Kan donduran Türkiye hedefi ve yaklaşan tehlike!

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Stratejist Prof. Dr. Sedat Laçiner bugünkü yazısında İran ve İsrail'in Türkiye üzerindeki ortak oyununa değinerek, ülkeyi bekleyen tehlikeye dikkat çekti.

Kan donduran Türkiye hedefi ve yaklaşan tehlike!

'Türkiye’nin dönüştürülmesi İran’ın önemli hedeflerinden biri.' diyen Laçiner, Suriye ve Irak konusu göz önünde bulundurulduğunda İran ile ilişkilerde dikkatli olunması gerektiğinin altını çizdi. Laçiner, 'resme toptan bakıldığında İran’ın Şii-Sünni ayrımına omuz verdiği görülmektedir.' diyerek, İran'ın Türkiye politikasının tarihsel kökleri itibariyle değişmeyecek reflekslere sahip olduğunu ve bu reflekslerin Türkiye’ye bakışını da ölümcül hale getirebileceğini vurguladı. 

İşte Prof. Dr. Sedat Laçiner'in kendi sitesinde yayınladığı 'İsrail - İran 'Ortaklığı' isimli yazısı; 

İsrail-ABD ikilisi ile İran iki düşman kutup gibi gösterilse de aslında bu iki kutup birbirini besleyen, Ortadoğu’da kurulu düzenin sürmesini sağlayan taraflardır.

İran’ın Körfez’de, Orta Asya’da ve genel olarak Ortadoğu’da neden olduğu endişeler İslam ülkeleri arasındaki birliğe mani olduğu gibi güvenlik politikalarından işbirliği politikalarına geçişe de engel olmaktadır.

Örneğin Basra Körfezi’nde İran korkusu tüm Arap şeyhliklerini bölge dışı emperyal güçlerin kucağına itmektedir.

İran’ın İslam dünyasının liderliği iddiası ve aşırı retoriği Batı’nın İslam karşıtı ve Ortadoğu’ya müdahaleci politikalarını da meşrulaştırmaktadır. Kendi içinde Batı düşmanlığı ile rejimini meşrulaştırmaya çalışan İran, dışarıda ise Batı’nın Ortadoğu politikalarını ayakta tutmaktadır.

Bu bağlamda İran, belli bir sınır içinde kalmak kaydıyla Batı için çok yararlı bir siyasi aktördür.

İsrail özeline baktığımızda ise İsrail ile İran’ın 1979 öncesinde çok yakın iki müttefik olduğu görülür. İki devlet askeri konular da dahil pek çok alanda ortak olarak çalışmışlardır. Örneğin Kürtlerin Ortadoğu’da ülkeleri rahatsız edici bir araç haline getirilmesinde de İran ile İsrail Şah döneminde yakın işbirliği yapmışlardır. Şüphesiz bu işbirliği değişmesi güç bir jeopolitik çıkarlar toplamı üzerine yapılmıştır.

IRAK VE SURİYE

İsrail ile İran’ın çıkarlarının örtüştüğü en belirgin dönem ise 2003 Irak İşgali ve Suriye İç Savaşı yıllarıdır. İlginçtir, dışarıdan hasım görünen bu iki devlet, önce Irak’ın, ardından Suriye’nin bölünmesinde iki dinamo gibi çalışmışlardır.

Irak’ta bölünme ABD müdahalesiyle başlamıştır. Müdahalenin en büyük destekçisi ise İsrail olmuştur. İşgal başladıktan sonra perde gerisinde duran İsrail, esasında Irak’ın mahallelerine kadar girmiştir. Karakollarda sorgular yapılırken İsrail’den mutlaka bir veya birkaç kişi bulunmuştur. İsrail, kuzeyde ise Kürtlerin ayrı bir siyasi yapıya dönüşmesinde özel bir gayret sarfetmiştir. Bu durumu anlamak zor değildir, çünkü İsrail’in uzun dönemli stratejisinde Irak’ın parçalanması ve zayıflatılması, Kürtlerin ise Türkler, Araplar ve Farsların yanında dördüncü bir Müslüman güç olarak ayrılması yer almaktadır. Bu bağlamda işgal ile başlayan zayıflama, bölünme ile kalıcı hale getirilmek istenmiştir. 2003’den bu yana Kürt bölgesi fiilen Irak’tan koparılmış, diğer taraftan Şiiler ve Sünniler arasındaki anlaşmazlıklar kanlı bir iç çekişmeye çevrilmiştir.

