AK Parti hakkındaki
kapatma istemli
dava nihayet sonuçlandı, siyasi belirsizlik büyük ölçüde ortadan kalktı.
Şimdi gözler yeniden ekonomide. TOBB'dan TÜSİAD'a kadar
işadamı örgütleri de yeni reform programı peşinde. Tabi siyasi uzlaşmanın sağlanması, gerilimin kaldırılması kaydıyla.
Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı yayımlandıktan sonra
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın izleyeceği yol çok önemli.
Zira, bir dizi adımı her şeye rağmen Başbakan'ın atması beklentisi hakim. "Kabinede değişiklik, parti ve grup yönetiminde kan değişikliği, siyasi parti liderlerini ve
sivil toplum örgütlerini ziyaret ve iddialı bir
Brüksel programı" bu beklentinin köşe taşları. Erdoğan'ın, 'taviz' gibi algılanacağı ve adeta "suçluluğu teyit edeceği" kaygısıyla iddialı çıkışlar yapmayacağını savunanlar ise çoğunlukta.
Nitekim,
laiklik karşıtı iş ve işlemler açısından kusursuz olduğunu düşünen Erdoğan'a karşın, Yüksek Mahkeme'nin 11 üyesinden 10'u 'suç unsuru' tespit etti. Bu tablodan Başbakan'ın hiç de memnun olmadığını, bırakın kapatma kararını, açıklanan kararı dahi ağır bulduğunu duyuyoruz. Gelinen noktada, AK Parti kurmaylarının nasıl özeleştiri yapacağı, toplumun kaygılarını nasıl gidereceği, bunu sözle değil icraatla nasıl ortaya koyacağı merak konusu.
Bürokrasi tatilde
Siyasi gündemin dayanılmaz ağırlığı altında ezilen ekonominin geleceği ise artık hayati önemde. Bürokratların büyük kısmı kısa süreli tatilde. Ama onlar da temel mazeretlerin bir bir ayıklandığının farkında. Ay ortasında Ankara'da olması gereken IMF ile çizilecek
yol haritası bir an önce belirlenmek zorunda. Hükümet'teki genel hava, IMF'ye gevşek bağlarla bağlanıp, "enerji, istihdam,
vergi, tarım, sağlık" reformlarını
Dünya Bankası kredi programları ile başarmak yönünde. Kritik nokta 'kamu finansmanı' olacak. Yüksek cari açık, reel
faiz sarmalındaki ekonomi, iç piyasadaki durgunlukla da bunalmış vaziyette.
KEY ödemeleri,
sürpriz biçimde gündeme gelen memur maaşlarına ek ayarlama, GAP
Eylem Planı çerçevesinde yapılan harcamaları, hafif canlanma belirtisi gösteren inşaat sektörü ile tüccar ve esnafın yakınması bir nebze olsun azaltılacak gibi. Bununla birlikte, 2008-2012 döneminde
Türkiye, hassas günler ve kararlara hazırlanıyor.
Borç yönetimi, gelecek 5 yılda ciddiye alınması gereken ip uçları veriyor.
5 yıl geriye gidebiliriz!
Hazine, 2007
Kamu Finansman Raporu'nu geçenlerde açıkladı. Raporun en önemli kısmı bizleri bekleyen riskler. Evet, bu risklerin etkisi 2001'e göre hayli azalmış olsa da ödeteceği
fatura yine de kabarık. Hazine kadrosu, 2012'ye kadar AB tanımlı brüt kamu borç stokunun, gayri safi yurtiçi hasılaya oranını, 2007'deki yüzde 38.8'den yüzde 30'a çekmeyi hedefliyor. Şu anda 27 AB ülkesinin borç stokunun, milli gelire oranı dikkate alındığında Türkiye 14. sırada. Yani bir çok AB ülkesine göre iyi konumda. Lakin, olağan senaryoda, 2012'de AB kriterlerine göre borç stoku 460 milyar YTL civarında kalması beklenen Türkiye açısından muhtemel şoklar yaşandığında durum bir hayli değişiyor.
Öyle ki,
1-
Döviz kuru, program varsayımlarının yüzde 10 üstünde seyrederse 2012'de borcumuza etkisi en az 20 milyar YTL olacak.
2- Büyüme, hedefin 2 puan altında kalırsa 5 yıl sonra borca 57 milyar YTL eklenecek.
3- Ve reel faiz... Eğer tolere edilebilir sınırları 5 puan aşarsa, sadece faiz şoku nedeni ile borcumuzu 64 milyar YTL artıracak.
Peki, 3 şok aynı anda gerçekleşir ve devam ederse ne olacak? Hemen söyleyelim, kur artışları yaşar,
büyümede geriler, yüksek reel faiz ödemeye devam edersekbu toplum tam 154 milyar YTL ek yükle karşılaşacak. Bir başka deyişle, 2012'de 460 milyar YTL'de kalması öngörülen borç stoku, 614 milyar YTL'ye fırlayacak. Bu da Türkiye'yi, en az 5 yıl geriye götürecek. Siyasi ve
ekonomik istikrarın birlikte yakalandığı 2003-2007 yılları arasında elde edilen kazanımlar, 2012'de tüketilmiş olacak. İşte bu yüzden ekonomiyle ilgili kararların hızla uygulamaya geçmesi gerekiyor.
Okan Müderrisoğlu /
Sabah