Türkiye, aylardır 21 üniversiteye atanacak
rektör adaylarını ve üniversitelerde yapılan
seçimleri konuşuyor.
Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK), en fazla oyu alan bazı rektör adaylarını
Köşk’e gönderdiği listeye koymaması, tartışmaları yeniden alevlendirdi. İşin ilginç tarafı ise daha önce aynı
sistemin avantajlarını kullanarak rektör olan kişilerin şimdi ‘
mağdur’ rolünü üstlenmesi. YÖK tarafından elenen adaylar şimdi üniversitelerde demokrasinin işletilmesi gerektiğini konuşuyor.
Tartışmalar devam ederken kimse üniversitelere atanacak rektörlerin bilimsel altyapısını, kaç
makale yazdığını, ulusal veya uluslararası kaç projeye
imza attığını, ne kadar doktora veya yüksek
lisans talebesi yetiştirdiğini, yurtiçi ve yurtdışında kaç kongreye katıldığını, ne tür
ders notları hazırladığını, buluşunun olup olmadığını, akademik vizyonunu, Türkiye ve üniversitesi için yapacağı yatırımları konuşmuyor. Seçim sistemi üniversitelerde keskin ayrışmalara yol açıyor. Hayatı derslikle
ameliyathane arasında geçmiş birinin trilyonluk
bütçeleri yönetmeye kalkmasının mahzurları ortadan kaldırılamıyor.
Sayıştay denetçileri son 5 yıl içinde 315 usulsüz işlem tesbit etti.
Kamu İhale Kurumu, 47 üniversitenin 240
ihalesine müdahale etmek zorunda kaldı. Profesyonel yöneticiliği ve akademi-
işletme ayrışmasını konuşması gereken Türkiye, adayların dünya görüşü üzerine üretilen spekülasyonlarla
vakit harcıyor.
Aslında rektör atama ve seçiminde Türkiye’nin yaşadığı sorunlar yeni değil. 16 yıldır her rektör atama döneminde bu problemler ortaya çıkıyor. Rektör adaylarının seçimle belirlenmesi, YÖK’ün üniversitede seçilen 6 adaydan 3’ünü eleyerek
Cumhurbaşkanlığı makamına sunması,
cumhurbaşkanının da 3 kişiden birini rektör olarak ataması kuralı 1992 yılında yapılan
kanun değişikliği ile başladı. O tarihe kadar YÖK tarafından belirlenen adaylar, cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu. Kanun çıktığında üniversitelerin demokratikleşmesi hedefleniyordu; ancak 1997 yılında başlayan ‘Postmodern
darbe-28
Şubat süreci’, üniversitelerde ideolojik söylemlerin zirveye çıktığı d önem olarak tarihe geçti ve kanun farklı amaçlar için kullanılmaya başladı.
Üniversitelerde yapılan seçimler anlamını yitirdi, 1 oy alan kişiler rektör yapıldı, üniversitelerdeki akademik kadronun genleriyle oynandı, atanan kişiler oluşturdukları kadro imkânları ile ik
inci dönem yeniden rektör seçildi.
Ağustosta görevleri sona erecek 21 üniversitenin rektör adayları belirlenirken;
Gazi,
Dicle ve
Uludağ üniversitelerinde en fazla oyu alan adayların liste dışı bırakılması, geçmiş dönemlerde yaşananları hatırlatıyor.
SEZER VE TEZİÇ DÖNEMİNDE DARBE YAPILDI
Rektör atamalarında üniversitede
öğretim üyelerinin yaptığı seçim tek belirleyici unsur değil. Atamaların nasıl yapılacağını düzenleyen 2547 sayılı YÖK Kanunu, süreç içinde
YÖK Genel Kurulu’na ve nihayetinde de cumhurbaşkanına takdir yetkisi vermiş. Yıllarca
teamül gereği üniversitedeki seçimin galibinin rektör atanması kuralı özellikle eski Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer ve YÖK eski Başkanı
Kemal Gürüz ile
Erdoğan Teziç dönemlerinde bozulmuş. Bu konuda onlarca örnek bulunuyor. Sadece geçen yıl yapılan atamalara bakıldığında bile ortaya çıkan tablo her şeyi anlatıyor.