İlginçtir, Irak’ın bölünmesinde en az İsrail ve ABD kadar aktif rol oynayan bir diğer devlet de İran olmuştur. İran, ilk başta İran-Irak Savaşı’nın intikamını alma bahanesiyle Sünni Iraklıların elit kesiminde pek çok cinayete imza atmıştır. Dicle Nehri’nden çıkarılan pek çok ceset te bilinçli olarak kışkırtılan mezhep çatışmasının izleri bulunmuştur. ABD çekildikten sonra İran’ın Irak’a dönük bölme çalışmaları artarak devam etmiştir.

İSRAİL’DEN İRAN’A SİLAH NAKLİYATI

İsrail’in bölgede İran’ı bir kutup başı haline getirme gayretlerini kanıtlamak için doğrudan temaslara, gizli anlaşma metinlerine gerek yoktur. Ancak Şubat 2014’de yaşanan bir olay bu konuda işbirliğinin düşündüğümüzden daha ileri gitmiş olabileceğini göstermektedir.

19 Şubat 2014 tarihli Daily Telegraph gazetesinin Atina ve Kudüs çıkışlı haberine göre İsrailli silah tüccarları Yunanistan üzerinden İran’a çeşitli uçak yedek parçaları satmaktadır. Kaçak yollarla gerçekleşen bu nakliyat ABD yetkililerince tespit edilmiştir ve uluslararası kamuoyu ile paylaşılmıştır. İran’ın bu yolla Şah döneminde alınan Amerikan savaş uçaklarının (F-4 Phantom, F-14 Tomcat vs.) yedek parça, bakım-onarım ihtiyaçlarını karşıladığı tahmin edilmektedir. İlk önce Yunan basınında yer alan bilgilere göre sevkiyatın biri 2012 Nisan’da, bir diğeri Aralık 2012’de Hayfa yakınlarındaki limandan bir Yunanistan firması aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Firmanın bu tür işler için oluşturulduğu ve başında bir İngilizin olduğu belirtilmektedir.

Kimi uzmanlara göre bu tür kaçak satışlar sanılandan daha büyük bir yekün tutmaktadır. İsrail’in bu tür satışlarda kendisine zarar vermeyecek ama İran’ın içeride ve komşularında kullanabileceği türden yedek parçaya ve silaha izin verdiği anlaşılmaktadır.

Bu olay bizlere 1986 İran-Contra Skandalı’nı hatırlatmaktadır. Hatırlanacağı üzere o dönemde ABD, düşmanı olarak tanımladığı İran’a gizli yollarda silah sevketmeye kalkmış, bunda İsrail de rol oynamıştı.

Özetle, düşmanınız politikalarınızı uygulamada bazen iyi bir yardımcı olabilir ve düşmanlar birbirlerinin farklı alanlardaki çıkarlarını gerçekleştirmelerini kendi çıkarlarına sayabilir.

Resme toptan bakıldığında İran’ın bilerek veya bilmeyerek 11 Eylül sonrasında Batı dünyasının benimsediği Şii-Sünni ayrımına omuz verdiği görülmektedir. İran mezhepsel çatışmalar üzerinden bölgenin çözülmesinde aktif rol oynamaya oldukça isteklidir, Batı ve İsrail de bu damara oynamaktadır.

Ne yazık ki bu tür kitlesel çatlamaların siyasi sınırlar ile durdurulması zordur. Bu nedenle iki komşumuzda (Irak ve Suriye) cereyan eden çatışmaların Türkiye’yi olumsuz etkilemesi de mümkündür. Üzücü olan Türkiye konusunda da İran’ın diğer ülkelere yaklaşımının devam ediyor oluşudur.

