Star'dan
Sedat Laçiner,
Türkiye'nin
Suriye politikasını değerlendirdiği ve Suriye krizine
İsrail cephesinden baktığı bugünkü yazısında Suriye'de Türkiye'yi bekleyen tehlikeye dikkat çekti.
İsrail'in Suriye'yi neden düşman olarak gördüğünü açıklayan Laçiner, Türkiye üzerine kurulan tuzağı da belirtti. İsrail'in bir taşla
İran,
Hizbullah, Suriye ve Türkiye'yi vurmak istediği yorumuna yer veren Star yazarı, Türklerin Suriye bataklığına çekilmesiyle hedeflenenleri sıraladı.
İşte Laçiner'in çarpıcı analizi:
Suriye Krizi'ne bir an için İsrail'in cephesinden bakalım ve soralım İsrail için Suriye'de en iyi çözüm nedir? Suriye bildiğimiz gibi İsrail'in zayıflatmak istediği
ülkelerin başında geliyor. Hatta ABD Irak'a girdiği zaman İsrailliler Suriye'nin de işgal edilmesi için çok çaba sarf etmişlerdi. Eğer Türkiye olmasaydı belki de Suriye daha o zaman Bush'un askerleri tarafından işgal edilmiş olacaktı.
İSRAİL'İN SURİYE İLE SORUNU
İsrail'in Suriye'den hazzetmemesinin çok sebebi var. Öncelikle Suriye, İran'ın baş müttefiki. İkinci olarak
Lübnan'da İsrail karşıtı grupları İran ile birlikte Suriye destekliyor. Başka bir deyişle eğer Suriye çökerse veya Batı yanlısı bloğa çekilebilirse İsrail hem İran'ı yalnızlaştırmış olacak, hem de komşusu Lübnan ve Suriye'den gelebilecek tehlikeleri bertaraf etmiş olacak. Bu açıdan bakıldığında Suriye'nin tıpkı 1970'lerin Lübnan'ında olduğu gibi uzun ve kanlı bir iç savaşa sürüklenmesi İsrail tarafından arzu ediliyor olabilir. Fakat bazı İsraillilerin Suriye Krizi'nden beklentileri bunun çok daha ötesinde. Onlar bir taşla sadece İran'ı, Hizbullah'ı ve Suriye'yi değil, aynı zamanda Türkiye'yi de vurmak istiyorlar.
SURİYE'DE KURULAN TUZAK
Malum son dönemde İsrail'i en fazla köşeye sıkıştıran ülke Türkiye. Bunun temel nedeni ise Türklerin son 10 yılda kazandıkları siyasi, askeri ve
ekonomik özgüven. Ayrıca Türklerin komşularıyla anlamsız kavgalara uzaklaşıp, bunun yerine
bölgesel ticaret ve işbirliklerine girmesi onları daha bağımsız, dolayısıyla daha bir ‘söz dinlemez' hale getiriyor. Türkiye'nin yeni dış politikasında en başarılı ve en verimli örneği ise Suriye oluşturuyordu. Türkiye 1990'ların sonunda savaşın eşiğine geldiği Suriye ile olan ilişkilerini sınırları gevşetecek kadar ileri götürdü. Suriye'ye çok ciddi ekonomik, siyasi ve insani yatırımlar yapıldı.
İSRAİL'İN SURİYE ÜZERİNDEN TÜRKİYE'Yİ VURMA PLANI
Ancak Esed Rejimi'nin bir türlü kendisini yenileyememesi ve
Arap Baharı olarak adlandırılan
sokak hareketlerini kanlı bir şekilde bastırmaya çalışması Türkiye'yi içinden çıkılması güç bir yol ayrımına getirdi. Türkiye ya tüm ahlaki ve siyasi ilkelerini ayaklar altına alıp kârına bakacak, ya da ilkeli davranıp Suriye'deki yatırımlarını tehlikeye atacak. İşte İsrail için büyük fırsat bu noktada ortaya çıkıyor. Eğer Türkler ‘Suriye bataklığı'na çekilebilirse İsrail yukarıda sayılan kazanımlarına ek olarak Türkiye'nin kendisine dönük muhalefetini de kırmış olacak. Eğer Türkiye son dönemde artan telkinlere
kulak verip Suriye'ye karşı operasyonun en önünde yer alırsa, Suriye tüm yaşananların sorumlusu olarak Türkiye'yi görecek ve daha da kötüsü Araplar arasında taraf haline gelen Türkiye özellikle
Filistin meselesi gibi konularda
siyaset üstü öncü rolünü kaybetmiş olacak. Tüm bunlara ilaveten Türkiye bu ülkede silahlı bir çatışmaya da çekilebilirse bu durumda ekonomisi ve dış ilişkileri bozulduğu için yine Batı'nın kapısını çalacak, dolayısıyla İsrail'e karşı zayıflamış ve belki de dizleri üzerine çökertilmiş olacak.
Böyle düşünenler için Suriye'nin basiretsizliği ve kendisini
yenileme kapasitesinin zayıflığı çok önemli bir avantaj. Ayrıca Türkiye ile Suriye arasındaki tarihi, kültürel, etnik ve dini bağların gücü de olası bir çatışmayı derinleştirme etkisine sahip. Nitekim
Başbakan Erdoğan “Suriye bizim iç işimizdir” demedi mi? Bundan kasıt Suriye ve Türkiye aynı ailenin iki üyesi demektir. Ve herkes bilir ki kardeş kavgaları en acı olanıdır ve uzun vadede onarılması güç yaralar açar.
Böyle bir senaryoda Türkiye'nin ve Suriye'nin izole olması ve zayıflaması tek sonuç olmaz. Bu durumda başta İran olmak üzere tüm bölgesel aktörler Batı karşısında zayıflar ve bölge dışı inisiyatiflere gün doğar. Elbette tüm bu yazdıklarımız bazılarının zihninde olduğunu sandığımız senaryolardır. Fakat bugüne kadar hep böyle olmadı mı?
Ortadoğu hep bu tür senaryolarda kendisine biçilen rollere mahkûm kalmadı mı? Ya söz konusu senaryoların birer figüranı olacağız, ya da kendi senaryolarımızda kendi rollerimizi oynayacağız.