Zaman Gazetesi ekonomi yazarı İbrahim
Öztürk bugünkü köşesinda
Türkiye'nin direnme gücünü ölçtü. İşte Öztürk'ün
kriz yorumu :
Sakin bir değerlendirmeden ortaya çıkan sonuç; elbette Türkiye'nin sıkıntılı bir dönem geçirmekte olduğunu ve bu dönemin biraz daha derinleşerek, olayların seyrine göre en az bir sene daha süreceğini gösteriyor. Ancak Türkiye'nin 1994 ve 2001 yıllarındakine benzer bir savrulma ve kriz yaşamayacağı görüşü güçlü.
Riskler fazla: Türkiye, hızla küresel karakter kazanan ABD'nin ipotekli konut türbülansına yüksek cari açık, yüzde 10 ve üzerinde kalacak bir enflasyon, yüksek işsizlik rakamları, yüksek
faiz ve reel
sektör şirketlerinin yüksek sayılacak bir döviz pozisyonu açığıyla yakalanmış durumda. Öte yandan büyümesi ikinci çeyrekte durmuş, temmuz-ağustos verilerine göre imalat sanayi
üretimi ve kapasite kullanım oranları gerilemeye devam etmekte, böylece yılın üçüncü çeyreğinde de büyümenin yüzde 2 civarında geleceği tahmin edilebilir.
Buradan yola çıkarak olabildiğince gerçekçi bir duruşla Türkiye'nin direnme gücünü ölçmeye çalışalım.
Büyümeyi ne ölçüde kurtarabiliriz?
Büyümeyi olabildiğince kurtarmak ve hiç olmazsa yıllık bazda hedeflenen yüzde 4'te tutabilmek için yılın son çeyreğindeki hamle önemli. Ancak bu hamleyi kim ve nasıl yapacak? Bir kere kamu kesimi yılın ilk sekiz ayında inanılmaz bir şekilde kemerleri sıktı. Son çeyrekte eli bir hayli rahatladı. Parasal
disiplin devam ederken, mali disiplin gevşetilmeli değil ancak yaşanan büyük erozyona uygun olarak daha gerçekçi bir kıvama taşınmalı. Bu sebeple altyapı başta olmak üzere Anadolu'da zor durumda olan KOBİ'lere de iş çıkartacak şekilde pozitif dışsallığı yüksek, doğrudan tüketimi tetiklemeyecek, enflasyonist olmayacak tarzda (tabii elden geldiğince) harcamaların artması gerekiyor. GAP'taki yeni hamleler zaten bu doğrultuda atılmış isabetli adımlar. Keza
KOSGEB üzerinden ihracat, istihdam, üretim alanlarını kapsayan çeşitli kategorilerdeki
kredi ve faiz destekleri yılın son çeyreğinde bir 'can suyu' mesabesinde devreye sokuldu. Derinleşerek devam etmeli.
İş âleminden bir ortak
akıl hareketi ve
çağrısı bekliyorum: Bu arada ekonominin
motor gücü haline gelen özel sektörün biraz daha hamle yapabilmesi için kendilerini kurtaracak bir ortak aklın devreye girmesini, bu yönde bir çağrı bekliyorum. Bir kere artık can sıkıcı ve bizi yoran hale gelen içerideki siyasi tansiyonun düşürülmesi ve ihracat dinamiğini devam ettirebilmesi için
TÜSİAD-
MÜSİAD-
TUSKON-TİM gibi iş âlemi çevreleri acilen bir araya gelmeli. Ortak bir
deklarasyon yayınlamalı. Yerel seçimlerin yaklaştığı bir aşamada medya, anamuhalefet ve
iktidar cenahından gelen 'kirli siyasete dur' çağrısı yapılmalı. Aksi takdirde yerel seçimler bitene kadar iftiralara dayalı
dosya savaşları ve hükümeti popülist harcama ve
rant dağıtma sürecine zorlar. İş âlemini bir ortak akıl platformunda bir araya gelmeye, sesini yükseltmeye ve olabildiğince gelecek bir yılı sakin geçirme ortamına katkıda bulunmaya davet ediyorum.
İhracat dinamiğini korumak: AB ve
Rusya pazarında ihracatçının zor bir dönem geçireceği açık. Ancak taze döviz girişine çok ihtiyaç var. Son yıllarda hükümetin devreye soktuğu Komşu Ülkeler Stratejisi'nin netice verdiği ve ihracatımızın payının yüzde 45'leri aştığı görülüyor. Bilhassa son yıllarda petro dolar zengini
Körfez ülkelerine olan
açılım her açıdan mükemmel. Son ayın ihracatında Almanya'nın yerini Körfez'den ülkelerin alması çok anlamlı ve isabetli.