Geçen yıl mayıs ayında yeni kurulan 15 üniversiteye atama yapıldı. Bu üniversitelerdeki seçimlerin çoğunu ne YÖK dikkate aldı ne de eski Cumhurbaşkanı Sezer… Örneğin
Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan
emekli general Veli Küçük’e ‘Emrinize amadeyim’ diyen Osman Metin
Öztürk,
Giresun Üniversitesi’nde yapılan seçimde 8 oy alarak ikinci olmasına rağmen, YÖK’ün listesinde üçüncü sıraya kondu; ancak Sezer, Öztürk’ü rektör olarak atadı.
Kafkas Üniversitesi’nde 20 oyla dördüncü seçilen Abamüslüm
Güven’i YÖK Cumhurbaşkanı’na gönderdiği listede ikinci sıraya koydu, Sezer, Güven’i rektör yaptı.
Bozok Üniversitesi’ndeki seçimde birinci gelen Prof. Dr. Mustafa İlbaş, YÖK tarafından listeye alınmadı. Yerine 1 oy alan (sadece kendisine oy veren) Mustafa Alçı, Cumhurbaşkanı Sezer’e gönderilen listede birinci sıraya kondu. Ancak Sezer üniversitedeki seçimde üçüncü, YÖK’ün sıralamasında ikinci olan Prof. Dr. İnci Varinli’yi rektör yaptı.
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde 119 oyla birinci seçilen Metin Gürkanlar, YÖK’ün listesinde yer alamazken; Sezer, ikinci sıradaki Şerafettin Canda’yı rektör yapmıştı.
Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde 212 oyla birinci seçilen Halim Sözbilir, YÖK tarafından üçüncü sıraya konmuş, yerine dördüncü sıradaki Ömer Faruk Emrullahoğlu eklenmiş ancak Sezer ikinci sıradaki Ali Altuntaş’ı rektör atamıştı.
Üniversitedeki seçimde birinci gelmesine rağmen YÖK’ün listesinde alt sıralara düşen adaylar da olmuş; ancak Sezer bazı durumlarda bu adayları tekrar rektör yapmıştı. Adnan
Menderes Üniversitesi’nde 184 oyla birinci olan Şükrü Boylu, YÖK’ün listesinde ikinci sıraya konmuş, Sezer yine de bu adayı rektör yapmıştı.
Rektör atamalarında sıralamanın dikkate alınmadığı, YÖK’ün müdahale ettiği tablo bu şekilde devam edip gidiyor. Üniversite Öğretim Üyeleri Dayanışma Derneği Başkanı ve
İstanbul Üniversitesi Biyofizik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şefik Dursun, özellikle 28 Şubat sürecinde üniversitelere darbe yapıldığı görüşünde. Bu şekildeki atamalarla üniversitelerdeki akademik yapının değiştirildiğini savunan Dursun, şöyle konuşuyor: “28 Şubat sürecinden sonra ‘üniversitenin yapısı nasıl değiştirilir’ düşüncesiyle yöneticiler atanmaya başladı. Demokratik seçimlere müdahaleler yapıldı. Daha sonra gelen insanlar kadrolaştı. Şimdi rektörlük seçimini ve cumhurbaşkanının atama sürecini manipüle etmek için
gürültü çıkaran kişiler, hâkimiyetlerini kaybetmek istemeyen çevrelerdir.”
REKTÖR OLMAK KRALLIĞA EŞDEĞER
Rektörlük neden önemli? Trilyonlarca liralık bütçesiyle dev şirketleri geride bırakan üniversiteler gelişmiş ülkelerde işletme mantığıyla profesyoneller tarafından yönetilirken, neden Türkiye’de amatörler tarafından yönetiliyor? Yurtdışında işin ağırlığı sebebiyle bu tür makamlara insanlar çekinerek gelirken, niçin Türkiye’de rektörlük makamı bir
mevzi kapma yarışına dönüşüyor?
Demokratik Üniversite Platformu Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, rektörlüğün Türkiye’de bu kadar ilgi görmesini, sahip olduğu olağanüstü yetkilere bağlıyor. Rektörlüğü krallıkla eş değer gören Tahir Hatipoğlu, “Trilyonlarca lira genel bütçesinin dışında bir o kadar da
kontrol dışı paraya hükmediyorlar. Dernekler,
vakıflar,
kooperatifler aracılığı ile kantinlerden, sosyal tesislerden, oto parklardan vs. elde edilen gelirler kontrol edilemiyor. Kısaca üniversiteler para basıyor. Para demek, güç demektir. Herkes bu güce sahip olmak istiyor.” diye konuşuyor.
