Türkiye, bilim ve eğitimde nasıl merkez haline getirilebilir?
Bilimin
iktidarı için nasıl proje?
Seçim gündemindeyiz ve
Başbakan Erdoğan bir proje açıklayacak. Açıklamalara göre bu “Çılgın” bir proje olacak. Samanyoluhaber.com olarak projenin ne olabileceğini okuyucularımıza sorduk. Birbirinden ilginç fikirler ortaya çıktı.
Türkiye için en önemli proje en stratejik proje ne olabilir? Şu aşamada Türkiye nasıl bir projeye ihtiyaç duymaktadır? Eğitim ve bilim konularındaki ilginç ve çarpıcı açıklama ve yaklaşımları ile tanıdığımız Prof. Dr.
Osman Çakmak ile konuyu ele aldık.
Osman Çakmak'ın açıklamaları şöyle:
Son yıllarda
ülkemizde üniversite sayısı arttı. Yüksek
öğretim ve topyekun eğitim açısından Türkiye'de büyük bir potansiyel kendini gösteriyor. Türkiye son yıllarda çeşitli sahalarda önemli atılımlar yaptı. Acaba eğitim ve bilim alanında olması gereken yapıldı mı? Bana göre asıl yapılması gerekenlere sıra gelmedi. Uzun yıllardır önünü kesen derin güçlerin fark edilmesi önemli bir aşama. Ülkenin şuur olarak kendinin gelişinin işareti olarak görüyorum.
Ülkemiz her bakımdan (tarihi, coğrafi...) büyük potansiyeller taşıyor. Türkiye, artık üniversite ve bilim stratejisini oluşturması lazım. Ülked
e devlet üniversitelerinde olduğu kadar
vakıf üniversitelerinde sayısında artış oldu. Sıra muhteva ve öze gelmeli. Eğer doğru bir bilim ve araştırma stratejisi ortaya konulabilirse, Türkiye bu bölgede, hatta Dünya içinde bilim ve eğitimde merkez konumuna çıkabilir. Bu aynı zamanda büyük bir gelir kaynağı ve Türkiye'nin tanıtımı ve itibarının yükselmesi demektir.
Amerika,
Japonya ve İngiltere'yi bir yana bırakın
Malezya,
Ürdün ve
Kıbrıs bile uluslar arası arenada kayda değer bir öğrenci merkezi haline geldi.
Sonuç olarak bu aşamada Türkiye'yi bölgede hatta Dünya'da bilimin merkezi yapacak bir projenin beklentisi içindeyiz. Biz şahsen üniversiteleri içine alan
beyin projeler bekliyoruz.
Niçin böyle bir proje?
Konuyu sadece ülkeye gelir elde etmek açısından düşünmemek lazım. Dikkat e
dersek, günümüz dünyasının ikiye bölünmüş bir hali var. Birincisi,
icat ve yenilik yoluyla üretenler. Bunlar aynı zamanda bu şuura varamamış
toplumların kaderlerine hükmetmekte ve onların sırtından geçinmektedir. İkincisi
buluşların estirdiği rüzgârlara kapılıp oradan oraya sürüklenen, tüketen ve
kopyalayan ülkeler. Sürekli
ekonomik kalkınmadan dem vuruyoruz, hep gündemimizi bu konular işgal ediyor ama gerçek kalkınmanın “icada dayalı” “buluşçuluk temelli” bir anlayışla mümkün olacağının pek de farkına varmış değiliz. Bence ülke için asıl konu bu.
Ben öyle bir projeden söz ediyorum. Öyle bir proje başlatıyorsunuz ki artık Türkiye gelişmiş ülkelerin “teknoloji kolonisi” olmaktan çıkıyor, kendi teknolojisini üretir hale geliyor. Bundan daha büyük hangi proje olabilir? Kendi silahımızı, kendi ilacımızı, kendi
arabamızı ve telefonumuzu, kendi biyoteknoloji ve nanoteknoloji
ürünlerimizi üretir hale geldiğimizde Türkiye gerçekten büyük ülke ve bağımsız ülke statüsüne ulaşacaktır. Türkiye üzerinde ne oyunlar oynandığını
Ergenekon olaylarında sanırım herkes daha iyi anlamış olmalı. Bu oyunlar zannediyorum buzdağının görünen kısmı. Asıl oyunların eğitim ve bilim üzerinde oynandığını düşünüyorum.