Şirketlerin borçları:
Borç yükü ve borçlanma dinamikleri açısından eli rahat olan bir kamu kesimi var. Bu çok büyük bir şans. Ancak şirketlerin 73 milyar dolarlık bir pozisyon açığı bulunuyor. Yine de kısa vadeli borçlar 2 milyar doların altında. Esas borç uzun vadeli. Yine rahatlatan bir başka durum, açığı olan şirketlerin hem büyük hem de sağlam ihracatçı firmalar olması. Bu meyanda ihracat dinamiğinin korunması şart. Ancak şirketlerin borçlanmasına büyük bir sorunun olmadığı, sadece borçlanma vadesini nispeten kısalıp, maliyetinin arttığı görülüyor. Yaşanan hengamede bu gayet normal. Sadece herkes ayağını yorganına göre uzatmalı, aktif-pasif yönetimine dikkat etmeli.
Döviz piyasasında beklentiler: Döviz cephesinde büyük bir sıçrama ve istikrarsızlık beklemiyorum. Dünya sarsılırken bu yaşanan hareketler son derece normal. Açıkçası döviz piyasası oldukça derinleşmiş, iç ve dış aktörlerin ihtiyaçları ters yönde birbirini dengeleyecek şekilde çeşitlenmiştir. Kimi döviz yükseldikçe bozdurmak, kimisi de almak derdinde. Yani öyle tek yönde piyasalara saldırı şeklinde bir hareket gerçekçi bir beklenti değil. Ayrıca girdi maliyetlerinin düşme eğiliminde olduğu bir ortamda dövizdeki bu yükseliş, rekabetçiliği artıracağından üretim ve ihracat avantajı sağlayacaktır.
Cari açık ve
finansmanı: 2007'de ortalama 70 dolar bandında bulunan enerji maliyetleri 2008'de 115 dolara fırladı. Cari açığı hortlatan da büyük oranda bu. Ancak
ekonomik faaliyetin yavaşladığı bir ortamda bir de enerji-emtia maliyetlerinin hızla gerilemesi inanılmaz bir şans. Yapılan enerji satın alma kontratlarına bağlı olarak son çeyrekte bu faturanın bir hayli düşmesi mümkün. Cari açığın finansmanında da bir sıkıntının olmayacağını varsayıyorum. ABD sarsılırken, Körfez sermayesi gidecek yer arıyor. Tokyo ve Londra'nın İslami finans merkezi olma iddiasını gündeme getirdiği bir ortamda, basit ideolojik argümanlar bir kenara bırakılmalıdır. Bir an önce İslami sermayeyi cezbedecek düzenlemeler yapılıp, Sukuk (faize dayalı olmayan tahvil) gibi yeni finansman enstrümanlar geliştirmek suretiyle Körfez sermayesinin daha bir etkinlikle devreye sokulması gerekiyor.
Faiz cephesi:
Enflasyonda hazır aşağı yönde bir sarkma meydana gelmişken, faiz oranlarının gevşetilmesi için iyi bir ortam oluşmuştu. Ancak dışarıdaki son bozulmanın etkisiyle faiz yüzde 20 bandını zorluyor. Dış iflaslar devam ederse bu gerilim altında faizler bu düzeyde devam eder.
Merkez Bankası'nın bu ortamda faizi tek yanlı düşürmesinin zerre kadar anlamı kalmaz. Ancak dışarı nefes alır almaz içeride faizlerin hızla yüzde 18'lere dönmesi ve Merkez Bankası'nın elini rahatlatması beklenmelidir. Öte yandan dış türbülans devam ederken, içeride büyümeyi tetiklemek üzere hükümetin ucu kaçan mali disiplini biraz normalleştirmesi beklenirken, sıkı para disiplinin devam ettirilmesi şart.
Sonuç olarak hükümetin olaylara
seyirci kalmadığını, öyle zannedildiği gibi çaresiz durumda olmadığımızı, ülkeyi krizden uzak tutmak üzere en acil tedbirin ortak akla uygun bir toplumsal barış çağrısının yapılması gerektiği düşünüyorum. Bu ortamda, karşı olduğum halde, IMF ile yumuşak bir program sonrası
İBRAHİM ÖZTÜRK- ZAMAN