Devlet Bakanı ve Baş
bakan Yardımcısı Ali
Babacan,
vergi ve
sigorta prim borçlarıyla ilgili yapacakları düzenlemenin elektrik, su ve emlak borçlarını da kapsayacağını söyledi.
Babacan, NTV-cnbc-e ortak yayınında soruları yanıtladı. Vergi ve sigorta primi borçlarının yeniden yapılanması kapsamında herhangi bir tarihin bulunup bulunmadığına ilişkin soru üzerine Babacan, ''Bu konuda Bakan arkadaşlarımızla beraber yaptığımız çalışmalar aşağı yukarı tamamlanma noktasında'' dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la bugün vergi ve sigorta primi borçlarının yeniden yapılandırılması konusunda bir toplantı yapacaklarını belirten Babacan, toplantının sonunda belli bir noktaya varabilecekleri gibi belki üzerinde biraz daha çalışmalarının gerekebileceğini anlattı. Babacan, ''Hatırlayacak olursanız Başbakanımız daha önce bununla ilgili
Ekim ya da en geç
Kasım gibi bir tarih de vermişti.
Takvim içerisinde biz bunun tamamlanacağını düşünüyoruz'' dedi.
''Bu pakete elektrik, su, emlak borçları da girecek mi?'' sorusu üzerine de, ''Tabi onlar giriyor'' diyen Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Burada bir tek
Ziraat ve Halk bankasıyla ilgili düzenlemeye gerek yok. Bir
kanun çıkartmaya gerek yok. Onlar, bankalar kendi kanunları çerçevesinde tek tek bu işleri yapabiliyorlar. Yeniden yapılandırmayı yapabiliyorlar. Onun haricinde vatandaşla kamu arasındaki borç alacak ilişkilerinin mümkün olduğunca geniş bir şekilde kapsasın istiyoruz. Bunun içerisinde emlak vergileri, su var, elektrik var.''
Söz konusu düzenlemenin kapsamına ilişkin bir diğer soruyu, ''İşte ne kadar borçları varsa geciken, zamanında ödenemeyen ne varsa'' diye yanıtlayan Babacan, 2009'un hem
Türkiye, hem dünya için zor bir yıl olduğunu, borçlarını ödeme konusunda iyi niyetli ve ödeme arzusu olduğu halde yaşanan
kriz nedeniyle bunları ödeyemeyenler bulunduğunu anımsattı. Babacan, yapılacak düzenlemeye ilişkin ise ''Sadece alacağın ana parası ne ise o ana parasının değerini koruyup, bir de böyle bir taksitlendirme kolaylığı olsun diyoruz. Yani işin özü bu. Parametreleri, detayları yakında belli olur'' diye konuştu.
KÖPRÜ VE OTOYOLLARIN ÖZELLEŞTİRMESİ
Köprü ve otoyolların özelleştirilmesinin tarihine ilişkin bir soruya verdiği yanıtta da Babacan,
özelleştirmelerin başarılı olduğunu, şöyle bir bakıldığında artık birçok temel
sektörün
özel sektörün kontrolünde olduğunu belirterek, enerji gibi oldukça temel bir konuda bile enerji dağıtım özelleştirmelerinin hızla devam ettiğini ve yakında tamamlanacağını bildirdi.
Özelleştirmelere ilişkin kesin tarih, kesin takvimler ortaya koymanın güçlüğüne değinen Babacan, akıllarına hiç gelmeyen sorunların ortaya çıkabildiğine vurgu yaptı. Özelleştirmelerin mümkün olduğunca en
erken tarihte olmasını istediklerini belirten Babacan, şunları kaydetti:
''Yeni otoyol projelerinin tek yolu artık özel sektör eliyle ya da kamu özel sektör ortaklığıyla yapılması. Şu anda aşağı yukarı 30 milyar dolarlık bir proje stoğu, proje tanımlaması yaptık. Bunların tamamı kamu, özel ortaklığıyla yapılacak. Yani devlet
bütçesinden, yatırım bütçesinden para ayırmadan, tamamen düzenlemelerle bu işin götürülmesi. Resmi gelirlere bakacak olursak 2010 yılında 10 milyar dolar bir özelleştirme geliri hedeflemişiz. Şu anda 3,9 ancak gelir. 2010 yılı özelleştirmeye, dövize de ihtiyacımızın olduğu bir yıl. 3,9'u anca bitireceğiz. Orta Vadeli Programa, gelecek yıl için 13,7, ondan sonra ki yıl için 12,7, 2013'de de 10 milyar dolarlık bir rakam koyduk.''
