Mehmet Ali ŞENGÜL / samanyoluhaber.com
Dünyanın cazibesi
Günümüzde dünyânın câzibedar güzellikleri insanların başını döndürüp esir almakta, Allah'ın Rıza'sını, Resülüllah'ın hoşnutluğunu, ebedi hayatı ve Hâkimler Hâkimi Allah huzurunda hesap vermeyi unutturmaktadır.
Zavallı İnsan, kendisini yoktan yaratan Rabb-ül âlemin Allah'a îman ve itaat ederek, yaratılış gâyesine uygun, ameli sâlihle saâdeti dâreyn-i kazanma fırsatı verilmişken; şeytan, Allah'ın menettiği, yasakladığı bütün amelleri insana hoş ve câzip göstermek sûretiyle, Rahman ve Rahim Allah'a baş kaldırtıp isyan ettirerek, cehenneme lâyık hâle getirmektedir. Halbûki insan, eşref-i mahlûkât ve ahsen-i takvime mazhar yaratıldığı halde, kendi irâdesini sû-i istîmâl edip kötüye kullanmak sûretiyle kendisini helâket ve felâkete atmaktadır.
"Böyle, meşrû olmayan kulisler, (Kur'an ve sünnete muhalif günah ve haram olan; gıybet, dedikodu, yalan, iftira gibi ameller) mü'minleri üzüntüye boğmak için şeytan tarafından telkin edilir. Ama, Allah dilemedikçe bu onlara asla zarar veremez. Onun için mü'minler de yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Mücâdele sûresi.10)
Bu hâliyle insan, ya nefsinin esîri olup dünya cennetinde âhiretini kaybedecek, veyâhut kâinâtı emrine veren Rabb-ül âlemin Allah-ı (cc) tanıyıp, O'nun emir ve yasakları doğrultusunda hayâtını tanzim edecek, böylece dünyâ ve âhiret mutluluğuna erecektir.
'Kaptan-ı olmayan bir geminin rotası denizin dibidir.' İnsanların, dalgalara teslim olmadan istikâmetlerini korumaları, yönlerini tâyin etmeleri ve hedefe ulaşmaları, yanılmayan ve yanıltmayan, vazîfesini eksiksiz Hakkı'yla yerine getiren bir kaptanla mümkündür.
Mü'minler, şaşmayan ve şaşırtmayan, kıyâmete kadar kaptanlığı devam edecek olan Efendiler Efendisi Hz.Muhammed Mustafâ'ya (sav) ve Kelâm-ı Ezelî olan Kur'ân-ı Mû'ciz-ül Beyân'a muhtaçtırlar. Kaptanlarını tanıdıkları ve itaat ettikleri ölçüde, Mevlâ'nın rızâsını kazanma imkânını elde etmiş olacaklardır.
Yaratılan varlıkların en şereflisi, yer yüzünde Hakk'ın en parlak aynası ve sanat hârikası bulunan beşer, -inansın inanmasın- insan ismiyle müsemmâ bütün insanlar Allah'ın kullarıdırlar. Resûlüllah'ın (sav) de ümmetidirler. Böylece İnsanlar,ümmet-i dâvet ve ümmet-i icâbet olarak ikiye ayrılmaktadırlar.
Îmanla şereflenen, îmânın zevkini ve huzurunu vicdânında duyanlar; gece gündüz haktan mahrum insanlara, dâvây-ı islâmı temsil ederek, model ve örnek olarak tebliğ yapmakla ve hakikatleri duyurmakla sorumlu, mükellef ve muvazzaf kılınmışlardır.
Allah (cc), kullarına çok şefkatli ve çok merhametli olduğundan, hayâtın devâmına vesîle olan, hava, su, güneş ve toprak gibi en lüzumlu nîmetlerini en ucuza, ücretsiz lütfetmektedir.
