“Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar?” sorusu etrafında dönen onlarca espri duymuşsunuzdur. Benim için en akılda kalan ve ilginç olanı, Kolombiyalı bir arkadaşımın yıllar önce söylediği: “İki ihtimal de beni ilgilendirmez, ben sabah kahvaltısında yumurtayı, akşam yemeğinde de tavuğu yer, konuyu kapatırım” sözleridir. Hatırladıkça hala tebessüm ederim.
Maalesef, aynı pragmatik ve acımasız mantık “Türkiye’de ekonomik istikrarsızlık mı siyasi krizleri, yoksa siyasi istikrarsızlık mı ekonomik krizleri doğurur?” sorusu için kullanılabilir. Ve yine maalesef, arkadaşımın yıllar önce yaptığı o espri bu durum için de geçerlidir: Yani her iki ihtimalde de olan tüm kötülük, insanımızın ve ülkemizin üzerine bir kabus gibi çöker ve etkileri nesiller boyu devam eder. Ve yine her iki ihtimalde de, bunu fırsat bilen gerek yurt içi gerekse global güç merkezleri bu krizlerin sonuçlarından –toplumun rağmına- nemalanırlar. Yani, yumurta da tavuk da yenilmekten kurtulamadığı gibi, ne siyasi ne de ekonomik istikrar sağlanır bu ülkede.
İç çekişmelerle ve onların etrafında dönen kısır kavgalarla nesiller boyu süren siyasi istikrarsızlıklar, yakın tarihimize uzun süreli ekonomik istikrarsızlık, işsizlik, yüksek enflasyon, gelir dağılımındaki dengesizlik, vb. şekilde yansırken, 80’lerin ortaları (ilk iki ANAP hükümetleri) ve AKP iktidarının ilk altı yılında yakalanan siyasi istikrar, ekonomide kısa süreli bir atılım ve iyileşme gerçekleştirse de, yapısal problemlerden kurtulunamadığı için, yeni ekonomik krizler engellenememekte ve onlar da maalesef yeni siyasi kriz ve istikrarsızlıklara yol açmaktadırlar.
Bir ülke düşünün: o ülkede seçilmiş iktidarın liderleri merkez bankası politikaları ve para piyasaları kararları ile ilgili “ihanet” suçlamaları yapabilmekte, aynı siyasi otorite özel bir bankayı bilinçli olarak batırmaya çalışmakta. Hem de aynı ülkede, onlarca uzman/akademisyen/danışman haykıra haykıra bunun nasıl bir ekonomik felaket doğuracağını, ülkenin itibarı ve ekonomik istikrarını berbat edeceğini ifade etmekte, fakat ne yazık ki bu uyarılar bile iktidar liderleri tarafından iç siyasi söylemlere kurban edilmekte ve -popülist yaklaşımlarla- ekonomik istikrar siyasi ihtiras ve iç çekişmelere kurban edilmekte. Hiç kimse bu yaklaşımları sergileyen mezkur liderlerin ekonomiden anlamadığını iddia edemez, fakat inkar edilemeyen acı gerçek, bu siyasi çekişmenin ve istikrarsızlığın ekonomiye etkilerinin, ve –aynı şekilde- artık bağıra bağıra gelen ekonomik krizin siyasete etkilerinin çok acı neticeleri doğuracağıdır.
Bu noktaya kadar sadece ülke sınırları içindeki kısır döngüye işaret etmeye çalıştım. Tabii bir de bunun uluslararası siyasi ve ekonomik dengelere bakan yönü var. Ne yazık ki, yazının başında zikrettiğim acı espri, ve arkadaşımın pragmatik ve umursamaz yaklaşımı, bu dengeler için de aynen geçerlidir. Uluslararası para ve yatırım piyasaları dünya üzerindeki değişik coğrafi bölgelere yatırım yaparken karlılık, sürdürülebilir ekonomik büyüme gibi klasik teknik veriler kadar, aynı zamanda siyasi istikrar, hukukun üstünlüğü, denetleme ve yargı kurumlarının bağımsızlığı, vb. sosyal etkenleri de göz önünde bulundururlar. Başa dönecek olursak: Siyasi istikrarı, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını tehlikeye atan her gelişme, uluslararası piyasalarda o bölge ya da ülke için teknik verilerdeki bir problem kadar -belki de daha güçlü- soru işaretleri oluşturur. Tabii bahsi geçen ülke büyüme adına yurt dışından gelen yatırımlara muhtaç bir durumdaysa, bu yatırımların kesintiye uğraması ancak iç politika malzemesi olarak “dış düşman ve güç odaklarına” bağlanabilir. Böylesi popülist ve cahilce bir tutum siyasi güç odaklarına içeride seçim kazandırsa da, uluslararası piyasaları daha fazla ürkütmekten başka bir işe yaramaz, ve başta zikrettiğimiz kısır döngünün bir benzerine daha girilmiş olur. Siyasi otorite yeni düşmanlar ilan ettikçe yatırımlar kaçar, yatırımlar azaldıkça da iç siyasi hesaplar siyasi otoriteyi daha da hırçınlaştırır.
Bu satırları yazarken, maalesef bir taraftan da Türkiye’de en yetkili ağızlardan, suç olduğunu bile bile, teknik verileri sapasağlam bir bankanın geleceği üzerinden kirli oyunlar oynandığına, yine aynı yetkili ağızlardan uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının düşman ilan edildiğine, dünyaca ünlü bir gazetenin yazarlarının hakaretlere uğradığına şahit oluyorum. Bir anlamda: yapılmaması gereken, ya da yapılması çok tehlikeli ve tahripkar sonuçlar doğuracak her şey yapılmakta.
Hükümet içinden bazı cılız sesler bu inanılmaz tahripkar söyleme ters düşen ve piyasaları (iç ve dış, ama belki daha önemli olarak dış piyasaları) rahatlatmaya çalışan açıklamalar yapsa da, sonuç pek iç açıcı görülmemektedir. Sadece bu yıl ödenecek olan dış borç miktarı 160 milyar doları aşmışken, ve ülke, inşaat ve rant balonundan kaynaklanan muhtemel bir uçuruma doğru giderken, bu cahilce söylemin kime hizmet ettiğini anlamak o kadar zor ki…
Kısaca: yumurta da, tavuk da pişmek üzere, servis edilmeyi bekliyor…
Yazık, çok yazık…
Doç.Dr. Elvan Aktaş
Valdosta Eyalet Universitesi - ABD