Fakirin de
emek verdiği raporun kapaktan verdiği
mesaj 'demokratik istikrar içinde
kalkınma'. Bize göre zamanlama itibarıyla kritik bir duruş.
Tam bir ortak
akıl gündemi.
Türkiye'nin 1990'ları kaybetmesinin sebebi, 1980'lerde başlatılan
ekonomik reformlara siyasi sistemin direnmesidir. Türkiye'nin bu kayıp on yılından işadamları değil, tümüyle oligarşinin, yani bir dükkân idaresinden ve iki adam istihdam etmekten haberi olmayan atanmışlar sorumludur. Ve bunlara
destek veren iç müstemlekeci büyük
sermaye. Hâlâ aynı kafa devam ediyor.
Türkiye aynı badireye düşmek üzere, eli kulağında. Evet, geçmişten farklı olarak işine sahip çıkan bir hükümet, iyi çalışan piyasa denetleyici kurumlar ve direnen bir ekonomi var. Ancak psikoloji aşağı doğru dönmek üzere. Son iki haftadır görüştüğüm bütün yabancılar "
Reformlar yarım kalacak mı,
AB süreci devam edecek mi,
darbe olacak mı?" diye soruyor.
Evet şu anda ekonomi üzerinde küresel ortamın gölgesi var. 2002-2006 arasındaki olumlu dış destek az. Zira küresel
ısınma ve artan
gıda fiyatları, enerji darboğazı ve zıvanadan çıkan petrol fiyatları ve nihayet ipotekli konut
krizinin tetiklediği küresel finansal kriz, ortak sorunlar var. Keza bunlardan neşet eden işsizlik, düşük
büyüme ve artan enflasyon şu sıralar herkesin sorunu.
Buna rağmen esas sorun içeride. Açık söyleyelim, ortak sorunlardan dolayı kimse çıkıp cari açık ve direnen enflasyonu tek başına 'Türkiye'nin ekonomik kırılganlığı' şeklinde gündeme getiremez. Türkiye doludizgin ihracat artışını sürdürüyor, ekonomide büyüme hâlâ iyi. Her şeye rağmen Türkiye'nin dünyaya sunacağı 'güzel hikâyeler' potansiyel olarak bekliyor.
Hükümet bu konumu muhafaza etmek için 2008 yılının
kapatma gündemine takılmadan, zor şartlar altında reform takvimini sürdürdü. Sosyal
Güvenlik Reformu gibi kronik bir sorun, üstelik olabilecek en üst düzey bir mutabakatla çıkartıldı. Emek piyasası
reformu ile işadamının ve üretimin önündeki engeller kaldırılıyor. Bunlar yazması kolay yapması zor, maliyetli, kaynak gerektiren reformlar. 40 senedir kimsenin cesareti yetmemiş.
Ancak içeri, bütün bu fırsatların aktif hale getirilmesine izin vermiyor. Zaten geçenlerde Türkiye'nin
kredi notunu düşüren Standart and Poor's da gerekçesinde 'ekonomiye' değil, bürokratik ve siyasi kaosa gönderme yaptı. Başka değerlendirme kurumları ise notu dahi düşürmedi.
Evet, bizim de enflasyon, yavaş büyüme, işsizlik ve cari açık sorunumuz var. Cari açığın çözümü öncelikli olarak verimlilik ekonomisinden, yani sektörel transformasyondan ve uzun vadede enerji bağımlılığını asgariye indirmekten geçiyor. Hükümet bu iki konuda da büyük hamleler yaptı.
Aslında bir-iki sene büyümenin yavaşlaması, enflasyondaki bir-iki senelik geçici yükselme, cari açık büyük sorunlar değil. Bunlara tepki olarak faizin makul oranda artması da öldürücü değil. Ancak içeride zorla riskler derinleştirildiğinde sırf faizin ilave artışının yıllık maliyeti 20 milyar yeni lirayı aşıyor. Yılın başından beri yüzde 23'ü aşan YTL'deki değer kaybı özel kesimin reel borcunu ağırlaştırıyor. Artan
ülke riski hem borçlanma maliyetlerini artırıyor hem de vade kısalıyor.
Hazine borçlanma vadesi 50 ayın üzerinde iken, şimdilerde 36 aya kadar geriledi.
Borsa, uzun süre 'bekle gör' dediyse de, gidişatın umutsuz olduğunu görünce yönünü 36 binin altına çevirdi. Şirketlerin değer kaybı 80 milyar dolar. Bilhassa faizin artmasıyla artık sermayenin yönü Borsa'dan ve uzun vadeli yatırımlardan kısa vadeli faize ve döviz piyasası üzerinden de çıkışa yönelecek. Çıkışı engellemek için bir yandan faize sarılacağız, bir yandan da ulusal rezervleri eriteceğiz. Bir an evvel
temiz toplum, hukuk devleti ve demokratik bir anayasa yoluna girilmesi gerekiyor.
Bir dahaki yazıda bu ortamda işadamlarımıza bazı tavsiyelerde bulunmayı deneyeceğim.
İBRAHİM ÖZTÜRK- ZAMAN