TÜRKİYE?

İran’da dinci-siyasi, aynı zamanda etkili bir gruba göre Türkiye’de İran’a yakın dini gruplar ayrılıkçı yönde desteklenmelidir. Aynı zamanda İran’a uzak duran gruplar kendi içlerinde rekabete sokulmalı ve birlik içinde olmaları engellenmelidir. Bu yaklaşım köklerini 1979 İslam Devrimi’nden çok önce geliştirilmiş bir anlayıştan almaktadır ve bu anlayışın özünde etnik farklılığın etnik milliyetçilik ile kaynaşarak oluşturduğu kendine özgü bir milliyetçilik bulunmaktadır. 1979 Devrimi’yle birlikte Türkiye’nin dönüştürülmesi İran’ın dış politikasında önemli hedeflerden biri olmuştur.

Suriye ve Irak örnekleri göz önünde bulundurulduğunda, İran ile ilişkilerde dikkatli olunması gerektiği açıktır. Bu noktada bazı okurlar Türkiye’nin de Suriye’de bariz hatalar yaptığını ve iç savaşın derinleşmesinde, kutuplaşmada vs. istemeden de olsa etki yaptığını iddia edebilir. Doğrudur, Türkiye Suriye konusunda zamanında ve doğru manevralar ile barışa ve istikrara daha fazla katkıda bulunabilirdi; Türkiye’nin bazı hataları Suriye’de çatışmaları gereksiz yere arttırmış da olabilir, ancak İran’ın Suriye politikası ile Türkiye’nin Suriye politikası karşılaştırılamayacak kadar yapısal farklılıklar içermektedir. Türkiye şartlara göre Suriye veya Irak politikasını değiştirebilir, İran ise tarihsel ve kültürel kökleri itibariyle bu konuda değiştiremeyeceği reflekslere sahiptir. Ne yazık ki bu refleksler Türkiye’ye bakışını da ölümcül hale getirebilir.

Son olarak, yukarıdaki değerlendirmeye rağmen elbette Türkiye ile İsrail veya Türkiye ile İran arasında bir kan davasını güdüyor değiliz. Bırakınız kan davasını kalıcı bir husumeti bile doğru bulmuyoruz. Tam tersine işbirliği ve yakınlaşmanın yolları her iki devletle de aranmalıdır. Ancak bu yapılırken karşınızdaki devletlerin doğasını da doğru anlamanız ve ona göre davranmanız da gereklidir. Aksi halde hatanızın maliyeti çok ağır olabilir.

Batı dünyasının kurulu düzeni ve onun bir devamı olarak İsrail, İslam dünyasında ılımlı İslam projelerini ya rafa kaldırdı, ya da bu hesaplarda önemli ölçüde değişikliğe gitti. Bunun sonucu olarak İslam dünyasında radikallerin birbirine girmesinden medet umuluyor kanaatimce. Bu ise başta Şii-Sünni kutuplaşması olmak üzere her katmada kutuplaşmayı ve iç gerilimi işaret ediyor. Başka bir deyişle Batı’da bazı güçler ve İsrail bir yandan Suudi Arabistan ve İran gibi istekli ülkeleri belli kutupların başında görmek isterken, diğer taraftan aynı mezhep, hatta meşrep içindeki gruplar arasında dahi iç çatışmaları faydalı görebiliyor. Buna ek olarak dindar-dünyevi çatışması ve etnik çatışmalar da bu planın parçaları gibi duruyor. Söz konusu planın canlı uygulamalarını ise Suriye ve Mısır başta olmak üzere Ortadoğu’da rahatça görebiliyoruz. Böylece Müslüman ülkelerin tehdit listesinde İsrail ve Batı dünyası arka sıralara itilirken Müslüman gruplar ve devletler üst sıralara çıkıyor.

<< Önceki Haber Kan donduran Türkiye hedefi ve yaklaşan tehlike! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER