Gelişmeyle birlikte değişimin geleceğine inanırız. Mesela ekonominin gelişmesi, ortaya yeni aktörlerin çıkmasına yol açar, böylece eski
manzara değişir.
Ancak bu varsayım her zaman doğru değil. Bazı durumlarda gelişme, eski
iktidar yapısının güçlenerek sürmesini de sağlıyor, yani gelişme, değişime neden olmayabiliyor .
Üniversite yönetimleri açısından da benzeri bir örneği verebiliriz.
Devlet üniversitesinde bir
rektör şöyle seçiliyor:
Önce
oylama yapılıyor. Akademisyenler en az 6
adaya oy veriyorlar.
YÖK'e en çok oy olan 6 adayın ismi bildiriliyor. YÖK bu sayıyı 3'e indirip Cumhurbaşkanı'na sunuyor. Cumhurbaşkanı da o üç adaydan birini rektör olarak atıyor.
Saçma sapan bir
sistem bu.
Daha önce de defalarca yazdım: Üniversitedeki
seçimde tek oy alan ( yani pratikte kendisinden başkası tarafından desteklenmeyen ) bir kişi rektör atanabilir.
Geçen yıl bunu birlikte yaşamadık mı? Dönemin Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer, sadece iki oy alan kişiyi rektör atanmıştı. (Daha sonra, öteki oyun aynı üniversitede çalışan eşi tarafından verildiğini öğrenmiştik.)
Bu sistemin bir an evvel değiştirilerek, akılcı bir yapıya kavuşturulması gerekiyor.
Ama o arada, şunu sormamız gerek: Niye okuldaki oylamada birinci gelen aday doğrudan atanmıyor?
Bunun birkaç sebebi var.
Birincisi, hiç kuşkusuz, ideolojik kaygılar: " Ya hocaların seçtiği kişi yeteri kadar devlete bağlı değilse? "
İşte yukarıda anlattığım
seçim sistemi, bu olasılığı engellemek için çalışıyor.
Bu mekanizmanın sonucunu geçen yıl görmüştük: Eski YÖK Başkanı
Erdoğan Teziç, üstüne hiç vazife olmamasına rağmen, 367 meselesi gündeme geldiğinde, atanmalarını sağladığı rektörleri ardına dizerek, parti başkanı edasıyla
basın toplantısı yapmıştı.
Gelelim ikinci sebebe:
İkinci sebep aynı zamanda, yazının başında sözünü ettiğim varsayımla ilgili.
Bildiğiniz gibi üniversitelerimiz gelişiyor.
Öğrenci sayısıyla birlikte, kaynakları artıyor, kadroları genişliyor.
Peki, bu gelişme, yönetimi nasıl etkiliyor? Gelişmeyle birlikte ortaya yeni tipte kadrolar mı çıkıyor?
Hayır!
Hatta tam tersi oluyor.
Üniversite büyürken, rektör, gerek yönetim kadrolarını, gerek diğer atamaları, görevlendirmeleri kendi çıkarına uygun bir biçimde yapıyor.
Böylece rektör, üniversitenin gelişmesinden, yandaşlarını ve müstakbel destekçilerini nemalandırmış oluyor.
Seçim zamanı geldiğinde de, o kişiler oylarını kendilerine
koltuk çıkan rektöre veriyor.
Haberlerde izlemişsinizdir: Bu işi öylesine abartanlar var ki
görev süresi dolduğu için mecburen çekilecek olan kimi rektörler, yerlerine eşlerini getirmek için uğraşıyorlar!
Yani " Avantajlarınızın devamını istiyorsanız, eşime oy verin, merak etmeyin perde arkasında ben olacağım " demiş oluyorlar.
İşte o saçma rektör belirleme sisteminin bir amacı da bu: Hazine'den aldığı parayla ve tahsis edilen yeni kadrolarla gelişen üniversiteleri kendi çiftlikleri haline getirmeye çalışan, koltuk sevdalısı rektörleri engellemek.
Yani eski rektörün kurguladığı oylama tezgâhına karşı, icabında tek oy alan adayı rektörlüğe atayarak, okulun çiftlikleşmesinin önünü kesmek.
Ancak olayın bu yönü, sistemi haklı çıkarmaz. Bilime değil, ideolojiye öncelik veren YÖK Kanunu'nun ve dolayısıyla rektör belirleme sisteminin kökten değişmesi şart.
EMRE AKÖZ/SABAH