Çalışanların haklarını savunmak için yola çıkan
sendikalar, kimi zaman siyasetle içli dışlı oluyor, kimi zaman hükümetleri devirmeyi amaçlayan ortaklıklara katılıyor. Toplumsal desteğini yitiren sendikalar yolsuzluk ve saltanat ithamıyla gündeme geliyor.
28
Şubat sürecinde Refahyol hükümetini devirmek için bir araya gelen ve '5'li çete' olarak tabir edilen grup arasında
Türk-İş ve DİSK de vardı. Dönemin hükümeti
istifa ettikten kısa bir süre sonra bir genelgeyle sendikalar malî açıdan sessiz sedasız devlet denetiminin dışına çıkarıldı. Sendikalara artık 'kendi kendinizi denetleyin' denildi. Resmî rakamlara göre
Türkiye'de sendikalı
işçi sayısı 3 milyon 91 bin. Yarım günlük yevmiye tutarı, her ay işçilerden
aidat olarak kesiliyor. Aylık
maaş ortalama bin YTL olarak düşünüldüğünde bir kişi sendikasına en az 16 yeni lira aidat ödüyor.
Petrol ve
metal gibi yüksek ücretli işkollarında çalışanların aidatı 50 YTL'yi aşıyor. Sendikaların aylık geliri de 50 milyon YTL'yi (50 trilyon lira) buluyor. Dev fonlara hükmeden işçi ör- gütlerinin harcamaları- nı devlet 10 yıldır denetlemiyor. Sendikaların mali kontrolü, kendi içlerinde kurdukları kurullar aracılığıyla yürütülüyor. Bu durum suistimalleri de beraberinde getiriyor.
Bağımsız denetim yapamayan kurulların, sendika yönetiminin yaptığı harcamayı onaylamaktan öteye geçmediği ileri sürülüyor.
Sendika başkanları ise
sivil toplum kuruluşu oldukları için kendi kendilerini
denetlemelerinin daha doğru olduğunu savunuyor.
Türk sendikaları şeffaflık, denetim ve kurum içi
demokrasi gibi kavramlara geçmişten beri
soğuk duruyor. Sendikalarda geçerli delege sistemi, yönetimin değişmesini neredeyse imkansız kılıyor. Genel kurulda sendika başkanını seçecek delegeler, başkan tarafından belirleniyor. Örneğin 30 bin üyeli bir sendika, 250 delegeyle
genel kurul yapabiliyor. Bunların da bir kısmının sendika
yöneticilerinden oluştuğu hesaba katıldığında yönetimin kongre kazanmak için az sayıda delegeyi memnun etmesi yeterli oluyor. Bir başka önemli sorun ise sendika yöneticilerinin '
hizmet ikramiyesi'. Bir sendika yöneticisi, işçinin 25 yılda aldığı parayı üç yılda 'hizmet ikramiyesi' adı altında kazanabiliyor. İkramiyede herhangi bir
tavan sınırlaması yok. Rakam her bir sendikacı için 80-100 bin yeni lirayı bulabiliyor.
28 Şubat'ın karşılığı denetim serbestliği
Sendikaların mali denetimi, yolsuzluk iddialarının son bulması için büyük önem taşıyor. Ancak denetim sorumluluğu 1997 yılında sendikaların denetleme kurulları ile denetçilerine bırakıldı. Uzmanlar, sendikanın kendi iç dinamikleri ile denetlenmesini sendikal
özgürlük için son derece önemli görürken, uygulamada pek çok sorunun yaşandığını vurguluyor. Sendikaların kongrelerinde denetim ve
disiplin kurulları genellikle tek liste içinden seçiliyor. Yani, hiyerarşide başkanın altında yer alan denetçinin, yönetimi gerektiği şekilde denetleyebilmesi zorlaşıyor. Denetim organları, üyeler adına
hesap soran yapılar olmaktan çok, yönetimin harcamalarını onaylayan makam konumuna iniyor. Sendika içi denetleme mekanizması işlemezken üyelerin sendikanın harcamaları konusunda bilgi alabilmesi neredeyse imkansız. Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) 'çalışma hayatı' raporunda da devlet denetiminden çıkarılan sendikalarda denetim mekanizmasının sağlıklı işlemediğine vurgu yapılıyor.
