Psikolojik harbin son hamlesi!

Washington’da ‘darbe senaryolarını’ dillendirenler şimdi de El Kaide kartını oynamaya başladı. Hükümetin uygulamalarıyla örgüte zemin hazırladığını iddia eden yayınların merkezinde ise ilginç isimler yer alıyor.

Psikolojik harbin son hamlesi!

‘Türk yetkililerince 2004, 2006 ve 2007 yıllarında gerçekleştirilen operasyonlar, El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide’nin Türkiye’yi verimli bir eleman toplama alanı ve Batılı hedeflere saldırı yeri olarak seçtiğini göstermektedir. Laik bir düzen isteyen Türkler ile tamamen İslamî ilkelerle yönetilen bir ülke isteyenler arasında devam eden huzursuzluklar, Türkiye’nin gelecek yıllarda da karışıklıkların hedefi olacağını garanti etmektedir.’ Bu ifadeler Amerika’da Yeni Muhafazakârlara yakınlığıyla bilinen Jamestown Vakfı tarafından 12 Haziran tarihinde yayınlanan Terrorism Focus isimli çalışmadan alındı. El Kaide operasyonlarını laik-anti laik çatışmasıyla ilişkilendirmeye çalışan bu yazının başlığı da zamanlaması kadar ilginç: “Yeni tutuklamalar Türkiye’nin İslamcı militan sağlama yeri olduğunu gösteriyor.” Frank Hyland’ın imzasını taşıyan bu analizin ne kadar gerçekçi olduğu tartışmalı. Zira Irak’ta ABD işgal güçlerine karşı savaşan yabancı savaşçılarla ilgili kapsamlı bir çalışma yürüten Maryland Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Christopher Hewitt’e göre Türkiye gelişen demokrasisi ve büyüyen ekonomisiyle ‘Dini motifli terör örgütleri’ açısından giderek verimsiz bir ülke haline geliyor. “Demokrasi ve Güvenlik” zirvesi için İstanbul’a gelen ve “Türkler neden Irak’taki cihada katılmıyor?” başlıklı sunum yapan Amerikalı profesör bugüne kadar ele geçirilen 1000 yabancı savaşçının çok küçük bir bölümünün Türk asıllı olmasını bu durumun en somut örneği olarak gösteriyor. “Irak’ta bugüne kadar 665’i ölü, 300’ü yaralı olmak üzere 1000’e yakın yabancı savaşçı ele geçirildi. Otuz farklı ülkeden gelen bu savaşçıların büyük bir bölümü Ürdün, Suriye, Mısır, Kuveyt gibi ülkelerin pasaportunu taşıyordu.” diyen Hewitt Türkiye’nin coğrafî ve kültürel yakınlığına rağmen bölgede en az savaşçısı bulunan ülke olduğunun altını çiziyor. 1990’ların başında İslam dünyasının Batılı güçlerin askerî müdahalesine uğramasıyla ortaya çıkan tepkinin ‘cihatçı bir neslin’ doğuşuna sebep olduğunu kaydeden Hewitt’e göre, insanların El Kaide çatısı altında toplanmasına vesile olan faktörlerin başında demokrasi mahrumiyeti ve ekonomik geri kalmışlık geliyor. Bu iki faktörün dinî fundamentalizmin daha kolay zemin bulmasına imkân sağladığını söylüyor: “ABD ve İsrail işgallerinin meydana getirdiği travmalar ve yüksek şiddet cihada katılımı ciddi oranda artırıyor. Savaşçıların hiç de azımsanmayacak bölümünün işgal edilmiş ülkelerden gelmesi çok ama çok önemli bir ayrıntı.” İstihbarat birimleri tarafından hazırlanan raporlar da Hewitt’in açıklamalarını teyit ediyor. Irak’ta ABD güçlerine karşı savaşan 2 binden fazla yabancı savaşçı bulunduğuna dikkat çekilen raporlarda bunların sadece yüzde 3’ü yani 60 tanesinin Türk pasaportu taşıdığı bilgisine yer veriliyor. Irak’ın radikal gruplar açısından önemli bir toplanma ve eğitim sahası haline geldiğine dikkat çeken bir istihbaratçı, “Birinci Körfez Savaşı nasıl Irak’ın kuzeyini PKK’nın hayat sahası haline getirdiyse ikinci savaş da El Kaide ve buna bağlı radikal gruplara aynı şartları sağladı.” tespitinde bulunuyor. ORTADOĞU’YA BARIŞ GELMEDEN TERÖR DURMAZ Ortaya çıkan bu durumun başta Hizbullah olmak üzere tüm dinî motifli terör örgütlerine elemanlarını yetiştirme imkânı sağladığını vurgulayarak, 2005’te “Dini motifli terör örgütleriyle mücadele eylem planının” yürürlüğe konulmasıyla tehlikenin önemli oranda bertaraf edildiğini