''Bunun ne kadarını
köprüler ve otoyollardan bekliyorsunuz?'' sorusu üzerine de Babacan, ''Şimdi bir liste var. Bir liste var ama bu liste bir yerde iskontoya tabi'' dedi. Özelleştirmelerin bir kısmında bazı problemler yaşandığını bunun da proje proje, tek tek sebepleri bulunduğunu belirten Babacan, özelleştirmelerde arzu edilenle, gerçekleşen arasında farkların ortaya çıkabildiğini anlattı.
Özelleştirme ihalelerinden önce yaklaşık bir rakam söylememe konusuna çok dikkat ettiklerini belirten Babacan, fiyatların ihalede oluştuğuna vurgu yaptı. Söz gelimi dağıtım ihalelerine bakıldığında ortaya çıkan rakamların herkesi şaşırtan, yüksek rakamlar olduğunu belirten Babacan, ''Bizim kendi iç hesabımız neydi? Hedeflerimiz neydi? Biz bunu pek fazla konuşmuyoruz. İhaleye çıkıyoruz. O günün arz-talebi işte. Her yatırımcının kendi farklı hesabı olabiliyor. Hiç kimsenin
hesap etmediği çok farklı bir unsuru yatırımcılardan birisi dikkate alabiliyor ve ona göre diğerlerinden çok daha yüksek
teklif verebiliyor. Dolayısıyla biz özelleştirme konusunda, sadece yıllık toplam konusunda o da bir mertebe hedefi olsun diye bir rakam açıklıyoruz'' dedi.
2-B SEÇİM SONRASINA KALMAYACAK
2-B'ye ilişkin soru üzerine de 2-B'nin önemli ve hassas bir konu olduğunu söyleyen Babacan, 2-B ile ilgili düzenlemeyi
seçimden sonraya bırakmamayı düşündüklerini, en kısa sürede tamamlayıp Meclis'e sunmayı istediklerini söyledi. Babacan, çalışmanın belli bir noktaya geldiğini kaydetti.
Bazı
ürünlerde
vergi artışı yapılıp yapılmayacağına dair soruya verdiği yanıtta da Babacan, şunları söyledi:
''Bizim 2011 bütçesini hazırlarken yine bazı kararlar vermemiz gerekiyor. Bu önemli kararlar içerisinde özellikle enerji konusu var.
Elektrik fiyatları,
doğalgaz fiyatları ve akaryakıt üzerindeki özel
tüketim vergileri. Biz eğer hani
maliyet tarafından, petrol, gaz fiyatlarında çok anormal değişiklikler, çok anormal gelişmeler olmazsa ve bugünkü maliyet yapısı 2011 sonuna kadar devam ederse, bu kalemlerde bir değişiklik yapmama kararı aldık...
Dediğim gibi bunlar dışarıya bağımlı olduğumuz konular. Dışarıda olabilecek çok anormal maliyet gelişmeleri olursa, o zaman tekrar tabii bunlar masaya yatırılır, bakılır. Ama şu anki varsayım, şu anki bütçemiz o çerçevede.