Allah (cc), kullarına ebedi saâdeti kazanmaları adına, en son tâyin ettiği Nebîler Sultân-ı Efendimiz'e (sav) Şuarâ sûresi 3. ayette: "(Habibim) Onlar îman etmiyorlar diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin." buyurmaktadır.
İşte böylesine inanmayan insanlara bile şefkat duyan, inanmaları için çırpınan insanlığın iftihar tablosu Efendimiz'i (sav), ortadan kaldırmak için müşrikler, münâfıklar, fâsık ve fâcirler ölüm tuzakları kurmuşlar, başını yarıp dişini kırmışlar, yapmadıkları ezâ ve cefâ bırakmamışlardır.
Buna rağmen Efendimiz (sav), kuvvete baş vurmamış, kin ve nefret duymamış, müsâmaha ile, şefkat ve merhametle muâmelede bulunmuş, bu tür kötülüklere karşı dişini sıkıp sabretmiştir.
Aynı şartlarda Sahâbe-i Kiram Efendilerimiz'e (r.anhüm) yapılan sıkıntılara karşı, onların da dişlerini sıkıp sabretmelerini, katlanmalarını tavsiye etmiş, sâdece îmanlarından dolayı en ağır işkencelerle arkadaşları şehit edilirlerken bile yardım edememiş, sâdece " Sabren Yâ Âli Yâsir" buyurmuşlardır.
Bugün içinde bulunduğumuz şartların, o gün yapılanlardan hiçde farklı olmadığını görmekteyiz. Ne var ki, o zamanki zâlimler müşrikti, bu günküler ise 'müslümanız' demektedirler ama, dine ve insanlığa hizmet etmekten başka hiç bir suçları olmayan insanlara, hakk-ı hayat tanımamakta, terörle suçlamakta ve zulmün zirvesini uygulamaktadırlar.
Cenâb-ı Hakk Bakara sûresi 77. ayette: " Bilmiyorlar mı ki, Allah (cc), onların gizlediklerini de bilir, açıkladıklarını da?" buyurmaktadır.
Ve yine Bakara sûresi 48. ayette Allah (cc), " Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse başkasının yerine birşey ödeyemez, kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hem onlara yardım da edilmez." buyurmuştur.
Dünya bir imtihan âlemi.. İnsanlar ister inansın ister inanmasın, ister itaat etsin ister isyan etsin, ister şükretsin ister nankörlükte bulunsun; netice itibariyle korktuğu, girmek istemediği kabre bir gün mutlaka girecektir. İrtikap ettiği seyyiâtın veya hasenâtın hesâbını mutlaka verecektir.
Bakara sûresi 134.ayette Cenab-ı Hakk: " İşte onlar bir ümmetti, geldi geçti... Onların kazandığı kendilerine, sizin kazandığınız da sizedir. Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz." buyuruyor.
165. ayette ise, " Öyle insanlar vardır ki, Allah'tan başkasını Allah'a denk tutar, tıpkı Allah'ı severcesine onları severler. Mü'minlerin Allah'a olan sevgileri ise, her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azâbı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah'a âit olup, Allah'ın azâbının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi."
Ve yine Bakara sûresi 168 ve 169. ayetlerde Allah (cc): " Ey insanlar! Yer yüzünde olan bütün nimetlerimden helâl, hoş olmak şartıyla yiyiniz; Fakat şeytanın peşinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin besbelli düşmanınızdır." " O sizi hep çirkin işler ve hayasızlık yapmaya, bir de Allah (cc) hakkında bilmediğiniz şeyleri iddiâ etmeye teşvik eder." buyurmaktadır.
186. ayette de: " (Ey Habîbim), Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ edenin duâsına icâbet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icâbet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki, doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler." buyurmaktadır.
Bize bizden daha şefkatli ve merhametli bulunan Rabbimiz, dünyâda ve âhirette kaybetmememiz için biz kullarına rehberlik yapıp yol gösteriyor. "...düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri." (Haşir sûresi 2)