenmiş ambalajlı ürünlerdeki ihracatı toplamda 10 milyar doları buluyor. Ancak sektör, son dönemde oldukça rağbet gören ‘sağlıklı ve doğal beslenme’ çerçevesinde yapılan yorumlar ve değerlendirmelerden yana dertli. Sektörün çatı kuruluşlarından olan MEYED’in başkanı Duruk, halkın, televizyona her çıkan kişinin söylediğini doğru kabul ettiğini, unvanı doktor bile olsa sorgulamadan kimsenin sözüne inanmamak gerektiğini söylüyor.
-Sorgulama konusunda kişilerden ziyade sivil toplum kuruluşlarına iş düşmüyor mu? Neticede sektörlerinin menfaati için varlar.
Bakın, her tarafta şu an ‘Acaba mı?’ sorusu var, ben bunu sorgularsam ne olur düşüncesi var. Bu kötü. STK’larda da kimse sorgulamıyor. Kardeşim at buraya imzayı, atıyor kişi. Sonra başlıyorlar konuşmaya. Mesela, bizim barkod meselesi var, gıda sektörüne toplamda 1 milyar liranın üzerinde maliyeti var. Yukarıdan diyor ki gıda sanayiinde bütün ürünlere barkod. Gıda Dernekleri Federasyonu buna başından karşı çıkmıyor. Uygulama başlayınca, milyarlarca liralık bir rakam çıkınca sektörün önüne, herkes ayağa kalkıyor. Niye? Vaktiyle sorgulanmadı. Bu iş yürütülürken, kanun olarak sorgulanmadı. Sorgulanmadığı için vaktiyle iki konu çıktı ortaya; bir bunu vaktiyle özel sektörle paylaşmadı, bu tarafta belli firma yatırım yaptı birbirine girdi şimdi; kanun çıktı uygulanmıyor.
Mesela, marketler için bir kanun vardı, 5 senedir çıkmadı. Bu arada hiçbir STK bunu sorgulamadı. Nedeni, biat kültürü. Bunu sorgularsa başına geleceklerden korkuyor. Ama böyle olunca sistem bir yerde kapaklanır ve patlamalar olur. Sıkıntı o. Bu sorgulama demokratik ortamda yapılmazsa, bu insanlar sokağa çıkar. Zannediyor musunuz, bu son olayların ortaya çıkış sebebi; birkaç provokatör. Hiç alakası olmayan insanlar sokakta olaylara karışıyor. Çünkü birikmiş, adamın içinde birikmiş. Bu birikim patlıyor. Adam sorgulamadan gidiyor. Bu tarafta öyle bir yapının içinde yaşıyor. Sorgulamıyor, ben bunu niye yapıyorum, bu binaları niye yakıyorum, yıkıyorum. Toplumda demokrat sorgulama aklını tekrar yerine oturtmamız lazım. İktidarın ve muhalefetin de kendi eleştirisini yapması lazım. Maalesef iç eleştiri yapmıyorlar. Zaten hastalık buradan geliyor. Aynı şekilde STK’lara da intikal ediyor.
-Yine de burada STK’lara daha fazla iş düşmüyor mu? Mesela, şimdi iş dünyasını yakından ilgilendiren yeni bir kanun gündemde. Makul şüphe çerçevesinde hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, kişi ve şirketlerin mal varlıklarına el koymada kapsamın genişletilmesi gündemde. Daha öncesinde 100 bin KOBİ’nin fişlenmesi hadisesi var.
Bir kere ben şöyle düşünüyorum; en tepeden en tabana kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayanlar bu ülkenin iyiliğini düşünür. Bu kurumların başındaki insanlar bu ülkenin evlatları. Başka bir ülkeden gelmediler. Bu ülkenin evlatları bu ülkenin aleyhine hareket etmezler, temelde. Ama şartlar o noktaya geliyor ki; bazı perdeler insanların önüne kapanıyor, bazı şartlar oluşuyor. Biz diyoruz ki bu perdelerin kapanmaması için biat kültürünün dışına çıkmamız lazım. İnsanlar rahat olduklarında sorgularlar, rahatsız olduklarında sorgulamazlar. Sizi sorgulamayan bir yapı olduğu müddetçe siz hata yapacaksınız. İsim önemli değil. O mevkiye kimi koyarsanız koyun aynı duruma düşecektir. Çünkü sorgulanmıyor, müsteşarı sorgulamıyor, öbürü sorgulamıyor, beriki sorgulamıyor. Sıkıntı bu zaten; düşünmeme.
