Kyoto,
alternatif enerji kaynaklarına yatırım açısından belli avantajlar getireceği gibi,
Türkiye, Devlet Planlama Teşkilatı'nın hesaplarına göre, 38 milyar dolarlık bir faturayla da yüz yüze kalacak.
Son birkaç yıldır Türkiye, Kyoto Protokolü'ne
imza atsın-atmasın ekseninde bir
tartışma sürmesine karşın ne yazık ki ne Türkiye'nin bu konudaki
politikaları netleşti ne de konuya ilişkin doğru projeksiyonlar yapılabildi. Türkiye Kyoto Protokolü'nün yol açacağı kısıtlamaların etkisi altında kalmamak için imza tarihini
erteleme ve öteleme politikası izlemesine karşın günün birinde karşısına çıkacak bu
protokol için henüz bir
hazırlık yapmış değil. Sağlıklı verilere ve ölçümlere dayanmayan emisyon oranı rakamları ve milyar dolarlık zarar hesapları yapılıyor.
Küresel ısınma ve bunun yarattığı çevre felaketlerinin katlanarak
büyümesine karşın ortada somut bir durum var ki, dünyayı yönetenler bu gerçekleri göz ardı etmeyi
tercih ediyor. Anlaşmaya taraf olmayı kabul etmeyen ABD bir yana anlaşmanın altına imza atan
ülkelerde de birçok yöntemle karbondioksit salınım oranları ya yukarı doğru revize ediliyor ya da ihlal. Göz göre göre gelen çevre felaketlerine ve bilim insanlarının,
Kuzey Kutbu'ndaki buzulların önümüzdeki 4 yıl içinde önemli oranda eriyeceği uyarısına rağmen, ülkeler çevreyi değil, reel ekonomi dengelerini gözetmeyi yeğliyor. Bu politika, önümüzdeki yıllarda
fosil yakıtların temel enerji kaynağı olmaya devam edeceğini gösteriyor.
29 ülke protokolü imzalamadı
Küresel ısınmanın önlenmesi için hazırlanan ilk uluslararası
belge olarak kabul edilen Kyoto Protokolü'nün altında 168 ülkenin imzası var. Türkiye, ABD,
Avustralya,
Hırvatistan ve Kazakistan'ın da aralarında bulunduğu 29 ülke protokole imza koymadı.
Kyoto Protokolü, taraf olan sanayileşmiş ülkelere, 2008-2012 yılları arasında 1990 seviyesine göre belirli bir
sera gazı
indirim hedefine ulaşmayı şart koşuyor. Ortalama yüzde 5,2 olan bu indirim hedefi ülkelere göre değişiklikler gösteriyor. En yüksek hedefe sahip olan
Avrupa Birliği'nin öngörüsü yüzde 8’lik
sera gazı indirimine gitmek.
Bilim adamları küresel ısınmanın durdurulabilmesi için 2030’a kadar yüzde 60, 2050’ye kadar yüzde 80-95 indirime gidilmesi gerektiğini dile getiriyor. Ancak Kyoto Protokolü bütünüyle uygulansa bile ortaya konulan hedefler bu rakamların çok gerisinde kalıyor.
Karbondioksit salınımında 5 milyar 400 bin ton ile ABD dünya birincisi olurken Çin,
Rusya,
Japonya ve
Hindistan ilk beş arasında yer alan diğer ülkeler. Lider ilk beş ülke atmosfere 1 milyar 100 milyon ton civarında karbondioksit salıyor. Dünyadaki sera gazı emisyonlarının yüzde 25’inden tek başına sorumlu olan ABD ile 1.5’lik paya sahip Avustralya’nın protokolü imzalamaması Kyoto'ya daha başında ağır bir
darbe vurdu.
