Independent'ın
efsane Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, 35 yıldır içinde yoğurulduğu bölgede yaşananları, Arap Baharı'nda
Türkiye'nin duruşunu,
linç edilen
Kaddafi yargılansaydı kimleri utandıracağını anlattı.
O, asker bir babanın savaş muhabiri oğlu. Babası I. Dünya
Savaşı'nda cephelerde çarpışırken o, 80'lerde Ortadoğu'nun kanlı yakın tarihine bire bir şahitlik etti. Bombaların da hedefi oldu, dayak da yedi.
Guardian'ın tanımıyla, ‘30 yıldan fazla bir zamandır Ortadoğu'dan bildiriyor. Bu ona çok sayıda
ödül ve bir o kadar da düşman kazandırdı'.
İngiliz Independent gazetesinin 65 yaşındaki ‘
genç' Ortadoğu muhabiri Robert Fisk'ten bahsediyorum. 1976 yılından bu yana Beyrut'ta yaşayan, öldürülmeden önce ABD'nin korkulu rüyası olan
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide lideri
Usame Bin Ladin ile 1994-97 yılları arasında üç kez
röportaj yapan ve onun aldatıldığını düşünen,
Irak,
Afganistan,
Cezayir,
İran,
İsrail,
Filistin gibi ‘savaşın diğer adı'
ülkelerdeki tanıklıkları ile bundan yüz yıllar sonrasına ışık tutacak olan Robert Fisk'ten...
‘İngiltere'nin en çok tanınan dış habercisi' Fisk'in kurşunların, bombaların ve kanın göbeğinde geçen yılların ardından 2005'te yazdığı ‘The Great War for Civilisation: The Conquest of the Middle East' adlı anı-tarih kitabı 2011'de ‘Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu'nun Fethi' adıyla, çevirmen-yazar Murat Uyurkulak çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı.
Bu hem içerik hem de boyutu ile ‘dev' kitabı ve Fisk'in Ortadoğu'ya, Türkiye'ye, Arap Baharı'na, çocukluğuna ve babasına bakışını kendisi ile keyifle konuştum. Bir kısmını da yarın okuyacağınız bu söyleşide Fisk'in beni en etkileyen saptaması, ‘Ortadoğu'da bulunduğu sürece yaşananların devrim mi felaket mi' olduğu yönündeki soruma verdiği şu
yanıt oldu: “Kanlı bir trajedi, felaket, muazzam bir
ihanet. Farkında mısınız, bugün
Müslüman dünyasında kişi başına düşen Batılı
asker sayısı 12'nci yüzyılda Ortadoğu'daki Haçlı sayısından daha fazla? Hepsinin gitmesi şart. Bu onların toprağı değil.”
Bu cümleler, Ortadoğu'da onlarca yıldır hüküm süren kan ve barut kokusunun anadili gibi
Arapça konuşabilen bu savaşların deneyimli gazetecisi tarafından bile kabul edilemez olduğunu göstermesi açısından son derece manidar. Şimdi sözü Robert Fisk'e bırakma zamanı.
ABD
Keşmir'i anlayamıyor
(ABD
Dışişleri Bakanı
Hillary)
Clinton ve (ABD Başkanı Barack) Obama, Afganistan ve
Pakistan (Af-Pak) sorununun Keşmir'i de içine aldığını anlayamıyor. Richard Holbrooke Af-Pak Temsilcisi (bu arada korkunç bir tanım) olarak görevlendirildiğinde Keşmir konusuna karışmaması için özellikle uyarılmıştı. ABD, Keşmir'i fiilen Hindistan'a teslim etti (Çin'e karşı yeni
siper olarak). Pakistanlılar, özellikle de istihbarat servisi ISI ve ordu, ABD üzerinde
baskı oluşturabilecek tek unsurun, silahlandırıp para verdikleri Taliban'ı
desteklemek olduğunu anladı. ABD, Keşmir konusunda, tıpkı Filistin'de olduğu gibi son derece önyargılı. Dolayısıyla bunun bedelini Afganistan'daki
Amerikan birlikleri ödüyor.
Araplar Bin Ladin'le ilgilenmiyor
Bin Ladin bana karşı her zaman çok nazikti. Yerde oturup yoğurt, tandır ekmeği ve
tatlı çaydan oluşan mönüyü paylaştık. Ancak kendisini son derece üstün gören bir tarafı da vardı. Fikirlerinin ve dünyayı yorumlayış biçiminin doğruluğuna tamamen inanırdı ki bu son derece ürkütücüydü. Onunla ne zaman konuşsam, El Kaide mensupları da etrafımda toplanır, ağzından çıkan her kelimeyi bir mehdi ya da mesihi dinler gibi dinlerlerdi. Son gördüğümde Amerika'yı kendi gölgesine dönüştürmeyi istediğini söyledi ve sonra 11
Eylül yaşandı. Televizyonda Manhattan üzerindeki toz ve sisi gördüğümde “Bin Ladin kesinlikle New York'u kendi gölgesine dönüştürdü” dedim.