Sendikaların olağan dışı dönemlerde üstlendiği rol de dikkat çekiyor. 12
Eylül'de
Anayasa referandumuna
destek vere n Türk-İş, 28 Şubat sürecinde de DİSK ile birlikte dönemin hükümetine yönelik muhalefetin ön saflarında yer aldı. Silahsız kuvvetler olarak lanse edilen '5'li çetenin' içerisinde yer alan iki konfederasyon, Necmettin Erbakan'ın kurduğu hükümetin görevden uzaklaştırılması için yoğun çaba sarf etti. Sürecin sonunda 18 Haziran 1997'de Refahyol hükümeti istifasını verdi. 26 Haziran 1997'de ise sendikalar üzerindeki devlet denetimi sessiz sedasız kaldırıldı. Bu durum, 'sendikalar 28 Şubat'a verdiği desteğin karşılığını mı?' sorusunu akla getiriyor.
İşçinin, sendikaya ödediği aidatın nerede kullanıldığına ilişkin bilgi alabilmesi oldukça zor. 24 yıl işçi olarak çalıştıktan sonra sendikanın parayı nasıl kullandığını merak eden Mehmet Tıraş, defalarca uğraşmasına karşın hiçbir bilgi elde edemediğini anlatıyor. Tıraş, "İşçi bağlı olduğu sendikanın harcamalarını denetleyemez. Paraların nereye harcandığını öğrenemez. Bunları soruşturduğunuz zaman tehdit ediliyorsunuz." diyor. Bazı sendikacıların adeta 'tuğa yapıştığını' ifade eden Tıraş, "Bakın sendika yöneticilerine, bazıları 25 yıldır orada. 30'lu yaşlarda sendikaya kapağı atan bir daha bırakmıyor. Sendikacılık saltanata dönüşmüş durumda." eleştirisini yapıyor.
Dev sendika binaları, bazı sendikaların sahip oldukları bol yıldızlı oteller, lüks konutlardan oluşan kooperatifler, sendika yöneticilerinin pahalı zevkleri, yönetici eşlerine ve çocuklarına tahsis edilen makam araçları 'saltanat' iddialarının en büyük kanıtı. Mehmet Tıraş, eski Türk-İş başkanı ve
CHP milletvekili
Bayram Meral'in
Ankara'da 1 milyon 50 bin dolar ödeyerek iki dükkan aldığını belirtiyor. Tıraş, fakir bir ailenin çocuğu olarak hayata atılan Türk Metal Sendikası'nın başkanı
Mustafa Özbek'in dudak uçuklatan servetine dikkat çekiyor. Sendikaların karşı çıktığı AB'de ise durum bizimkinden hayli farklı. Toplanan aidat üyelere açıklanırken Türkiye'de sendika yöneticiliğini cazip kılan 'hizmet ikramiyesi' AB'de söz konusu değil.
Kayıtlara göre ölüler hâlâ çalışıyor!
İstatistikler, Türkiye'de sendikaların kan kaybını ortaya koyuyor. Özelleştirmelerin de etkisiyle
sendikalı işçi sayısı hızla düşüyor. Resmi verilere göre 1980'de sendikalı işçi 5,7 milyondu. 1996 yılında bu sayı 2 milyon 695 bine indi. Sendikalılaşma oranı yüzde 67'ydi. 2007 verilerine göre ise sendikalı işçi sayısı 3 milyon 91 bin. Yani kayıtlı çalışan tüm işçilerin yüzde 58,42'si sendikalı. Ancak gerçek rakam bunun çok altında. Birçok sendika, örgütlü olduğu işkolunda yetkiyi kaybetmemek için
emekli olan veya hayatını kaybeden üyelerini çalışıyor gösteriyor.
Çalışma Bakanlığı da AB'ye sendikalılık oranını yüksek göstermek için bu duruma göz yumuyor. Hemen bütün sendikacılar, gerçek sendikalı işçi sayısının 800-900 bini aşmayacağını belirtiyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü, memur sendikalarıyla birlikte Türkiye'de sendikalaşma oranını yüzde 12,1 olarak kabul ediyor. AB'de ise sendikalaşma oranı yüzde 90'lara çıkıyor. Memur sendikalarının üye sayısı da 747 bin. Bu rakam konusunda kimsenin şüphesi yok. Çünkü, memur sendikalarının üye sayısı, kendi beyanlarına göre değil, çalıştığı kurumlardan gönderilen üyelik aidatı kesintilerine göre tespit ediliyor.