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahsin Yeşildere ise mevcut sistemi ‘teokratik’, ‘padişahlık’ sistemi olarak değerlendiriyor. Gelişmiş ülkelerde rektörlüğün angarya olarak görüldüğünü ve akademisyenler tarafından
tercih edilmediğini hatırlatan Tahsin Yeşildere, “
Avrupa’da
bilim adamı bilimle meşgul olmak ister ve rektörlüğe uzak durur. Ancak bizde aşırı ben merkezli yapının rektörlere verdiği olağanüstü yetkileri kullanmak için herkes talip oluyor.
Üniversitelerde kurullar işletilsin, rektörün yetkileri daraltılsın, mali ve idari anlamda düzenlemeler yapılsın, kimse rektörlüğe talip olmaz.” diyor. Bugünkü sistem içinde kaosların sürekli yaşandığını vurgulayan Yeşildere, “Sistem antidemokratik ve baskıcı. Bu sistem içinde
rektör seçimleri demokratik olamaz. Daha önce ikinci, üçüncü sıralardan rektör atananlar aynı sistemin kurbanı olunca feryat ediyor.” diyerek demokrasiye inanmış, sadece kendini düşünmeyen bilim insanlarının bir araya gelip Türkiye’ye yakışan yeni modeller üzerinde çalışması gerektiğini söylüyor.
Rektörlerin bilerek veya bilmeyerek mali konularda yaptığı hatalar, üniversitelerin en önemli sorunu hâline geliyor. Rektörlerin üniversitelerde akademik
başkanlık yapmak yerine büyük şirketlerdeki CEO gibi çalışmaya başladığını vurgulayan Tahir Hatipoğlu, bu konuda tecrübesiz oldukları için de çok hata yaptıklarına dikkat çekiyor. Hatipoğlu, “Yıllarca tıp fakültesinde doktorluk yapan biri, bir anda trilyonlarca liraya hükmeden konumuna geliyor. Koç,
Sabancı gibi büyük şirketler 1 katrilyon lira bütçesi olan bir şirketini hiçbir ekonomi bilgisi olmayan birine yönettirir mi?” diye soruyor.
Devlet üniversitelerinin geçen yıl devlet bütçesinden aldığı pay 7 milyar 290 milyon YTL’ydi. Bazı üniversitelerin
dernek, vakıf, kooperatif gibi kuruluşları vasıtasıyla elde ettiği gelirler hariç bütçeleri şöyle: “
İstanbul Üniversitesi 450 milyon YTL,
Hacettepe Üniversitesi 320 milyon YTL,
Ankara Üniversitesi 305 milyon YTL,
Ege Üniversitesi 264 milyon YTL, Dokuz
Eylül Üniversitesi 208 milyon YTL,
Gazi Üniversitesi 297 milyon YTL,
Marmara Üniversitesi 206 milyon YTL,
ODTÜ 202 milyon YTL,
Selçuk Üniversitesi 215 milyon YTL.”
Bazı üniversiteler devletin ayırdığı bütçe dışında elde ettiği yıllık 1 milyar YTL’ye yakın gelirle Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu sıralamasında yer alan ilk 100 şirket ile yarışıyor. Üniversitelerin bütçeleri İstanbul
Sanayi Odası’nın açıkladığı “Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu” arasında yer alan
Vestel, Grundig,
Coca Cola İçecek, Bor Çelik, Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı, BMC,
Fırat Plastik,
Borusan,
Tekel, Kar
demir Karabük Demir Çelik, Brisa,
Honda, Prelli,
Aselsan, Goldaş, Man, Sanko gibi şirketlerin cirolarıyla yarışıyor.
Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, bu kadar büyük bütçeli üniversitelerde paranın eğitim öğretim ve araştırmanın önüne geçtiğini söylüyor. Hatipoğlu, “Rektörler, dekanlar akademik işlerle ilgilenmeli. Hükûmet veya
Maliye Bakanlığı, üniversitelerdeki mali ve idari yapıyı yönetmesi için bir genel müdür
tayin etmeli.” diyor.