Onun dışında bütçe gelir tarafına baktığınızda bunlar her sene yeniden değerleme oranında enflasyona yakın oranlarda
büyümeleri temin edilir. Yaklaşık yuvarlak bazı rakamlar bütçeye konuldu, varsayıldı. Ama nihai kararlar günü gelince açıklanacak. Orada ciddi miktarda bir vergi artışı, yeniden hani şu olur, bu olur. Çünkü geçen sene biz yaptık bunu. 2009'un son gününde böyle toplu vergi ayarlamaları yaptık. Böyle bir şeyi 2011 için öngörmüyoruz. 2011 sadece Haziran-Temmuza kadar değil, 2011'in sonuna kadar. 2012 bütçesi yapılırken de ayrıca bakılacak.''
(
Memur maaşları iyi bir şekilde arttı. Emeklilere normalin çok dışında artışlar yapıldı. Peki bunları nereden nasıl karşılıyorsunuz. Değirmenin suyu nereden geliyor) denilebileceğini söyleyen Babacan, büyüme ve büyümeyle birlikte gelen yüksek vergi gelirlerinden bunların karşılandığını anlattı.
''Ama bunu yaparken de bütçe hedeflerimizden taviz vermedik'' diyen Babacan, temel kriterlerinin
faiz dışı denge olduğunu kaydetti.
Mali kuralla ilgili düzenlemenin bir kenarda beklediğini, ''o günün şartlarıyla değerlendirileceğini'' de belirten Babacan, 2011 bütçesine bakıldığında mali
kural olsa da olmasa da daha farklı bir bütçe olmayacağının görüldüğünü söyledi. Babacan, ''Dolayısıyla kenarda bekleyen bir konu. İlerde zamanı gelince ele alınır'' dedi.
"SU YATAĞINDA AKAR"
Babacan toplantıda, kurun
serbest piyasada oluştuğu
ülkeler değil, özelikle kurunu yöneten, belli bir seviyede tutan, sabit kur uygulayan ya da belli bir endekse kurunu bağlayan ülkelerle ilgili
tartışma olduğunu, bütün ülkelere kurunuzu daha fazla serbest piyasada oluşturacak mekanizmalara gidin çağrısı yapıldığını belirtti.
''Kur savaşları'' deyiminin çok kullanıldığını, G-20'den önce ülkelerin bilerek, kısa vadede sadece
rekabet üstünlüğü elde etmek için gereksiz yere kurunu düşük tuttuğunu, toplantıda bu ülkelerin kurunu düşük tutmaması konusunda mutabakat oluştuğunu belirten Babacan, ''Türkiye'nin zaten serbest kur rejimi var, piyasada oluşan bir kurumuz var. Türkiye ekonomisinde istikrar, güven arttığı sürece dünyada paramızın itibarı artıyor. Son bir yıldır Türkiye'de yaşadıklarımız, Türk lirasının değeriyle ilgili tartışmalar odağında bakıldığında 'Türk lirası değerlendi' deniliyor. İşin özüne bakıldığında dolar ve
avronun her türlü para birimine karşı değer kaybı söz konusu.
Dolar ve avro,
Brezilya,
Meksika,
Şili,
Güney Kore para birimine göre değer kaybediyor. Türk lirası dolara baktığımızda düşüş bu ülkelere kıyasla o kadar değil'' şeklinde konuştu.
ABD'li ekonomist Nouriel Roubini'nin, genel olarak merkez bankalarının paralarının değerlenmemesi için önlem aldığını, Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası'nın daha fazla döviz alması önerisinde bulunduğunun hatırlatılması üzerine Babacan, ''Çok yüzeysel bir yaklaşım, kurun değeri sadece
rezerv miktarıyla ilgili değil, kurun değerini etkileyen çok fazla sayıda faktör var. 'Doğru kur nedir?' diye sorun
Nobel Ekonomi Ödülü almış 50 tane ekonomiste sorun 50 farklı sonuç verecektir. 2002 yılında hükümeti kurduğumuzda 'serbest piyasa mekanizmasına güveniyoruz, serbest piyasa mekanizmasında kuralları çerçeveyi doğru olarak kurduğumuzda piyasada zaten doğru kur oluşacaktır' dedik. 'Su yatağında akar' dedik ve bunu da bugüne kadar tavizsiz şekilde uyguluyoruz'' ifadesini kullandı.