söylüyor. Yetkili, bu sayede ileride Türkiye’yi de etkisi altına alabilecek bir eylem dalgasının önlendiğini belirtirken yine de ihtiyatı elden bırakmıyor: “Irak’ta yaşanan olaylar tepkileri de beraberinde getiriyor. Ebu Gureyb, Telafer veya Felluce’den ekrana yansıyan görüntüler insanlarda büyük bir tepkiye neden oluyor, bu da terör örgütlerine katılımı tetikliyor. Ortak inanç şudur ki, Ortadoğu’ya barış gelmeden dinî motifli terör asla son bulmayacaktır ve yakın dönemde bir barışın tesis edilmesi de mümkün görünmüyor.” ABD Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) ve Ulusal Güvenlik Ajansında (NSA) 25 yıl görev yapmış ve halen ABD Askerî İstihbarat Akademisi’nde terörizm konusunda ders veren Frank Hyland’ın bu gerçekleri bilmemesi mümkün olmadığına göre akla “neden böyle bir yazı kaleme alındı?” sorusu geliyor. AK Parti yönetimine yakın isimlere göre bu yayın üç yıldır süregelen bir karalama kampanyasının son ürünü. Frank Hyland’ın görev yaptığı enstitünün de içinde bulunduğu bir dizi düşünce kuruluşu ve bunlarla bağlantılı kimi basın organları üzerinden yürütülen bu kampanyanın arkasında ise gazeteci Cengiz Çandar’ın “Neo Con’ların sağcı-Siyonist” kanadı olarak tanımladığı bir ekip yer alıyor. American Enterprises ve Hudson Institute gibi düşünce kuruluşlarının yanı sıra WSJ, Washington Post, Newsweek gibi yayın organlarını da kullanan bu ekip, ilk saldırısını Robert Pollock’ın Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan “Avrupa’nın Hasta Adamı -Yeniden” yazısıyla yaptı. Türkiye’yi Nazi Almanyası ile mukayese eden bu yazıyı Michael Rubin’in “Green Money (Yeşil Sermaye)” başlıklı yazısı izledi. Rubin’in ‘’Middle East Quarterly’’ dergisinde yayınlanan makalesi iç ve dış kaynaklı yeşil sermayenin ilerleyen yıllarda Türkiye’deki laik sistemi yıpratacağı üzerine kurgulanmıştı. Erdoğan’ın yakınındaki bazı kişilerin El Kaide ile bağlantılı şirketlerle ilişkisi bulunduğu ve bu durumun Amerika’da rahatsızlık meydana getirdiği tezinin işlendiği makale 26 Şubat 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinin de manşetini süslüyordu. PSİKOLOJİK HAREKATIN MERKEZİ WASHİNGTON MU? Arnaud de Borchgrave’in “Türkler ölçüyü kaçırdı” başlıklı yazısı ise Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı ve kindarlığın Usame bin Ladin’i solladığı görüşünü savunuyordu. Neo-Con’ların önemli düşünce kuruluşlarından Stratejik ve Uluslararası Etütler Merkezi (CSIS)’nde yöneticilik yapan Borchgrave’in Washington Times’ta yayınlanan yazısında dikkat çeken en önemli nokta ise Türkiye’de çıkan yazıları tercüme edip ‘gözler önüne serdiği’ için İsrail askeri istihbaratıyla bağlantılı Ortadoğu Medya Araştırma Enstitüsüne (MEMRI) teşekkür etmesiydi. AK Parti’ye karşı yürütülen psikolojik harekâtın karargâhı haline gelen Washington Times gazetesinde Frank J. Gaffney tarafından kaleme alınan “İslamcı Türkiye’ye hayır?’’ başlıklı yazıda Başbakan Erdoğan’ın laik Türkiye’yi, Avrupa değer ve özgürlüklerini lanetleyen İslamofaşist bir devlete dönüştürdüğü ileri sürülüyordu. Gazetenin 28 Kasım 2005 tarihli sayısında ise Başbakan’ın askerler tarafından yazılı olarak uyarıldığı iddia ediliyor ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile hükümet karşı karşıya getirilmek isteniyordu. Yine bu amaca matuf olarak 14 Mart 2006 tarihinde “İslamofaşist Darbe” başlıklı bir yazıya sayfalarında yer veren gazete Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’la ilgili soruşturma ile Şemdinli davasının ‘İslamofaşist’ darbe planının bir parçası olduğu iddiasını ortaya atıyordu. Aynı gazetenin 19 Mart 2007 tarihli nüshasında yer alan “Erdoğan’la ordunun arasında çatlak” başlıklı haberde bu niyet daha belirgin bir biçimde ortaya çıkıyordu. Ekiple bağlantılı