El Kaide'nin politik bir kurum olarak halihazırda öldüğünü düşünüyorum. Arap devrimlerinde bir kere bile Bin Ladin fotoğrafı ya da El Kaide posteri görmedim. Bence Arap gençliği Bin Ladin ile artık ilgilenmiyor. Bin Ladin'in her zaman Müslüman dünyayı diktatörlerinden, Mübarek'lerden, Bin Ali'lerden kurtaracağını söylediğini hatırlayın. Ama sonuçta o diktatörlerden kurtulan insanlar oldu. El Kaide bir şekilde varlığını sürdürecektir. Ama Batı destekçisi rejimlerin
intihar bombacıları ve toplu katliamlarla yıkılabileceği düşüncesi ölmüş görünüyor.
Kaddafi, yargı önünde liderleri utandıracaktı
Elbette Batı'nın gizli kalmasını istediği sırları vardı.
Saddam Hüseyin'in Duceyl'de Şiilerin öldürülmesi suçlaması ile yargılanıp idam edildiğini hatırlayın. Kürtlerin zehirli gazla öldürülmesi nedeniyle
yargılanmalıydı asıl (Bizim ona karşı savaş açma nedenlerimizden biri de buydu). Ama tabii ki böyle bir yargılanma bu kimyasalların pek çok bileşeninin ABD gibi ülkelerden geldiğinin de ortaya çıkmasına neden olacaktı. Kaddafi ise yargılanma sürecini Blair'leri,
Sarkozy'leri, Berlusconi'leri ve kendisine yaltaklanan diğer acınası politikacıları utandırmak için kullanacaktı. Kaddafi öldürülmeden önce Clinton'ın Trablus'a giderek Kaddafi'nin ‘öldürülmesini ya da yakalanmasını' umduğunu söylemesi de ilginçti. Normalde ABD ‘suçluları adalete teslim etmekten' bahseder. Ama Bayan Clinton, Kaddafi'nin öldürülmesinden söz etti. Ve iki gün sonra ne oldu? Bingo! Kaddafi ölmüştü.
Erdoğan, ‘Bahar'da olağanüstüydü
Türkiye'nin hâlâ Batılı müttefiklerinin yanında durduğuna emin değilim. 2003'te ABD birliklerinin Türkiye'ye gelerek Irak'ı kuzeyden işgal etmelerine izin vermeyi nasıl reddettiğini hatırlıyor musunuz? Türkiye adına bu karar verme özgürlüğünden çok etkilenmiştim. Türkiye'nin Arap Baharı'ndaki -ki ben ‘Arap uyanışı' diyorum zira şimdiden Arap kışına döndü- rolü de fevkalade. (
Başbakan Tayyip) Erdoğan'ın
Mısırlılara verdiği destek, İsrail'e açıkça karşı çıkmadaki cesareti oldukça olağanüstüydü. Kim derdi ki ben Gazze'deki Filistinlilerin evleri üzerinde eski
Osmanlı bayrağını görecektim?
Araplar itaatkâr çocuk olmayı reddediyor
Bir şey çok açık: Mısır,
Tunus değildi,
Libya, Mısır değildi ve
Suriye de Libya olmayacak. Tüm bu devrimler -garip bir şekilde eski kolonyal sınırlar içinde gerçekleşti- kendilerini farklı şekillerde gerçekleştiriyor. Tümünden çıkan sonuç, ki değiştirebileceğinizi düşünmüyorum, Araplar ‘çocuklaştırılmayı', (genelde Batı destekçisi diktatörleri tarafından) itaatkâr cocuklara dönüştürülmeyi reddediyorlar. İtibar ve nefes alacak alan istiyorlar. Bu, şu ana kadar hükümet kurumlarına sahip olmamış ve gerçek bir ülke olmayan Libya'da nasıl sonuçlanacak emin değilim. Korkuyorum ki oldukça fazla aşiret kanı dökülecek ve ölümler olacak. Ayrıca
Ulusal Geçiş Konseyi, Batılı diplomatların abartılı sözlerine rağmen, zayıf ve çok parçalı bir ‘yaratık'.
Radikal