Rezervlerin kuru çok etkilemediğine işaret eden Babacan, şunları kaydetti:
''
Japonya'nın rezervlerine bakıldığında son iki yılda 100 milyar doların üzerinde artış ve yen değerlenmeye devam etmiş, hiç bir şey fark etmemiş.
İsviçre merkez bankası rezervlerini 50 milyardan 200 milyar dolara çıkarmış, İsviçre frangının değeri değişmemiş. Rezervle ilgili alımlar bir miktar etkiler. Dolar ve avro gibi rezerv anlamı taşıyan çok geniş çaplı dünyada kullanılan para birimleri var. Türk lirasıyla yaptığımız bazı kararların doları ve avroyu etkileyecek durum olmaz. Sadece kendi paramızı tüm diğer para birimlerine göre değerini etkilemeye çalışırsak ufak tefek tedbirler alırız. Bunlar ekonominin asıl temel dinamikleri ve ekonominin temel göstergelerinin yanında hiç bir şey.''
Merkez Bankası'nın rezervinin artmasını son 1,5 yıldır devamlı dile getirdiklerini ifade eden Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Ama bunu söylerken piyasadan daha çok döviz alsın, Türk lirasının değeri düşsün diye söylemiyoruz. Türkiye'nin dış yükümlülükleriyle Merkez Bankası'nın yükümlülükleri arasında bir orantı kurmak gerekiyor. Türkiye'nin önümüzdeki bir yıl içinde dışarıya ne kadar ödemesi var ve ne kadar
ithalat yapacak, bütün bu rakamları alıp elimizdeki asgari rezerv seviyesinin ne olması perspektifinden baktığımızda Merkez Bankası rezervi daha yükseltsin diyoruz. Bunu hangi metotla, ne zaman nasıl yapacağı Merkez Bankası'nın kendi bağımsız
politikaları çerçevesinde oluşuyor.
Bu durum sadece Türkiye ile ilgili değil. Örneğin, Ocak 2009'dan itibaren Brezilya reali yüzde 40, Şili'nin para birimi yüzde 30,
Güney Kore'nin para birimi ile Meksika'nın para birimi yüzde 10'ar değer kazanmış. Türk lirası bu ülkelerin para birimine göre daha az değer kazanmış. Bu sadece Türkiye'nin, Türk lirasının sorunu değil, bu doların ve avronun tüm para birimleri karşısında düşmesinin ortaya çıkardığı sonuç. Dünya enteresan dönemlerden geçiyor, bu dönemlerde çok dikkati olunmalı, güven ve istikrarı ön planda tutmak gerekiyor.
Türkiye bugüne kadar doğru olanı yapmıştır. G-20 toplantısının bildirgesinde artık gelişmiş ülkeler orta vadeli programı açıklasın diyorlar. Biz gelişmekte olan bir ülke olarak bunu 1,5 yıl önce yapmışız.
IMF'DE YENİ YAPILANMA
Konuşmasında G-20 toplantısında alınan kararlarla IMF'de yeni yapılanma konusuna da değinen Babacan,
2. Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi ve stratejik konularla ilgili BM
Güvenlik Konseyi'nin,
ekonomik konularla ilgili
Dünya Bankası ve IMF'nin oluşturulduğunu söyledi.
Bunların yönetimi yapısına bakıldığında 2. Dünya savaşı galibi ülkelerin ağırlıklı olduğunun görüldüğüne dikkati çeken Babacan, BM
Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi bulunduğunu, aynı yapının Dünya Bankası ve IMF'de de olduğunu, koltuğu hiç değişmeyen, ayrıca seçimle gelen, ancak seçimle gelse bile önceden mutabakatla oluşturulan, dağıtılan
koltuk sistemi bulunduğunu belirtti.
Babacan, ''Bu çerçevede Türkiye,
Belçika'nın başkanlığını yaptığı on ülkeden birisi ve masada bizim adımıza Belçika oturuyor'' dedi.