isimlerden birisi olan Daniel Pipes’ın “Türkiye’de laikleri destekleyelim” yazısı ve akabinde İsrail’in Haaretz gazetesinde yayınlanan “Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı tehlikeli bir hal aldı” başlıklı makale dâhil tüm yazılarda verilen mesaj ise hep aynıydı: “AK Parti hükümeti İslam’ı dayanak noktası yaparak, Türkiye’yi Batı’dan kopartıyor, birisinin bunlara dur demesi gerekiyor!” Bunun için Türkiye’deki demokratik süreçlerin durdurulması dahil her yolun mubah olduğunu savunan bu ekibin bilinçaltını Milliyet’in Washington Temsilcisi Yasemin Çongar 2 Temmuz tarihli köşe yazısında deşifre ediyordu. Ekibin liderliğini yapan Richard Perle’ün Nixon Center isimli düşünce kuruluşunda yaptığı bir konuşmayı aktaran Çongar, Perle’ün 12 Eylül’den birkaç gün sonra, Ankara’da taksi şoförleri ve bakkallardan ‘Darbeden çok memnunuz’ sözlerini işittiğini anlatarak, “Türkler, askerî müdahaleye olumsuz bakmıyor. TSK’nın siyasete müdahil olmasına, başka ülkelerde vereceğimiz tepkiyi vermemeli, Türkiye’nin özgün koşullarını anlamalıyız.” mesajı verdiğini açıklıyordu. “AMERİKALI NEO-CON - TÜRK NEO-İTTİHATÇI İZDİVACI” Askeri darbeye davetiye çıkaran bu mesajlar yaklaşık bir yıldır çeşitli kanallar üzerinde veriliyor. Ekibin think-tankı (!) Hudson Enstitüsü’nde görev yapan Zeyno Baran’ın 4 Aralık 2006 tarihinde Newsweek dergisinde yayınlanan makalesi bunun en açık örneğiydi. “Darbe Geliyor mu?” başlığıyla yayınlanan makalede 2007 yılında Türkiye’de 2007 yılında darbe ihtimalinin yüzde 50 olduğu iddia edilmiş ve bazı üst düzey komutanların “İslâmcılar iktidarda, lâiklik tehlikede, darbe yapacağız” dedikleri ileri sürülmüştü. Büyük tartışmalara neden olan bu yazı daha sonra başta yazarı olmak üzere çeşitli kaynaklar tarafından yalanlanmış olsa da muhtemel bir darbeye psikolojik zemin oluşturmayı amaçlayan yazı bu yönüyle amacına ulaşmıştı. “Türkiye’de ordunun özel bir yeri olduğu, AB’nin Türkiye’nin terörle mücadele gücünü zayıflatan bir rol oynadığını, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi gerektiğini” savunan bu ekip, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Batı ile bütünleşmesini tehlike olarak görüyor. Gazeteci Cengiz Çandar “Amerikalı ‘neo-con’-Türk ‘neo-İttihatçı’ izdivacı” başlıklı yazısında bu ekibin gerçek niyetini şu sözlerle deşifre ediyor: “Amerika’da bir çevre var ki, İran’a askerî saldırı planları peşinde. Bu çevre, Türkiye’yi Kuzey Irak’a girmeye de teşvik ediyor, AB’den uzak durmaya da. Onların bazıları -örneğin Michael Rubin- için AKP’liler, ‘İslamofaşistler’. Bunlar, kendi hesapları doğrultusunda, Türkiye’nin demokratik olması gibi bir öncelik de taşımıyorlar. Türkiye’deki müttefikleri ise, ‘neo-İttihatçılar’. Amerikalı neo-con’ların aşırı sağ unsurlarının Türk müttefiklerinin, kendilerine ‘ulusalcı’ ve ‘Atatürkçü’ etiketi yapıştırmasına aldanmamak gerek.” Washington’daki ciddi çevrelerin hiçbirisinin rağbet etmediği Michael Rubin’in geçtiğimiz aylarda Harp Akademilerine konuşmacı olarak davet edildiğini kaydeden Çandar, Türkiye’deki demokrasi karşıtı, darbeci çevrelerin ‘Amerikan aşırı sağı’nın uzantısı gibi hareket ettiğini söylüyor. ‘En iyi barış şahinlerle yapılır’ mantığından hareketle, iktidar koltuğunda artık şahinlerinin oturması gerektiğine ilişkin ABD kaynaklı psikolojik harekâtın kimi köşe yazarları tarafından desteklenmesi de Çandar’ın tespitlerini doğruluyor. Kendilerini İsrail’in yüksek menfaatlerini savunmaya adamış isimlerden kurulu bir ekip ve onların tezlerini yüksek sesle dillendirenler arasındaki bu işbirliği ise kafaların daha da karışmasına neden olmaktan başka bir işe yaramıyor. AKSİYON
<< Önceki Haber Psikolojik harbin son hamlesi! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER