Ayrıca okuduğunuz şiir yüzünden mahkûmiyetiniz sırasında sizi en fazla savunanlar arasında yer aldım. Fotoğrafınızın ve “Bu Şarkı Burada Bitmez” sloganınızın yer aldığı
poster,
Beyrut’ta Stratejik
Araştırmalar Merkezi’ndeki ofisimde hâlâ asılı durmaktadır. İlişkilerin gergin olduğu dönemde
Türkiye’yle sıkı ilişkiler kurma fikrini en fazla savunanlardan biriydim. Arap ve
Müslüman ülkelere yönelik
açılım politikasını uygulamaya başladığınızda en fazla sevinenler arasında yer aldım. Bu girişten sonra açık mektubuma şu hususlarla devam etmek istiyorum:
Sayın
Başbakan, İki koşulun gerçekleşmesi -yani
Birleşmiş Milletler’in karar çıkarması ve ateşkesin sağlanması durumunda-
Lübnan’ın güneyine gönderilecek muhtemel bir ‘uluslararası güce’ Türkiye’nin de katılabileceği yönünde çeşitli haberler ve zatıâlinizin açıklaması bulunmaktadır. Bundan hareketle şu noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum:
Bu iki koşulun gerçekleşmesi tek başına yeterli olmayacaktır. Zira önemli olan, bu uluslararası gücün çalışma şekli, görevi ve üstleneceği misyondur.
Bu gücün oluşturulması, özellikle
İsrail’in talebidir. Nitekim İsrail, Lübnan’a yönelik gerçekleştirdiği saldırı ve tahrip operasyonunda başarısız kalınca, emellerini Lübnan’ın güneyinde konuşlandırılacak,
Hizbullah’ı silahsızlandıracak ve İsrail-Lübnan sınırından uzaklaştıracak bir uluslararası güç aracılığıyla gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye, böyle bir göreve iştirak edecek midir?
Barış gücü önerisinin gerçek amacı...
İsrail ve Araplar arasında nihaî ve kapsamlı bir barışın oluşturulamaması sonucu Lübnan’ın güneyi istikrarsız bir
bölge olarak kalacaktır. Barındırdığı etnik gruplar açısından Lübnan, böyle bir barışa
imza atacak en son Arap ülkesi olabilir. Bu nedenle, önerilen uluslararası güç istikrardan yoksun bir ortamda görev yapacaktır. Bu gücün Lübnanlı yerel silahlı güçlerle çatışmaya girme ihtimali de bulunmaktadır.
Lübnan’ın güneyinde yaşayan insanlar, kendilerini
savunma konusunda devletlerine veya hükümetlerine güvenmemektedir. Lübnan Devleti, geçen 50 yıl boyunca İsrail saldırılarına karşı kendi ordusunu güçlendirememesi ve silahlandıramamasının gerekçelerini ‘Lübnan’ın gücü, zayıflığında saklıdır’ sloganıyla aklamaya çalıştı. Bu bölge
halkı Hizbullah sayesinde sadece kendilerini savunmakla kalmamış, dahası topraklarını işgalden kurtararak bu devletin kuruluş tarihi olan uğursuz 1948’den beri ilk kez İsrail’i, askerî hezimete uğratmıştır. Bu halk, hiçbir uluslararası gücün kendilerini koruyacağına inanmayacaktır. Özellikle bu önerinin ve oluşumun ardında İsrail, BM ve
Fransa yatıyorsa... Nitekim Hizbullah’ın silahsızlandırılması çağrısında bulunan 1559 sayılı kararın arkasında yine bu ülkeler yer almaktadır. Araplar ve İsrail arasında nihai barış sağlanmadan Hizbullah’ın silahtan arındırılması, Lübnan’ın korunmasız bir halde bırakılması anlamına gelir.
Bu nedenle
Güney Lübnan ahalisi, Hizbullah’ı silahsızlandırmaya ve İsrail sınırından uzaklaştırmaya çalışacak herhangi bir uluslararası güce, İsrail lehine çalışan karşı bir güç ve
Birleşmiş Milletler kisvesi giymiş İsrail işgal gücü gözüyle bakacaktır. Türk hükümetinin böyle çirkin bir görevi kabul etmesi mümkün müdür?