Yine Kyoto Protokolü'ne imza koyan
Avrupa Birliği ülkelerinden
Almanya ve
İngiltere dışında kalan ülkeler toplam emisyon hacimlerini 2012'ye kadar artıracaklarını ilan etti. Emisyon oranlarında indirime gideceğini dile getiren Almanya ve İngiltere ise indirimden sonra Türkiye'nin 3 katı
karbonmonoksit salmaya devam edecek.
Kyoto'nun ekonomik faturası
DPT'den Sosyal ve Fiziki Altyapı Dairesi Başkanı Niyazi İlter, Kyoto Protokolü'ne taraf olunmasının Türk ekonomisine 38 milyar dolara mal olacağını dile getiriyor. Ancak bu hesabın tam olarak anlaşılabilmesi için Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne imza koyduğu anda 38 milyar doların bir gecede cebinden çıkmayacağını da bir kenara not etmek gerekiyor. Genel kabul gören eğilime göre ise Türkiye'nin protokolü imzalaması ile birlikte GSYİH'nin yüzde 3'ü ile yüzde 10'u kadar kadar bir kayıpla karşılaşılacağı dile getiriliyor. 2006 verilerine göre GSYİH'nin 400 milyar 46 milyon dolar olduğu göz önünde bulundurulursa en alt seviye yüzde 3'lük kaybın faturası 12 milyar dolar, en üst seviye yüzde 10'luk kaybın faturası ise 40 milyar dolar olarak hesaplanabilir. Devlet Planlama Teşkilatı ise yaptığı hesaplamalarda bu rakamın 38 milyar doları bulabileceğini belirtiyor.
Bu tarz hesapların en büyük zaafı ise emisyon kısıtlaması ile birlikte alternatif enerji kaynaklarına yönelimin artacağı ve bunun ekonomik bir değer oluşturacağı gerçeğini göz ardı etmeleridir. Karbonmonoksit salımının azaltılması ekonominin doğrudan küçültülmesi anlamına gelmediği gibi alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapılmadığı ve bunun ekonomik bir katkıya dönüşmediği gibi bir varsayıma sahip olma yanılgısı taşıyor.
BM
İklim Değişikliği Raporu'nu hazırlayan uzmanlar arasında yer alan Prof. Dr. Selahattin İncecik, "Türkiye'nin bu konuda artık
vakit kaybetmemesi" gerektiğini savunuyor. Protokolün uygulanmasının ülke ekonomisinin büyüme hızını mutlaka etkileyeceğini belirten İncecik, önlemlerin zamanında ve etkin bir şekilde alınması, etki analizleri ve risk değerlendirmelerinin doğru yapılması durumunda karbondioksit emisyonlarını azaltma sürecine girilebileceğini söylüyor. İncecik ayrıca Avrupa Birliği'ne üyelik başvurusu yapan Türkiye'nin protokol dışında kalmasının müzakere sürecini de olumsuz yönde etkileyeceğini dile getiriyor.
10 yılda yüzde 84 artış
Türkiye
İstatistik Kurumu'nun verilerine göre Türkiye’de, 2005 yılında 1990 yılına oranla korbondioksit emisyonunda en yüksek artış yüzde 160 ile çevrim ve enerji sektöründe gözlendi. Fosil yakıtlardan kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının toplam içindeki payı ise yüzde 92 seviyelerini buluyor. Karbondioksit salımında fosil yakıtları yüzde 79 ile imalat sanayi, yüzde 56 ile ulaştırma ve yüzde 37'lik artışla diğer sektörler izliyor.
1990 yılına göre 2005 yılında toplam karbondioksit emisyonu yüzde 84 oranında arttı.
2005 yılında enerji kaynaklı sektörel karbondioksit emisyonu incelendiğinde, toplam karbondioksit emisyonunun yüzde 35’inin çevrim ve enerji sektöründen kaynaklandığı, yüzde 26’sının sanayiden atıldığı, ulaştırma sektörünün yüzde 16’lık bir payının olduğu ve geri kalan yüzde 15’inin ise diğer enerji sektörlerindeki yakıt tüketiminden kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Aynı yıl içerisinde toplam emisyonun yüzde 8’lik payı ise endüstriyel proseslerden kaynaklanmıştır.
