Hemen arkamda oturan
Anadolu Ajansı’ndan foto muhabiri Rıza Özel, “Bomba seslerinin ardından böyle güzel bir ses beni acayip rahatlattı Kürşat.” diyor. Günlerdir
İsrail uçaklarının saldırısıyla harabeye dönen Aytarun’a girerken gözümde LBC kanalında yayınlanan Beyrut’un eski görüntüleri canlanıyor. Çok güzel bir sahili var Aytarun’un; bizdeki
Bodrum sahillerini andırıyor. Hemen yükselen eski yapılı evler harabeye dönmüş. Sokaklara dökülen eşyalar, resimler bir anda “Evet burada yaşayan insanlar, sokaklarında koşturan çocuklar vardı.” dedirtiyor. Sokaklardaki
çiçek ve
deniz kokusu yerini barut,
yanık ve
ceset kokusuna bırakmış durumda.
Akşamları Al Fanar (Otel, ismini hemen yanındaki deniz fenerinden alıyor.)
otelinde yer bulamayınca Laila annenin evine gidiyoruz. Laila anne bir
Ermeni ailenin en
küçük kızıymış. Yıllar önce ailesi
Güney Lübnan’ın güzel bir şehri olan Tyre (Sur) şehrine yerleşmiş. Akşamları hazırlanan ev yemeklerinden yiyoruz. Odayı paylaştığımız
İspanyol Monica ve
Michelle, Etiyopyalı hizmetçi Majda’dan nargile hazırlamasını rica ediyor. Onlar nargilesini içerken biz de Laila anne ile İsrail saldırıları üzerine konuşuyoruz. Her
akşam “Durum nedir, bu anlamsız savaş ne zaman bitecek?” diye soruyor;
cevap veremiyoruz.
Sabahları
Filistin göçmeni olan şoförümüz Abu
Muhammed (Muhammed amca) saat 8.30’da bizi kaldırmak için geliyor. Kafasını kapıdan uzatıp ‘Sabah-ı hayr, do you want coffee?’ diyor. Hazırlanan sandöviçlerle kahvaltımızı yapıp, gazetecilerin
haberleşme merkezi olarak bilinen Al Fanar Restorant’a gidiyoruz. Burada dünyanın değişik yerlerinden birçok meslektaşımız var. Çoğuyla farklı yerlerde farklı işlerde karşılaşıyoruz. İçilen çayların ardından şoförümüzü haber alması için diğer gazetecilerin arasına yolluyoruz. Kimin nereye ne için gittiği bizim için önemli. Mohammed amca bunu çok iyi yapıyor. Çok konuşkan biri. Sokakta kimi görürse
selam verip “Keyfe Hale” (keyfiniz nasıl) diye soruyor. Bazen sürekli olarak soru sormasına ve olur olmaz yerlerde sohbete dalmasına kızıyoruz; ama çocukların öldüğü sokakların ceset koktuğu bu ortamda yüzümüze biraz da olsun tebessüm katıyor.
Gün boyunca
arabanın içerisinde turladığımız Tyre, tamamen gazetecilerin bulunduğu bir şehir. Lübnan vatandaşlarının çoğu bölgeyi terk etmiş durumda. Kalmak için sadece iki otel var. Bunlardan biri daha güneyden gelen Lübnanlılar için ayrılmış durumda. Diğerinde ise gazeteciler kalıyor. Otel bulamayanlar bizim gibi küçük odalarda günlüğüne 50 dolar vererek kalıyor.
Savaş ekonomisi burada
Bağdat veya Kosova’dan daha fazla etkili olmuş. Beyrut’ta 90 dolar verdiğimiz araba kiraları 500 dolar ve 1000 dolar arasında gelip gidiyor. 4 kişi yemek yediğinizde 80 dolardan aşağı
fatura ödemiyorsunuz. Genelde ilk günler Al Fanar Restorant’ta yenilen yemekten sonra kurulan küçük pazarda üzerinde ‘TV’ yazan araçları görebiliyorsunuz.
Basın mensupları pazardan aldıkları malzemelerle daha ucuza geldiği için kendileri yemek yapıyor. Biz de genelde Türk usulü
karpuz,
peynir ve ekmek yiyiyoruz.
Sabah saatleriyle birlikte okunan ezan biraz da olsa içimizi ferahlatıyor.
İmam gerçekten ezanı çok güzel okuyor.
Kameraman Abdurrahman İtik, “Kürşat, çok güzel okuyor be...” deyip kamerasını dışarı alarak ses kaydı yapıyor. Yıllar önce atalarımızın ayak bastığı bu topraklarda yaptığımız haberlerle dünyanın ilgisini bu bölgeye çekmeye çalışıyoruz. Ama en dikkat ettiğimiz husus; yüzlerce insanın, emzikli bebeğin İsrail saldırıları sebebiyle hayatını kaybetmesine rağmen dünyanın hâlâ bu savaşa
seyirci kalması.
İnternet kullanmak için sıklıkla uğradığım Jabel Amel hastanesinin başhekimi Ahmad Mosud’a “
Ahmed Bey hiç
gönüllü doktor yok mu ya da
yardım kuruluşu ben kimseyi göremiyorum, neden böyle?” diye sorduğumda. “Bize bir köpek kadar değer vermiyorlar, ne ihtiyacımız olduğunu dahi sormuyorlar, birkaç doktor geldi kapıdan bakıp gitti.” diyor. 7 gün 24 saat çocuklarıyla beraber hastanede kalan Ahmad Mosud’un tek isteği arada sivillerin katledildiği savaşın bir an önce sonlanması. Bu konuda BM’ye de büyük bir rol düştüğünü söyleyen Ahmed Bey, “BM ne yazık ki üzerine düşen görevi yapamıyor. İnsanlar katlediliyor, onlar seyirci kalıyor. 1996’da yine Kana’da bir
katliam daha yaşamıştık, ikincisi yine yaşandı; beşiğinde uyuyan, boynunda emzikli küçük çocuklar öldü. Ama BM gerekli yaptırımı hâlâ uygulamıyor.” diyor. Ateş hattında
kulaklarımız
bombalama sesleri, ne dediğini anlamadığınız; ama içinizin parçalandığı bir annenin haykırışları, ‘yeter artık barış olsun!’ diyen Laila annenin feryadıyla çınlıyor.
KÜRŞAT BAYHAN / ZAMAN