Dolayısıyla Türkiye'nin bilimde güçlü hale gelmesi ezilen ve sömürülen, çeşitli oyunlarla istikrarsız halde tutulan diğer
halklar ve milletler için de çok önemli. Çünkü tarih boyunca ülkemiz hep
mağdur ve ezilen halkların yanında olmuştur. Bilimde güçlü bir Türkiye dünya barışı için büyük bir önem arz etmektedir.
Böyle bir projenin hayata geçirilebilmesi için işe nereden başlamalıdır?
Politika ağırlıklı bir ülkenin yolu ve ekonomik kalkınma, ancak ve ancak ilim ve teknolojinin sağlam temelinden geçtiği şuurunun yerleşmesi gerekir bir kere. Gelişmiş ülkeler, ülkelerinin lider konumunu muhafaza edebilmelerinin yolunun insandan geçtiğinin farkında olduklarından “önce insana yatırım” diyorlar. Bizim de aynı şekilde eğitimi ve bilimi birinci öncelikli mesele olarak gündeme almalıyız.. Artık Ankara'daki liderler, eğitim
sisteminin “eriten ve öğüten” yapısından kurtarılması konusunda
politika ve öncelikler oluşturmaya başlamalarıdır. Ülkeyi yönetmeye talip olan ve
seçime giren partiler, programlarına artık "bilim politikası" veya "milli teknoloji politikası" gibi bir başlık atmalıdır. Bilim ve eğitimi aksesuar gören anlayıştan çıkmaları gerekir.
Her şeyden önce bilim politikasının ne anlama geldiğini iyi anlaşılması gerekir. Bunun için de öncelikle yapılması gereken, özel ve kamu kuruluşlarımızın katkıları ile “bilim politikamızı ve araştırma
hedeflerimizi ve eğitim stratejimizin oluşturulması, maddi ve manevi güçlerimizi harekete geçirilebilecek bir bilime dayalı kalkınma hamlesinin başlatılmasıdır..
Üniversite – sanayi
işbirliğinin kurulmasının önündeki engellerin kaldırılmasıdır.
Bilim ve araştırma politikası neden bu kadar önemlidir?
Bir ülkenin ileri gitmesi için çalışmak yeterli olmamaktadır. Hatta çok çalışmak da yeterli değildir. Çünkü çok çalışıp hiç buluş yapmadan sadece buluş yapan ülkeleri zengin ederiz ama kendimiz asla zengin olamayız. O halde yapmamız gerekenin cevabı oldukça açık. Başkalarının buluşlarını kopya etmekten vazgeçip kendi buluşlarımızı yapmak. Patent satın alarak, kopyalayarak hiç bir ülkenin ileri gittiği görülmemiştir.
Evet Türkiye kalkınıyor ama bunun bilime dayalı bir kalkınma olduğunu söyleyemiyoruz. Ülkelerin gerçek gelişmişliği ve kalkınmışlığı yüksek teknoloji ürünlerini üretme ölçüsü ile değerlendirilir. İnovasyon, ARGE ve
patent gücünüz önemlidir. Bilim ve teknoloji
üretim merkezleri üniversitelerdir. Öncelikle üniversitelerinizi güçlendirmeniz ve oradaki potansiyelleri topluma aktaran mekanizmalar oluşturmanız gerekir.
Taklit teknolojilere dayanan kalkınma ile büyük gelirler elde etmeniz mümkün değil. Bir
uçak yada tank almak için ne on binlerce
tekstil ürünü satıyoruz.
Üniversitelerin kalkınmada öncü rolü ve inovasyon, ARGE konusunda, üniversite sanayi işbirliği ve bilim politikası gibi konular, politika yapıcılarının, bürokrasinin, hatta medyanın gündeminde pek yok. Bu konudaki yetersizliği neye atfetmeliyiz?
Eğitim ve bilim konusunda olağanüstü yanılgılarımız var. Derin güçler tarafından büyük bir uyutma stratejisi var galiba. Bu konularda
sivrisinek politikası uygulandığından uyutma stratejileri fark edilememektedir.
Resmin bütününü görebilmek ve gerçeklerle buluşabilmek için zihniyet değişimine ihtiyaç var sanıyorum. Ükemizde üniversiteler lisenin devamı gibi algılanıyor.. Hocalara da orada sadece ders veren kişiler olarak bakılıyor. Halbuki üniversite toplumun beyni rolündedir. Her türlü gelişmenin fikirler, yenilik öncelikle üniversitede yeşerir. Sonra da toplum tabakalarına dalga dalga yayılır.
Bakın gelişmiş dediğimiz ülkelere…Devlet başkanları ve bakanlar düzinelerce bilim danışmanları ile birlikte çalışırlar. Sık sık üniversite
rektörleri ve bilim adamları ile bir araya gelirler ve ülke sorunlarını ve hangi bilim alanlarına yöneleceklerini tartışırlar.. Bakanlar, bürokratlar bilim adamlarının hazırladıkları çözümleri uygulamaya koyarlar. Orada tüm sorunlar tez ve araştırmalarla enine boyuna araştırılır. Örneğin Japonya'da, Lisans seviyesindeki öğrenciler bile tez konularını piyasadan/sektördeki gerçek problemlerden seçerler. Halbuki bizde öyle olduğunu söyleyemiyoruz. Neredeyse her şeyi bilim değil
siyaset yönlendirmektedir. Bilimin hayatımızdaki yeri ve öneminin anlaşıldığını söyleyemiyoruz. Örneğin ülkemizde bir TV kanalının bir mankeni önemsediği ve magazine ayırdığı zaman kadar,
bilim adamını önemsediği ve bilime zaman ayırdığı söylenemez. Geçmişte yaşanan olaylarla bilim adamının itibarı iyice zedelendi. Bilim itibar gördüğü yerde gelişir ve beyinler takdir edildikleri yere giderler.
Ülkemizde insanımız bilimle, teknoloji ile iç içe olduğunu düşünüyor. Örneğin hepimiz teknoloji nimetlerini kullanıyoruz.
Burada bir yanılgı var galiba..
Teknolojiyi kullanmak ile üretmek aynı şey değildir. Bakın elimizin altında kullandığımız çoğu
elektronik aletler, bindiğimiz araba ve uçaklar, sürekli elimizden düşürmediğimiz cep telefonları vs kendi ürettiğimiz aletler değil. Büyük ve projeler çılgın projeler diyoruz ama çoğu kere onları
yabancılara
ihale ediyoruz. Yüksek teknoloji ürünlerini siz üretmediğiniz sürece gerçekten de bağımsız olamıyorsunuz.
Sanıyorum ülkemizde çoğu insan bilimin iktidarda ve öncü konumda olduğunu düşünüyor. Örneğin sürekli çağdaşlık nutukları dinliyoruz. Siz ne diyorsunuz?
Eğer ülkemizde bilim
rehber ve iktidar konumda kalsaydı, başta sayın başbakan olmak üzere, basın, hükümet erkanı, üniversiteler, araştırma merkezleri, özel ve kamu kuruluşlarımızın katkıları ile “bilim politikamızı” oluşturur; maddi ve manevi güçlerimizi harekete geçirilebilecek bir bilimsel kalkınma
kampanyası başlatırdık. Üniversite – sanayi işbirliğinin kurulmasının önündeki engellerin kaldırılması için tedbirler alırdık.
Eğer bilim iktidarda olsaydı. Dünya çapındaki meşhur bilim adamlarımızı
YÖK başkanı,
TÜBİTAK, TÜBA başkanı, rektör,
dekan yapabilecek bir sistem kurulurdu ve amatörlerle iş yapma devri artık sona ererdi. Başbakanın, bakanların AB ülkelerinde olduğu gibi gerçek bilim adamları ile beraber çalışacağı, sistemler oluşmaya başlardı.
Eğer gerçekten bilimin öncülüğü ve rehberliği hakim olsaydı “ülkemizde, yapılan çalışmaların öncelikle milletimizin hizmetine sunulması” gerçeği üniversitelerde hakim kılınmış olurdu. Halihazırda akademik kariyerde SCI de (uluslar arası atıflar dizini) yayın yapma zorunluluğu ile ülkemizin stratejik bilgilerin
yurt dışına kaçılmasına zemin hazırlandığı gerçeği fark edilirdi.
Ülkenin bir bilimsel bilgi ve tecrübî bilgiyi (know how)
transfer politikası ve stratejisi olsaydı, üniversitelerimizde yüksek seviyede, son derece ehliyetli tercüme büroları kurulur, en yeni bilgilerin ilgili geniş halk kitlelerine kendi dilinde ulaştırılmasını sağlayan ortamlar bulunur, yabancı dilde yayın yapma değil,
Türkçe yayın yapma esas haline gelirdi.