Eski IMF Başkanı Rodrigo de Rato döneminde bu konuyu
gündeme getirdiğini, dünyada dengelerin, şartların hızla değiştiğini, ülkelerin ekonomik ağırlıkları değiştiğini, bu kurumları yapısının halen eski duruma göre sürerse bu kurumların temsil sorunu olacağı için meşruiyet zeminini kaybedeceğini ve dolayısıyla ciddi reform yapılması gerektiğini ifade ettiğini bildiren Babacan, ''Daha sonra IMF
reformu,
kota reformu diye yapılan ilk dalgada Türkiye'nin hissesi arttı. Güney Kore'deki ikinci dalga yapılmasında da Türkiye'nin hissesi iki kata yakın artıyor. Diğer ülkelerde de değişiklikler oldu, hissesi düşen ülkeler oldu.
Hisse yapısı, kotalar değişiyor, dolayısıyla yeni IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun oluşması doğal'' diye konuştu.
Bu konuyu New York'ta
BM Genel Kurulu sırasında IMF Başkanı
Dominique Strauss-Kahn ve IMF'de en fazla hisseye sahip ABD'nin
Hazine Bakanı (Timothy Geithner) ile ayrıca
Avrupalılarla görüştüğünü kaydeden Babacan, ''Sonuçta Güney Kore'de baskılar sonucunda gelişmiş Avrupa ülkelerinden ikisi koltuklarından kalkmayı kabul etti, ancak hangisi belli değil. Önce Avrupalılar kendi aralarında kimin kalkacağına karar verecek, ondan sonra kalkanların yerine kimin oturacağına dair yeni müzakere süreci başlayacak. Avrupalılar ve diğer büyük ekonomiler nezdinde görüşmeler yapılması gerekiyor, çünkü bu işlerde uzlaşma, ülkelerin az çok yüzde 85'inin tamam demesi gerekiyor ki olsun. Türkiye'nin temsilinin daha fazla artması kararı var. İspanyollar ve Belçikalılar koltuğu yarım yarım paylaşmayı teklif ediyor'' dedi.
IMF'nin şimdiye kadar ekonomisi bozulan ülkelere para vererek, karşılığında politika danışmanlığı yaptığını, ancak yeni IMF'nin G-20'nin de verdiği görevleri, gelişmiş ülkelerin ekonomisiyle ilgili raporlar hazırlayacağını ve
finans sistemini inceleyeceğini, ABD, Japonya ve
Almanya'ya da eleştirilerde bulunacağını söyleyen Babacan, ''Dolayısıyla bu IMF İcra Direktörleri Kurulu'nda oturuyor olmak eskiye göre artık çok daha önemli olacak, çünkü küresel ekonomiyle ilgili özellikle G-20'de tartışılan bütün konuların
teknik sekretarya görevi ağırlıklı olarak IMF'ye veriliyor. Tüm küresel ekonomiyle ilgili teknik bir raporlama,
izleme, gözleme ve tavsiyede bulunma fonksiyonu da gelecek'' diye konuştu.
CARİ AÇIK KONUSU
IMF Başkanı Strauss-Kahn'ın ''Türkiye'nin cari açığa dikkat etmesi gerektiği'' yönündeki açıklamasını da değerlendiren Babacan, şunları söyledi:
''Cari ödemeler dengesi konusu G-20'nin önemli gündem maddelerinden biriydi.
Cari açık ve cari fazla veren ülkeler var, bunlar G-20'de konuşuldu. ABD'nin, cari fazlası ya da cari açığı olanın (GSYH'ye oranının) yüzde 4 rakamına ulaşması önerisi vardı. Cari fazlası olanlar Almanya gibi, fazlalarını yüzde 4'e indirsin 2015'e kadar, cari açığı olanlar bu açığı yüzde 4 ya da altına indirsin önerisi kabul görmedi. Çünkü cari açık ya da fazlanın sebebi çok önemli. Örneğin petrol
ihraç eden Suudi Arabistan'ın cari fazlası yapısal olarak devam edecek ya da Türkiye gibi enerjiyi tamamen dışardan ithal eden bir ülke enerjide dışa bağımlı olduğu sürece cari dengesini enerji ithalatı olumsuz etkileyecek.''