Bu yüzden yerinde bir karar alarak Lübnan’a bir
heyet göndermeniz çağrısında bulunuyoruz. Türkiye’nin Beyrut büyükelçisi böyle bir görevi yerine getirebilir. Bu heyet, özellikle Güney Lübnan’da etkin ve etkili güçlerle bir araya gelip bu grupların uluslararası güçle ilgili görüş ve tutumlarını öğrenebilir. Özellikle Güney Lübnan’daki etkili güçler derken, bu güçlerin başında Hizbullah gelmektedir. Bunu yaparken Hizbullah terörü gibi uyduruk hesaplara kapılmayınız. Hizbullah, Lübnan Parlamentosu’nda temsil edilen, Lübnan,
Arap dünyası ve İslâm âleminde geniş bir halk desteğine sahip siyasi bir partidir. Bu parti, bugün İslâm ülkeleri arasında vatan
kurtarma gibi en onurlu hareketi yürütmektedir. Güney Lübnan ahalisi ve Hizbullah, bu uluslararası güce
evet derse biz de o zaman Size ‘Hoş geldiniz’ deriz. Eğer reddederlerse o zaman “Sakın Türk kuvvetlerini Güney Lübnan’a göndermeyin” deriz.
Türkiye neden asker göndermemeli?
Zira bu, Hizbullah’la ve bunun yanında da temsil ettiği özgürlükçü,
İslamî ve vatansever değerlerle çatışmaya girme anlamına gelir. Hizbullah ve lideri Nasrallah’a
destek amacıyla
Mısır,
Filistin,
Ürdün ve diğer Müslüman ülkelerde Müslüman Kardeşler’in gerçekleştirdiği kalabalık gösterileri gözlerinizle görmüşsünüzdür. Biz, özellikle sizin döneminizde Türkiye’nin Müslüman kamuoyuyla çatışmaya girmesini istemiyoruz. Bir Arap ve Müslüman ülke olan Irak’ın işgaline katılımı Türk Parlamentosu’nun 1
Mart 2003 tarihinde reddetmesi sonucu oluşan takdir duygularını çok iyi hatırlarsınız. Biz, Arap kamuoyunun size yönelik bakış açısını değiştirmesini ve Türkiye-Arap ilişkilerinin gerginlik, kuşku ve çatışma dolu eski günlerine dönmesini arzulamıyoruz. ABD’nin Irak’ta mezhep fitnesinden ülkenin bölünmesine kadar neler yaptığına kendi gözlerinizle
tanık oldunuz. Bölgeyi etnik, mezhepsel bölünmelere sürüklemekten ve
diktatör rejimleri desteklemekten ve bölge halklarını İsrail ve Batı’nın kölesine dönüştürmeyi hedefleyen büyük bir yalandan başka bir şey olmayan yeni Geniş
Ortadoğu Projesi çerçevesinde İsrail ve ABD’nin gerçekleştirmeye çalıştığı planlara katılmayı Türk hükümeti kabul edecek midir? Emareleri
Kuzey Irak’ta ortaya çıkan bu planlara Türkiye’nin alet olmayacağını çok iyi bilmektesiniz.
Son açıklamanızda değindiğiniz gibi Türkiye’nin üzerinde tarihî sorumluluklar bulunmaktadır. Evet, bu doğrudur. Ayrıca
Kurtuluş Savaşı sırasında
Atatürk’ün yürüttüğü mücadele sırasında Türkiye, emperyalist güçlere karşı koymada mazlum halklara örnek olmuştur. Ayrıca İsrail’in Filistinlilere ve Lübnanlılara karşı uyguladığı ve zatıâlinizin ‘devlet terörü’ olarak, Bülent Ecevit’in de bizzat ‘soykırım’ olarak nitelediği zulme karşı Türkiye tavır alabilmiştir. 21. yüzyılın başında bizim
Mustafa Kemal Atatürk döneminden daha geri bir aşamada olmamızı kabul edebilir miyiz? Türkiye’nin, İsrail’deki ‘Neo-Nazilerin’ ve Beyaz Saray’daki’lerin projeleri yanında değil de Filistin’de, Lübnan’da, Kıbrıs’ta ve her yerde haklının yanında yer almasını diliyoruz.
Sayın Başbakan, mektubuma son verirken sert bir üslup kullandıysam eğer beni mazur görünüz. Zira bu ifadeler, bir dostun kalbinden bir başka bir dostun kalbine, bir akıldan başka bir akla samimi ifadelerdir. Yolumuz ortak, tek ve uzundur. “Bu
şarkı burada bitmez.”
BEYRUT STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ BAŞKANI
Zaman