Eğer bir bilim adamı yetiştirmek stratejimiz olsaydı, yurt dışına doktoraya göndermek kolaycılığı yerine kendi ülkemizde bilimsel ehliyete haiz bilim adamlarımız için her türlü maddi ve manevi kolaylıklar sağlar ve alt yapının kendi ülkemizde oluşturmaya önem ve öncelik verilirdi. Yurt dışından bilim adamlarını ülkemizde istihdam etmenin yollarını araştırılırdı.
Eğer ülkemizin bilime dayalı bir kalkınma stratejisi olsaydı, uluslar arası nitelikte merkezi araştırma laboratuarları kurar;
bilim dünyasınca kabul edilebilecek orijinal bilimsel çalışmaları ve
teknik buluşları
teşvik etmek amacıyla, özendirici
ödül sistemleri oluşturulurdu.
Ülkede orijinal ürün yerine kopyacılığın hakim hale gelmesini, çoğunlukla 3 veya 5 . sınıf teknolojiler üretmemizi politikasızlığa mı bağlıyorsunuz?
Bugün ülkede sanayi hangi tür araştırmalar yapılmalıdır? Bu belli değil. Hangi tür araştırmalara yönlenmelidir? Üniversitelerimiz ne tür yatırımlar yapmalıdır? Hangi tür konularda doktoralı bilim adamları yetiştirmeliyiz? Nerelere yönlenmeliyiz? Ülkemizin ulusal kaynaklarını bilim ve teknoloji açısından nasıl değerlendirmeliyiz?
Sanayiyi nasıl motive etmeliyiz? Tüm bunlar ülkede bilim ve araştırma stratejisi ve politikanızın olmadığını gösterir.
Örneğin tekstilde olduğu gibi
mobilya sanayisi de
taklitle ayakta kalmaya çalışıyor. Sürekli İtalyan mobilyalarını taklit ediyoruz. Taklitçilikten tarım da payını alıyor: Birkaç cins
tohum ıslahından başka tarımda önemli bir ilerleme yok.
İlaç sanayi de öyle. Lisans altında kopyalamaktan başka bir şey olduğunu söyleyemiyoruz.
Bakın üniversitelerde yüzlerce binlerce tezler araştırmalar yapılıyor ama bunlar genelde sinai, ekonomik ve kültürel hayatımız ve geleceğimizle alakalı değil. Bu bir ülke için vahim bir durumdur. Türkiye'nin bilim ve eğitimdeki durumu ve kalkınmanın bilime dayanmaması bana göre ülkenin en önemli problemidir. 15 kadar parti seçime giriyor. Bakınız hangisi bu konuları seçim önceliği yapıyor? Doğrusu merak ediyorum. Bu konularda umumi bir uyutma yoksa başka nasıl açıklanabilir bu kayıtsızlık?
Bazen toplumda şöyle sözler işitiyoruz: Üniversitelerde icat ve buluş yok. Bu sözü sayın Başbakandan da duymuştuk.
Anlatmaya çalıştığım gibi eğitim ve bilim konularında büyük yanılgılar var. Çözüm diye ele aldığımız konular genelde kök ve asıl problemler değil. Siz ülkenizdeki bilim potansiyelini ülkenin gelişmesi için kullanacak mekanizmalara sahip değilsiniz ve bir bilim ve araştırma siyasetiniz yoksa, üniversite ve araştırma merkezlerinizin olması bir şey ifade etmemektedir. Üniversiteleri
Nobel ödüllü insanlarla doldursanız da bu bir şey ifade etmeyecektir. Potansiyel olduğu yerde kalacaktır.
Türkiye'nin esasen diğer ülkeleri kıskandıracak potansiyelleri var. Bu halimizle zengin kaynakların fakir bekçisi gibiyiz. Aslında üniversitelerde çok da önemli potansiyeller, iyi araştırma grupları bulunmaktadır. Ancak oradaki potansiyelleri topluma yansıtan mekanizma ve sistemler olmayınca potansiyeller olduğu yerde kalmaktadır.
Anahtar kavram bilim ve araştırma politikası. Uyutulan ülkeler bu kavramı bilmemektedir. Dolayısıyla bu tür sorular bu gerçekleri bilmeden söylenen sözlerdir.
Bu seçim sürecinde eğitim ve bilim sorunlarına çözüm için nasıl bir kampanya yapılmasını beklerdiniz?