KADROLAŞMA REKTÖRÜN GÜCÜNÜ ARTIRIYOR
Üniversitelerde rektörlerin mali konularda başarısız olduğunu Sayıştay Başkanlığı yaptığı denetimlerle ortaya koyuyor. Son 5 yıl içinde Sayıştay denetçileri, hazırladıkları raporlarla üniversitelerde 315 usulsüz ödeme veya uygulamanın yapıldığını tespit etti. Sayıştay, bu usulsüzlüklerin düzeltilmesi için rektörlere veya yetkili kişilere
sorgu açtı. Ayrıca
Kamu İhale Kurumu’nun 2003-2007 yılları arasındaki işlemleriyle ilgili bir başka araştırmada ise 47 üniversitenin 240 ayrı ihalesi için ihalede tadilat, ihalenin yenilenmesi ya da adli makamların harekete geçmesi gibi
yaptırımlar istendi. Üniversitelerdeki bu yanlışlıkların
yönetim anlayışındaki eksikliklerden kaynaklandığı ifade ediliyor.
Üniversitelerdeki rektörlüğü tartışılır kılan etkenlerden biri de kadrolaşma olarak dikkat çekiyor. Üniversitelerde yapılan seçimde birinci çıkan rektör adaylarının genelde kadrolaştığı ortaya çıkıyor. YÖK’ün yaptığı bir çalışmayla 21 üniversitede rektörlerin 4 yıl boyunca yardımcı doçent, doçent ve
profesör kadrolarına kaç kişi aldığı belirlendi. Üniversitelerde özellikle yeni oy kullanacak yardımcı doçent kadrolarına 2007 yılı içinde yüksek miktarlarda atama yapıldığı dikkat çekiyor.
Son 4 yıl içinde en fazla kadronun verildiği üniversiteler Gazi, Ege ve
Atatürk üniversiteleri oldu. Gazi’ye 772, Atatürk’e 615 ve Ege’ye ise 597
öğretim üyesi alınmış. Gazi Üniversitesi’nde mevcut rektör Prof. Dr. Kadri Yamaç seçimde 732 oy alarak birinci olurken; Ege Üniversitesi’nde aday olamayan rektörün desteklediği Prof. Dr. Candeğer Yılmaz 505 oyla ilk sırayı elde etmişti.
Dicle ve Uludağ üniversitelerinde kendileri yasal olarak aday olamayınca yerlerine üniversitede öğretim üyesi olan eşlerini rektör adayı yaparak birinci çıkartan rektörlerin de önemli kadrolar aldıkları belirlendi. Uludağ’da mevcut rektör
Mustafa Yurtkuran’ın eşi Merih Yurtkuran 254 oyla birinci olmuştu. Rektör Yurtkuran, 4 yıl boyunca 62’si yardımcı doçent olmak üzere toplam 261 öğretim üyesi almış.
Dicle Üniversitesi’nde de Rektör Fikri Canoruç’un eşi Naime Canoruç 148 oyla birinci olmuştu. Fikri Canoruç’un görevde kaldığı son 4 yıl içinde kadroya 302 öğretim üyesi aldığı belirlendi. YÖK Başkanı Yusuf
Ziya Özcan ve hükûmet aleyhine yaptığı konuşmalarla gündeme gelen
Akdeniz Üniversitesi Rektörü Mustafa
Akaydın ise 302 kişiyi kadroya almış. Akaydın, üniversitedeki seçimde 293 oy almıştı.
Ulusalcı söylemleri ile dikkat çeken ve Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı
emekli general Şener
Eruygur’un yönetim listesinde görev alan Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay da kadrolaşan rektörler arasında. 8 yıldır görevde olan Bernay, son 4 yıl içinde 309 kişiyi kadroya getirmiş. Bu üniversitede Bernay’ın desteklediği başhekim yardımcısı Prof. Dr. Murat Aydın 262 oy alarak birinci olmuştu.
Demokratik Üniversite Platformu Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, bugün tartışması yapılan üniversitelerdeki rektörlük seçimlerinin demokratik olmadığını ifade ediyor. Özellikle işsiz doktoralı kişilerin yardımcı doçent yapıldığına değinen Hatipoğlu, “Rektör olan kişi yardımcı doçentleri işe alıyor ve oylarını topluyor. Hatta işe alırken pazarlık yapıyor. Dolayısıyla rakiplerine fark atıyor. Kısacası rektör, öğretim üyelerini, öğretim üyeleri de rektörü seçiyor. Yani kendin pişir kendin ye mantığı. Bu sistemin değişmesi gerekiyor. Bu yüzden seçimde sadece doçent ve profesörler oy kullanmalı. Böylece istismarlar önlenir.” şeklinde konuşuyor.
AKSİYON