11
Eylül sonrası Orta/
Güney Asya'ya yerleşmeye başlayan ABD,
Pakistan'a daha doğrusu
Pervez Müşerref yönetimine “ya yüzde yüz bizimlesiniz ya da yüzde yüz bize karşı” demiş, karşı olmaları halinde “Pakistan'ı taş devrine dönecek şekilde vuracakları” tehdidinde bulunmuştu.
O zamandan bu yana
Afganistan ve bölgeye ilişkin ABD politikalarına
destek veren, terörle mücadelede birlikte hareket eden, kendi
ülkesinde bile operasyonlara göz yuman Müşerref, 3 Kasım'da yeni bir
darbe yaptı. Dünya Müşerref'in
iktidar tutkusu ve ülkedeki
demokrasi mücadelesiyle Benazir Butto'nun tek alternatif haline getirilmesi sürecini ve ülkeyi parçalanmaya doğru sürükleyen gerilimi endişeyle izlemeye başladı. Sekiz yıl önceki darbe nedeniyle dönemin
Başbakanı Bülent Ecevit'in Hindistan'a gidip Pakistan'ı ziyaret etmeden dönmesi iki ülke arasında kırgınlığa neden olmuştu. Bu “darbe”den sonra da Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Beyaz Saray'da ABD Başkanı George
Bush ile görüşmesinde, öncelikli konulardan biri yine Pakistan ve “müdahale” oldu. Ancak
tartışma, belki de “müdahale”nin tek sebebi olan asıl konuya hiçbir zaman gelmedi.
Sorulması gereken sorular şunlardı: Pakistan'da darbe mi yapıldı yoksa bir darbe mi önlendi! Ve bu darbeler yarışı nükleer silahları
kontrol etme yarışı mıydı?
Nükleer gücü eline geçiren ABD karşıtı çevreler, hem ABD hem de
İsrail için nasıl bir tehdit oluşturacaktı? Salı günkü yazımda bu gerçeğe dikkat çekmeye çalıştım:
Müşerref 3 Kasım'da
olağanüstü hal ilan etti. 2 Kasım'da ABD'li bir istihbarat şirketi, “nükleer silahların İslamcıların ya da ordu içindeki şahin grubun eline geçmeyeceğini” açıkladı. Yani olağanüstü hal ilanından bir gün önce.
İstihbarat şirketinin Orta
doğu uzmanının The
Washington Post gazetesinde “müdahale”nin gerçek sebebini açıklamış oldu. Açıklama, ABD yönetimini rahatlatmayı, Pakistan'ın nükleer silahlarının kontrolüne ilişkin kaygılarını gidermeyi amaçlıyordu. 12 Kasım'da aynı gazetede AFP kaynaklı bir haber yayınlandı. ABD'nin, Pakistan nükleer silahlarını korumak için gizli bir planı olduğuna ilişkin rapordan söz ediliyordu. Washington'ın silahların kontrolünü ele almayı planladığı, iyimser
senaryoya göre Pakistan ordusunun ABD'ye destek vereceği bildirildi.
Kötümser senaryoya göre ise, Müşerref'in kontrolü kaybedeceği, siyasi
krizin derinleşeceği, ABD karşıtı güçlerin nükleer silahların kontrolünü ele geçireceği ve bunun bir ya da iki yıl içinde olabileceği belirtiliyordu. Bu hesaba göre Pakistan ikinci
İran olacak, nükleer güç İsrail'i tehdit edecekti. Tehlikeyi önlemek için önümüzdeki yıldan itibaren Pakistan'a
ABD askeri gönderilecek, ülke içinde operasyonlar yapılacak ve yedi yıl orada bulunulacaktı.
Dünya, gizli plana kilitlendi ve Müşerref “darbe”sine ilişkin tartışmanın niteliği değişti. Bir gün sonra, yani 13 Kasım'da Pakistan
Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı. ABD'nin planına karşı çıktı ve nükleer silahları koruyacak güçte olduklarını duyurdu. Nükleer kriz konusunda sadece İran'la ilgili gelişmeleri izlemek yetmiyor. Bir korkunç senaryo var: Pakistan'ın nükleer silahları bir gün İsrail'e yönelirse korkusu bu.
Mayıs ayında Türkiye'de yaşanan bir olayı
küçük örnek olarak hatırlatmak istiyorum:
Eski Doğu bloku ülkelerinden birinden kalkan, (Warşova ya da Prag olabileceği iddia ediliyor) Atina'ya uğrayan, Ankara'ya gelen, burada iki gün kalan sonra Trabzon'a giden, oradan İran'ın Tebriz kentine havalanan Sky Arrow T600
tipi iki kişilik bir
uçak Trabzon'dan havalandıktan bir süre sonra bilinmeyen bir nedenle “düşürüldü.”
İngiliz pilot ve Pakistanlı “
general” öldü.
Bilmece burada başlıyordu. Uçağın, general olan yolcusunun izlendiği, Trabzon'da kaldıkları süre içinde yaptıkları 90
telefon konuşmasının dinlendiği ortaya çıktı. Uçaktaki çok kıymetli yolcunun Pervez Müşerref'in emir subayı ve eski pilotu olması kafaları daha da karıştırdı? Doğu Avrupa'dan yakın başkentlere uğrayarak gelen ve İran'a gidecek olan Müşerref'in emir subayı izlendi ve uçağı düşürüldü.
İddialar şöyleydi: Uçak nükleer
kaçakçılık için kullanılıyordu. Pakistanlı general İran'a nükleer sırlar taşıyordu. İran nükleer santrallerinin çalışması için gereken “chip”leri götürüyordu. Pakistan'dan İran'a nükleer teknoloji transferi yapılıyordu. Uçağın ABD ve İsrail istihbaratı tarafından düşürüldüğü iddia edildi ve olay kapatıldı.
Darbe yaklaşan bir askeri darbeyi önlemek için mi yapıldı? Müşerref'i devirmeyi planlayanlar ABD'nin deyimiyle “İslamcı milliyetçiler” miydi? Erken davranılmasaydı ve ABD karşıtı güçler iktidarı ele geçirseydi ABD'nin
Orta Asya macerasının sonuna mı gelinmiş olacaktı? Olağanüstü hal ilanının ilk saatlerinde “Müşerref'in ev hapsinde olduğu”na ilişkin spekülasyonlar, kamuoyunda ABD karşıtı bir darbe beklentisinin işareti miydi?
Çılgınca şeyler düşünmemek lazım. Ancak bölgede gerçekten çılgınlıklara doğru bir gidiş var. Aklıma, 7 Eylül 2004'te aktardığım İsrail'i vuran Pakistan
atom silahlarını konu alan “Dört Gün Savaşı” başlıklı kabus senaryosu geliyor. Çünkü, bugün Pakistan'a müdahale edenlerin kafalarında böyle bir senaryo olduğu kesin!
İBRAHİM KARAGÜL - YENİŞAFAK