Ülkede bir zihinsel dönüşüme ihtiyaç var. Diyorum ki bir kampanya başlatalım. Bu kampanyada ilkokul çocuklarının, orta öğretimdeki gencecik beyinler gibi yüksek öğrenim gören yüz binlerce insanımızın düşünebilme yeteneklerinin sınav odaklı eğitimle nasıl yok edildiklerini anlatalım. Ülkemiz, neden
sınavlar ülkesi haline geldi? Bu sorunun doğru cevabını bulmaya çalışalım öncelikle. Bir kampanya başlatalım ve uygulamadan uzak, kağıt üzerinde süre giden eğitimin insanımızı daima başkalarının hazırlayacakları kalıp çözümleri benimsemeye ittiğini, sorun çözme yeteneklerini yitirmeye neden olduğunu; hatta kendine güvensiz yığınlar oluşturduğunu anlatalım.
Şimdi gerçek gündemle ve gerçek sorunlarla yüzleşmenin zamanı. Ergenekon gibi derin yapılanmaların medya yoluyla ülkede hangi zihinsel yanılgı ve yanlışları pompaladığını -eğitim ve bilimi dünyamızı nasıl politikasızlığa mahkum kıldığını- görelim. Politikasızlık ve hedefsizlik yüzünden üniversitelerdeki potansiyelin nasıl atıl kaldığını fark etmenin zamanı.
Bilim ve eğitim problemlerinin çözümünün bu dönemde seçim önceliği olmasını beklerdim. Eğer bu dönüşüm, bu safhada yaşanmaz ve eğitim ve bilim gerçeği anlaşılmazsa bana öyle görünüyor ki hükümet miadını yavaş yavaş doldurmuş olacaktır.
Anayasa değişikliğinin gerçekleştirilmesinden sonra, hükümet misyonunu tamamlamış olacaktır. Yapabileceklerinin nihai sınırına gelmiş olacaktır.
Tekrar bilim politikası konusuna dönelim. Bilim politikası neden bu kadar önemli?
Tüm kurumları bağlayan ve işletilen bir bir bilim politikanız olursa üniversiteler o zaman kalkınmada“tetikleyici” ve “hızlandırıcı” bir etkide bulunmaya başlayacaklardır. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında birer avuç pirince talim eden Japonya,
Güney Kore, Taiwan,
Singapur ve Hong Kong'u bugün birer ekonomik güç haline getiren yeniliğe ve keşfe dayalı ekonomi ve sanayileri olmuştu.
İsveç'i geçen yüzyılın başında buzlarla kaplı olduğu halde, Avrupa'nın Japonya'sı haline getiren şeyin esasta 49 adet icat olduğunu bir doktora çalışması ortaya çıkarmıştı.
İsrail'i de o bölgede güç haline getiren de buluşçuluğa dayanan endüstrileri olduğunu biliyoruz. Nüfusu Türkiye'nin onda biri bulunan ve bir karış toprağı bulunan İsrail teknoloji üretebilirken, Türkiye, tank,uçak, helikopter ve
füze teknolojisi, tohum gibi biyoteknolojik ürünler almak için İsrail'in kapısını aşındırıyor.
Türkiye'nin temel sorunu bilim politikasını oluşturabilme yetersizliği ve bilimi rehber ve iktidar yapamama gerçeği olduğunu söylüyorsunuz. Bilim politikasının gereği ve önemi konusunu biraz daha açabilir miyiz?
Neler araştırılacak, ne için araştırılacak? İşte bu yüzden her ülkenin bir bilim politikası bir araştırma politikası vardır. Bu politika bilim ve teknoloji, araştırma politikası, eğitim politikası, iktisadi politika ve
dış politika, bütün bunlar iç içe birbirine bağlıdır. Bunların biri olmazsa araştırma politikası da olmaz. Üniversitede görevli kişilerin her şeyden önce yapması gereken şey öncelikle üniversitelerdeki araştırmaların topluma ve sanayiye faydalı olması için bilim ekolleri oluşturmasıdır. Dağınık araştırma faaliyetlerinin toplumun gerçek hedeflerine yöneltilmesidir ve doktora ve yüksek
lisans çalışmalarının mutlaka oluşturulacak 'bilim politikası' platformuna çekilmesidir.
Görüldüğü gibi asıl önemli olan bilimin üretkenliğe yansıması, pratiğe dönüşmesidir. Ülkemizde bilimin en temel problemi de budur. Bilim politikasının özünde “bizim ne yaptığımız değil, yaptığımızın ne işe yaradığı mühimdir” ve “uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur” fikri yatar.
Bilim politikası ve hedef olmayınca üniversitelerde çok değerli buluşlar yapılsa da bu buluş ve gelişmeler bir işe yaramamakta ve üretime dönüşememektedir.