Karbondioksit emisyonunda en yüksek artış ise yüzde 160 ile çevrim ve enerji sektöründe gözlendi.
Türkiye yavaş davranıyor
Türkiye, Kyoto Protokolü'nü imzalayacağını söyleyerek bir adım atmış olmasına karşın henüz imza masasına oturmuş değil. Türkiye'nin geçen 14 yıl boyunca diplomatik ataklarının merkezini Ek-1 listesinde çıkmak oluşturdu.
OECD ülkesi olduğu için çerçeve sözleşmenin Ek-1 listesinde yer alan Türkiye'nin sürdürdüğü çalışmalar Ek-1 listesinden çıkarılmasına yetmedi, ancak 2001 yılında Ek-2 listesinden çıkarıldı. Ne var ki bu adım Türkiye'nin beklentilerini karşılamıyor. Türkiye'nin protokolü imzalamaktan kaynaklanacak yükümlülükler doğmaması için Ek-1 listesinde olmaması gerekiyor. Türkiye, sözleşmeye imza atmadığı için Kyoto görüşmelerinde aktif olarak müzakerelere katılmıyor.
Türkiye küresel ısınma konusunda her zaman çok yavaş davranan, uluslararası mekanizmaların çevresinden dolaşmaya ve zaman kazanmaya çalışan bir ülke oldu. İmzaya açık olduğu süre içinde çerçeve sözleşmeyi imzalamadı, ancak 2004’te doğrudan doğruya
Meclis’ten geçirerek onayladı. Sözleşmenin getirdiği en önemli yükümlülük olan sera gazı envanterini ancak 2006 yılında, yani sözleşmenin imzalanmasından 14 yıl sonra
Birleşmiş Milletler’e sunabilen Türkiye’nin, bu envanterle 1990-2004 yılları arasında sera gazlarını 170 milyon tondan 357 milyon tona çıkardığı, yani yüzde 110 artışla
rekor kırdığı ortaya çıktı.
Türkiye'nin önünde duran seçenekler
Türkiye'nin önünde duran seçenekleri ise şöyle özetlemek mümkün:
* "Türkiye, yükümlülüklerin tanımlandığı hiçbir listede yer almadan Kyoto Protokolü'nü imzaladığı takdirde bunun ekonomiye bir etkisi de olmayacak.
*
İsviçre,
Güney Kore,
Meksika ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bazı ülkeler için yeni bir liste oluşturulması ve bu ülkelerin yükümlülüklerinin yeniden tanımlanması tartışmaları da yapılıyor. ABD'nin senaryosu olan bu yaklaşımın henüz çizilmiş çerçevesi olmadığı gibi
maliyet analizleri de yapılmış değil. ABD burada yeni yükümlülükler ve kriterler geliştirilmesi isteğinin bir parçası olarak bu tür senaryoları gündemde tutuyor.
* Türkiye'nin sayısal bir taahhüt üstlenmesi durumunda bunun bir de ekonomik yükü olacak. TÜİK'in tahminlerine göre mevcut politikalar ışığında 2006 yılındaki toplam 312,4 milyon tonluk karbondioksit emisyonu, yüzde 175 artarak
2020 yılında 615 milyon ton seviyelerine ulaşacak. Bu emisyon miktarında yüzde 10'luk bir azaltmanın maliyetinin ise gayri safi
yurt içi hasılanın yüzde 10 civarında bir kayba neden olması öngörülüyor. Ancak bu miktardaki kaybın yıllara göre dağılımının nasıl olacağı, alternatif enerji kaynaklarının devreye girmesinin yarattığı dönüşümün etkisinin ölçümlenebilir hesapları henüz yapılmış değil.
REFERANS