Greve çıkmayan örgütlerin kasası doldu
Türk Telekom'da yaşanan son
grev hariç, Türkiye 1991 yılından beri ciddi bir grevle karşılaşmadı. Bu durum sendikaların kasasının dolmasını sağlayan en önemli etken. Zira 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası'nın 42. maddesine göre greve çıkan işçilerin maaşını, 'grev yevmiyesi' adıyla sendikalar ödüyor. Ayrıca grev süresince işçiye yemek ve yol parası da sendika tarafından ödeniyor. Yevmiyenin ne kadar olacağını sendikaların kendisi belirliyor. Bu oran, sendikaların büyük çoğunluğunun tüzüklerinde maaşın üçte biri, bir kısmında ise maaşın yarısı şeklinde yer alıyor. Bu nedenle sendikalar, kasalarından ciddi miktarda para çıkacağı için greve aslında sıcak bakmıyor.
Türkiye'de ilk sendikayı 1908'de Rum ve Ermeni işçiler kurdu
Dünyada bugünkü anlamda ilk sendika 1820'de İngiltere'de kuruldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nda bilinen ilk işçi hareketi ise 1830'lu yıllarda tarım işçileri arasında başladı. Modern anlamda ilk sendika 1908'de İstanbul'da Rum ve Ermenilerin çoğunluğunu oluşturduğu işçiler tarafından kuruldu. 1913'te Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine sendikal faaliyetler durduruldu. Türkiye'de ilk sendika yasası 1947'de çıkarıldı. Bu tarihten sonra kurulan sendikalar 1952'de Türk-İş Konfederasyonu'nu oluşturdu. 1967'de Türk-İş'ten ayrılan bazı sendikalar DİSK'i kurdu. 22
Ekim 1976'da ise Hak-İş kuruldu.
12 Eylül 1980 askerî darbesinde Türk-İş dışındaki konfederasyonların faaliyetleri durduruldu, DİSK kapatıldı ve yöneticileri yargılandı. 1983'te Turgut
Özal iktidarıyla başlayan
demokratikleşme süreciyle sendikal hayat, normale döndü.
Memurlar, örgütlenme hakkını 12 Mart muhtırasında kaybetti
1961 Anayasası memurların da örgütlenmesine fırsat verince 600 civarında memur sendikası kuruldu.
12 Mart 1971 muhtırasıyla memur sendikaları yasaklandı. Memurlar bunun üzerine
dernek çatısı altında toplanmaya başladı.
12 Eylül 1980 darbesiyle memur dernekleri de kapatıldı. 1995'te Anayasa'da yapılan değişikliğin ardından memur sendikaları doğdu. 2001 yılında ise grev ve toplu
sözleşme hakkı içermeyen
Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu TBMM'de kabul edildi. Bu tarihten sonra hükümet, yetkili sendikalarla maaş pazarlığı yapmaya başladı. Ancak bu sendikalar grev hakları bulunmadığı için etkili olamıyor. Öte yandan halen memur sendikaları üye başına 5 yeni lira aidat topluyor. İşçi sendikalarına göre çok daha düşük aidat alan memur sendikalarının mali yapısı iyi değil. Pek çoğu faaliyet gösterdikleri binaların kirasını bile ödemekte güçlük çekiyor.
276 bin üyeli Türk-Metal'in mal varlığı 1 milyar dolardan fazla
Türk Metal Sendikası'nın 32 yıldır değişmez başkanı Mustafa Özbek, hem sendika dışı işleriyle hem de siyasi faaliyetleriyle en çok tartışılan isim. Ulusalcıların en büyük finansörü durumundaki Özbek, televizyon kanalı, otelleri ve gaz dolum tesisinin yanı sıra onlarca gayrimenkule sahip. Kendi anlatımıyla fakir bir ailenin çocuğu olarak işçiliğe başlayan Özbek, sendika başkanlığı döneminde büyük bir servet edindi. Ankara'nın en zenginlerinden biri olduğu belirtiliyor. Özbek'in
Cumhuriyet Gazetesi'nin yüzde 40'lık hissesine de sahip olduğu öne sürülüyor. Sık sık siyasi konuşmalar yapan Özbek,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ağır eleştiriler yöneltiyor. 276 bin üyesi bulunan sendikanın yatırımlarının 1 milyar doları aştığı ifade ediliyor. Ankara ve Kıbrıs'ta 5 yıldızlı oteller,
radyo ve televizyon kanalları bunlardan bazıları.