Parlamentoda olan da bu: Biat! Düşünmeden imza atma. Yukarıdan geldi, at imzayı. Buna böyle baktığımız zaman; tehlike. Niye? İnsanlar sorgulamadıkları bir sistematiğin peşinden giderlerse, sorgulamadan attıkları bir imzanın peşinden giderlerse -ki Türkiye’de birçok şey sorgulanmıyor- bu noktadan itibaren yapacakları yanlışların bedelini ağır öderler. Sorgulayarak yapmak, konuşa konuşa veya ikna ede ede yapmak biraz zordur. Biraz çok seslilik getirir, biraz zordur ama sonunda yapılacak hatalar en aza indirgenir. İşler biraz yavaş yürür ama hatalar en aza indirgenir. Ama şu an hiç kimse bir şey sorgulamıyor. Ekonomi dünyası sorgulamıyor. Niçin? Çünkü, bu tarafta bir borç yükü var. Şahıslar sorgulamıyor, niye? Onların da borcu var. Adam diyor ki; şu anda sistem yürüyor, ekonomi bozulursa ben borcumu ödeyemem. Tehlike bu noktada.
Bakın, Türkiye’de insanlar umutsuz, bu kadar borçla umutlu olabilir mi? 80 milyon Türkiye, 450-500 milyar dolar borç var. Özel sektörün 280 milyar dolar, şahısların 170 milyar dolar borcu var. En azından 6 bin dolar borç var kişi başına. Bunu nasıl karşılayacak? Diyelim filmi durdurduk burada, krize girdik? Ne olacak? İnsanlar bundan ürperiyor şu anda. Gelirler yok. En düşük 20-25 bin lira borç var, bir ailede. Nasıl ödeyecek işsiz kaldığında? Bu, insanları düşünmeden alıkoyuyor. İnsan rahat olmalı ki, düşünebilsin. Oysa devamlı bu borcu ödeyebilmenin peşinde koşuyor. Aynı şekilde çok büyük sanayicilerde de bu var. O zaman mümkün olduğu kadar bu sistem aman bozulmasın, yürüsün, dönebildiği kadar dönsün. Ama nereye kadar gidecek?
-Paralel hikâyesine kim inanır?
Bizde şöyle bir şey var; gazeteyi oku, sonra vay namussuz! Tamam, oku ama git bir araştır. Mesela paralel. Ne paraleli kardeşim? Bu insanlar özel bir ülkede mi eğitildiler, bu ülkeyi bozmak için mi geldiler? Bu memleketin çocukları, insanları değil mi bunlar? Ne yapmışlar? 2 bin tane okul açmışlar, açsınlar.
İşte BM’de gördük. 60 kişi oy verdi. Eskiden 130 veriyordu. Ne oldu? Nasıl oluyordu? Demek bu insanların katkısı varmış, bak çıkıyor ortaya. Paralel demek kolay, bir anda 10 binlerce kişiyi fişliyorsun, yanlış. Adam geliyor Türkçe şarkı söylüyor kardeşim, ne paraleli? Ne oluyor, toplum hemen kabul ediyor, tamam bu paralel! Sorgu yok.
Şimdi Hollanda’da yap bakalım böyle bir şey. Kabul edecek mi? Hayır, sorgulayacak çünkü. Bizde de sorgu kültürünün oluşması lazım. Nedir bu olay? Kim bunlar? Ne yapmışlar? Okul yapmışlar. Faydası var mı? Toplumda ne kadar kişiye eğitim vermişler, yardımcı olmuşlar? Toplum sorgulamıyor ki bunu. Çok az bir kısmı sorguluyor.
*AKSİYON'daki makalenin bir kısmı