Bilim politikası konusunun daha iyi anlaşılması için konuyu biraz daha ayrıntılı hale getirerek şu soruyu yöneltelim: Kalkınmada püf nokta nedir?
Kalkınmada püf nokta herkesin yaptığı ve bildiği teknolojileri değil kimsenin yapmadığı teknolojilere sahip olmaktır...
Yüksek gelirler ancak benzeri başka yerde olmayan ürünlerle olmaktadır. Gelişmiş ülkeleri dikkatle incelediğimizde bunların kendi buluşuyla büyük gelirler sağladıklarını fark etmek zor değildir. Buluşun sahibi başka bir buluşla yine sizin yapamadığınızı yapabilmektedir. Onlarsa sürekli olarak yeni modellerle aramızdaki farkı korumayı biliyorlar. Bu yeniliği sağlayan buluşu da üstelik bize parayla satarlar.
Halbuki hangi taklitçi ve kopyalayan ülkeye bakarsanız bakın kopyacılıkla yüksek gelir sağladıklarını göremezsiniz. Üstelik sadece yeni buluşlar yüzünden eskimiş, önemi ya kaybolmuş ya da azalmış patentler satarlar bu ülkeler. Patenti size sattıktan sonra siz buna göre mal üretmeye başladığınızda görürsünüz ki onlar yeni ürünleri piyasaya çıkarmışlar, siz bu durumda ürünlerinizi
ucuz satmaya mecbur kalırsınız. Yeni çıkan patenti aldığınız anda bilin ki buluşçu ülke bir yenisini devreye sokacaktır.
Bilgi kuvvettir. Ancak diğer ülkelerin sahip olamadığı bilgi ve teknolojilere sahip olunduğu takdirde güçlü hale gelebiliriz. Bir ülkenin ileri gitmesi için çalışmak yeterli olmamaktadır. Hatta çok çalışmak da yeterli değildir. Çünkü çok çalışıp hiç buluş yapmadan sadece buluş yapan ülkeleri zengin ederiz ama kendimiz asla zengin olamayız..
O halde yapmamız gerekenin cevabı oldukça açık. Başkalarının buluşlarını kopya etmekten vazgeçip kendi buluşlarımızı yapmak. Patent satın alarak, kopyalayarak hiç bir ülkenin ileri gittiği görülmemiştir. Bunun yolu da bilimi iktidar yapmaktan geçiyor. Başkasının silahını ve teknolojisini kullanarak bir ülkenin güçlü olduğu görülmemiştir.
Tekrar edersek Türkiye'de bilim ve teknoloji potansiyelinin en büyük handikapı şuurlu bir siyâsî irâde desteğinden mahrum oluşudur. Bu konuda var olan olağanüstü bilgisizlik yüzünden, bilimin kalkınmadaki rolü anlaşılmamaktadır. Bu yüzden ülkemizde bilim aksesuar olarak kalmaya devam etmekte, üniversiteler diploma veren kurumlardan öte fazla bir fonksiyon ifa etmemektedir.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim.
Hükümet, ülke için yapacağı en hayırlı işin, en verimli yatırın bilime ve teknolojiye yapılan yatırım olduğunun farkına artık varmalıdır. Bunun bütün siyâsîlerimiz ve bürokratlarımız tarafından berrak ve kesin bir biçimde idrâk edilmesi lazım tabi. Bu idrak işi kendiliğinden olmayacağına göre bunun bir projeyle bir süreç içinde hayata geçirilme ihtiyacı vardır. Bu proje ülkenin her kesiminde etkisini hemen gösterecek en kapsayıcı en büyük bir proje olacaktır.
Akademisyenlerin, belirlenen milli hedefler ve bilim politikaları doğrultusunda, ülke ekonomi ve sanayisine katkıda bulunacak, ülkenin sosyal, kültürel ve fikrî alanda güçlendirecek öncelikli konularda araştırma yapmasını sağlayacak tedbirler alalım. O zaman göreceğiz ki Türkiye oldukça kısa bir sürede Dünya'nın en güçlü devletlerinden biri haline gelecektir.
SAMANYOLUHABER.COM OKUYUCULARINDAN 8.900 ÇILGIN TAHMİN - TIKLAYIN
ERDOĞAN'IN ÇILGIN PROJESİ - ANKET
ERDOĞAN'IN ÇILGIN PROJESİ ANKETİNE MÜTHİŞ İLGİ