Çok bildik bir konu da olsa, yazmakta ve hafızaları yeniden tazelemekte büyük yarar var. Hele de bugünlerde, bir asır önce ne oyunların çevrildiğini bir kez daha hatırlamak gerekiyor.
Emperyalist güçler
Osmanlı'yı parçalarken en çok kullandıkları
araç şovenizmdi. Unsuriyetçilik şark için cahiliye dönemlerinden kalan gerici bir anlayıştı. Hz. Peygamber (sas) Veda Hutbesi'nde "Acem'in Arap'a, Arap'ın Acem'e bir üstünlüğü yoktur." sözleriyle çok kesin bir şekilde unsuriyetçiliği reddetmişti. Sonraki yıllarda bütün şarka hakim olacak
İslamiyet, bu ifadelerle kavmiyetçiliği reddettiği için insanlar daha çok din merkezli bir tanımlama ile belirginleşmişti. Hıristiyanlar, Yahudiler, Müslümanlar, Yezidiler vs. Bu dinlerin kendi aralarındaki mezhepler de bu tanımlamada çok kullanılan bir araç olacaktı.
Maveraünnehir'den
Adriyatik Denizi'ne kadar olan bölgede çeşitli devletler altında varlığını sürdüren kavimler yani, Araplar, Türkler, Çerkezler,
Kürtler,
Boşnaklar, Arnavutlar, Torbeşler, Pomaklar, Gürcüler, Farsiler İslam anlayışına göre yüzyıllarca kız alıp verdiler, yani akraba oldular. Öyle ki yeni doğan bir bebek bir tarafıyla Türk, bir tarafıyla Boşnak, bir tarafıyla Arap, Arnavut ya da Kürt olabiliyordu. Hatta Ermenilerden ve Rumlardan çokça kız alınmıştı.
Bugün herhangi birimizin soyuyla ilgili bir soru sorulsa bütün bunlar ortaya çıkar. "Anneannem Gürcü'ymüş Batum'dan gelmişler", "Annemin babası Sancaklı bir Boşnak. Babaannem Mardinli bir Arap aileden geliyor. Dedem ise Urfalı bir
Türkmen." Bu örneğin şehri ve kökenleri değişebilir, ama bu coğrafyada yaşayan hemen herkes buna benzer sözler söyleyecektir. Yani şarkta homojen bir topluluk bulmak neredeyse imkânsızdır.
Sonra unsuriyetçilik diye bir hastalık bu coğrafyaya musallat oldu. Karmakarışık etnik yapıya sahip Osmanlı'yı dağıtmak için kullanılan en önemli yöntem, her millete kavmiyetçiliği öğretmek oldu. Ülkenin en önemli okullarında milliyetçilik anlayışı verilmekteydi.
Arnavutluk'un kurucuları İstanbul'daki okullarda okumuş, Arap, Bulgar milliyetçiliği de yabancıların etkili olduğu okullardan yayılmıştı. Osmanlı yıkıldıktan sonra da bu
politika devam etmişti. Osmanlı'dan ayrılarak kurulan ülkelerdeki milli eğitim kitapları Osmanlı ve Türk düşmanlığı üzerine kurulmuştu. Arnavutluk,
Yunanistan,
Bulgaristan ve neredeyse bütün Arap ülkelerinde tarih, Osmanlı ve Türk aleyhtarı olarak kurgulanmıştı. Türkiye'de ise etrafımızın düşmanla çevrili olduğunu, bizden ayrılan milletlerden asla dost olmayacağını öğrendik yıllarca. Bizden arta kalan çok olsa da terk ettiğimiz hiçbir toprağa dönüp de bakmadık.
Osmanlı'yı paramparça eden bu etnik milliyetçilik bugün Türkiye'yi de çok ciddi olarak tehdit etmektedir. Etnik çeşitliliğe sahip bu ülkede sürekli etnik milliyetçiliği körüklemek ülkeyi parçalamaya zorlamak değil de nedir? Terör olaylarına tepki gösterirken
PKK ile Kürt vatandaş ayrımı yapıl(a)mıyor. Terör olaylarını lanetlerken
Kürtleri de ötekileştirdiğimizin bilmem farkında mıyız? Ve bu durumun PKK'nın ve onu kullananların en çok istediği şey olduğunu görebiliyor muyuz?
Coşku vermek, kortizon kullanmak gibidir. Belki bir müddet hastalığı baskılar, ama uzun süre kullanıldığında bambaşka ve çok daha büyük rahatsızlıklara sebebiyet verir. Unsuriyetçilik Türkiye'yi parçalıyor.
Askerî tedbirler bir türlü sonuç vermiyor. Hem Kürtlere hem de Türklere kavmiyetçiliği pompalayanlar bu coğrafyayı daha parçalı görmek istiyor. Biz de sadece duygularımızla hareket ederek kuru-yaş demeden her şeyi yakıyoruz. Bir insanın kendi kavmini sevmesi başka bir şey, ülkede yaşayan başka bir kavmi düşman olarak görmesi bambaşka ve tehlikeli bir şeydir.