Türkiye'nin nükleer santralin temelini bugün atsa ya da Karadeniz'de bugün petrol bulsa 7-8 sene sonra bunların enerjisinden yararlanmaya başlayacağını ifade eden Babacan, şöyle devam etti:
''Dolayısıyla enerji konusunda dışarıya bağımlılığımız uzun süre devam edecek. Üstelik enerji fiyatlarındaki iniş ya da çıkış bizim cari açığımızı doğrudan etkileyecek.
Enerji fiyatları düştükte cari açığımız düşecek, arttıkça cari açığımız artacak bu kaçınılmaz tablo. Enerji konusunda köklü çözüm bulmadan cari denge noktasında rahata ermemiz mümkün değil.
Türkiye büyüyen ve yatırım yapan bir ülke. Son altı aya bakıldığında yatırım ithalatında ciddi artış var. Türkiye, makina ve teçhizat ithal ediyor, ağırlıklı olarak
tüketici ürünleri ithalatının toplam ithalatımız içindeki payı düşüktür. Oradan gelecek 500 milyon ya da 1 milyar dolarlık artış ekonomimizin genel dengesinde bir şey yaratmaz. Kurda ağırlıklı olarak tüketim ürünleri ithalatını bir miktar etkileyen bir unsur.
İthalatın içinde enerji, makina ve teçhizat önemli kalemler. Bugünün
makine ithalatı yarının ürün ihracatıdır, bugün makina ithalat ettiğimizde cari dengemiz olumsuz etkilenir, ancak ondan sonra o makina teçhizatı her geçen sene
üretim yapılıp ihracat yapıldığında ileriye doğru bize artı değer getirecek.''
Babacan, ''Cari açık piyasalar açısından
tehlike çanları çalacak noktaya gelirse o noktada kurdaki hareketlenmeyi mutlaka görürüz, Türk lirasının değeriyle ilgili
erozyon olur. Cari açığı finanse edecek rakamın çok üzerinde Türkiye'ye
sermaye akışı var. Türkiye'ye ciddi miktarda portföy yatırımı geliyor, hem cari açığımız varken hem de portföy yatırımları konusuna nasıl bir politika uygulanır dikkat edilmeli. 'Sermaye hareketleri sınırlansın' denildi. Brezilya bunu denedi, yüzde 2 vergi koydu olmadı, yüzde 4'e çıkardı yine olmadı, şimdi bunu yüzde 6 yapma kararı aldı. Bunu yapsa da yatırımcı bunun yolunu buluyor, farklı enstrümanlar, farklı yan yollarla o ülkeye yatırım yapacaksa bunu yapıyor'' diye konuştu.
Ekonominin temellerinin çok önemli olduğunu, istikrar ve güveni bozmadan ekonomi politikasındaki ana çerçevenin, ana temellerin sağlam tutulması gerektiğini belirten Babacan, şu ifadeleri kullandı:
''Bizim serbest kur rejimi ve serbest sermaye hareketleri çok önemli ana çerçeveler. Bunlarla ilgili kimsenin kafasını karıştırıcı, güveni sarsıcı bir adım atmamamız gerekiyor. Farklı kur rejimleri ülkede denendi, her biri felaketle sonuçlandı. Serbest kur rejimi bizi içerden ya da dışarıdan gelecek pek çok şoka karşı koruyucu en önemli mekanizma. Bugün sermaye Türkiye'ye geliyor, ama hızlı çıkış olursa, kur yukarı doğru hareket edecek, Türk lirası değer kaybedecek olursa, bugün yatırım yapanlar ciddi zarar göreceklerini iyi biliyorlar. Biz de 'açıkça kura garanti yok, bugün geliyorsunuz yarın hızla çıkarsanız kur farklı noktaya gider, zarar edersiniz farkındasınız değil mi diye' söylüyoruz.''