Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) ilk kez 7 yıl olarak hazırladığı, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu'nca onaylanan ve 2007-2013 yıllarını kapsayan 9. Kalkınma Planı'nda YÖK, 'akademik özerklik için değişimin en büyük barikatı' olarak nitelendirildi. Yüksek Öğretim Özel İhtisas Komisyonu,
TÜBİTAK, üniversiteler ve çeşitli eğitim kurumlarından profesörler düzeyinde 21 kişinin katkısıyla oluşturulan ve 3 oturumda ortaya konulan 160 sayfalık DPT raporunda, bilimsel özerkliği savunması beklenen YÖK, ilk kez bir "
kalkınma planı" kapsamında, oldukça radikal biçimde eleştirildi. Raporda, YÖK'ün ağır merkezi bürokratik yapıyı özellikle koruduğu ve değişime direndiği, böylece Türk üniversiteleri ve yüksek
öğretim sisteminin
Avrupa ve Amerika'daki mevcut seviyenin oldukça altına inmesine neden olduğu vurgulandı. Raporda, yüksek öğretim sisteminde yapılacak reformların öncelikle YÖK'ün idari yapısında gerçekleştirilecek köklü değişikliklerle başlatılacağına işaret edildi.
KÖTÜ ETKİLİYOR
Raporda, "Geçen 23 yılda 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan değişiklikler, kanunun sivri uçlarını törpülemiş ve daha mantıklı hale getirmiştir. Merkeziyetçi yapı üniversitelerle daha alt akademik birimler için özgür ve
rekabet edebilir bir ortam yaratamamıştır" denilerek, öğrencisinden çalışanına, araştırma görevlisinden öğretim üyelerine kadar tüm katman ve kademeleriyle üniversitelerin katılımcı ve demokratik bir
yönetim anlayışına kavuşamadıkları kaydedildi.
DPT raporunda, YÖK'ün akademik özerkliğe sık sık vurgu yapmasına rağmen, üniversiteler nezdinde bilimsel özerkliği tamamen ortadan kaldırıcı bir merkezi yapıyı kendi bünyesinde kurarak, mevcut halin devamından yana tavırlar geliştirdiğine dikkat çekildi. Raporda, "2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda yer alan
yükseköğretimin amaçları, hem sistemin farklılıklara izin vermemesine, hem de akademik özgürlüğü ortadan kaldırmasına yol açmaktadır" ifadesi kullanıldı.
KAVGA 1.5
PUAN İÇİN Mİ
YÖK'ün bilimsel özerklikten neyi anladığına ilişkin raporda şu ilginç karşılaştırmaya da yer verildi: "
Üniversite özerkliği denince öncelikle
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı'nın (
OECD) yaptığı değerlendirme gelmektedir. Bu rapora göre, üniversite özerkliği 8 maddeden oluşmaktadır. Raporda
Meksika ve
Norveç gibi ülkelerin üniversitelerinin özerkliği 8 üzerinden 7- 7.5 iken, Türkiye'de üniversite özerkliği 1.5'tir, yani özerklik adına yapılan bütün mücadele bu 1.5'i savunmak içindir."
MEMURİYET GİBİ OLAMAZ
Raporda Türk yükseköğretim sisteminin aksayan yönleri; sistemde 'çeşitliliğin' desteklenmediği, özgün ve özerk bilgi üretiminin 'başarı' olarak kabul edildiği ve ödüllendirildiği sistemin geliştirilemediği şeklinde belirtilerek, "
Üniversitelerin belirli bir misyonun taşıyıcısı olarak devlet daireleri gibi görülmesi de önemli ölçüde sistem sorununu göstermektedir. Bu tür bir 'devlet dairesi' yapılanması, öğretim üyeliğinin de 'memurlaşması' gibi asla kabul edilemez bir sorunu karşımıza çıkarır. Memur zihniyetini hakim kılan sistem yaklaşımı, beraberinde
iş güvencesi ve rekabet eksikliğine yol açar” ifadesine yer verildi.
Araştırmacılık ve yenilikçilik kültürünün eksik olduğunun kaydedildiği raporda, 'özerklik ' ve '
hesap verebilirliğin' paralel götürülmesi gerektiğine vurgu yapıldı.
DPT'nin raporu
zehir zemberek
Yükseköğretim politikalarının 'hükümet politikaları'yla yönlendirilmeye çalışılması önemli bir zaafiyettir.
Özerklik konusunda dıştan müdahalelere duyarlı davranan yükseköğretimin, bu türden müdahalelerin, sadece
siyaset ve siyaset kurumlarından değil, diğer kurumlardan da gelebildiğini bilmesi gerekmektedir.
Özerklik konusunun bir diğer önemli boyutu ise akademik özerkliktir. Üniversitelerimizde tam anlamıyla akademik özerklik gerçekleştirilememiştir. Ayrıca özerklik sorununa bir de akademik 'özgünlük' sorunu da ilave edilmelidir. Ülkemizde
batı üniversitelerindeki gibi bir idari ve mali özerklik anlayışı bulunmamaktadır.
Meslek okullarının uzun süredir
ihmal edilmesi ve bu alana yeteri kadar yönlendirme yapılmıyor olması önemli bir diğer sorun alanını oluşturmaktadır. Meslek yüksekokullarının, özellikle sınavsız geçiş sisteminin benimsenmesiyle birlikte kalite sorunuyla baş başa kaldığı görülmektedir.
Üniversiteler sadece sanayiyle değil, ekonomi başlığı altında vurgulanmaya çalışılan diğer sektörlerle, diğer sektörlerin de üniversiteyle karşılıklı ve yeteri derecede etkin bir ilişki ve
iletişim kuramadığı görülmektedir.
Ayrıca taraflar arasındaki 'güven eksikliğinin' giderilmesi için yeterli duyarlılığın da gösterilmeyişi sorunların çözümünü geciktirmektedir. Bir de buna üniversite öğretim elemanlarının yeterli duyarlılığı göstermemesi, düşüncelerini toplumla paylaşmak isteyen öğretim elemanlarına da özgür bir ortam sağlanamamış olması eklenince, konu daha da sahipsiz kalmış ve başkaları tarafından sahiplenilmiş bulunulmaktadır.
YENİ ŞAFAK