Avrupa, İsrail'e ses çıkar(a)mıyor!

Prof. Dr. Stephen F. Szabo, Ortadoğu'daki İsrail saldırganlığı ve AB'nin tutumu üzerine güzel bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı...

Avrupa, İsrail'e ses çıkar(a)mıyor!

Irak Savaşı’ndan sonraki Birleşik Devletler ve Avrupa ayrılığının aksine Lübnan konusundaki transatlantik uyumun derecesi son üç yılda ne kadar çok şeyin değiştiğini göstermektedir. Her iki taraf da Irak’tan bazı dersler çıkardı ve şimdi bunu Lübnan’da gerilimin düşürülmesi için uygulamaya koymaya çabalıyorlar. Önemli Avrupa güçleri İngiltere, Fransa ve Almanya, Ortadoğu’daki savaş konusunda Amerikalılarla yeni bir çatışmaya girmeme konusunda hemfikir olmuş görünüyor. Her zamanki rollerinin aksine, Paris ve Berlin Washington ile daha yakın görünürken, Londra’dan gelen sinyaller Amerikan yaklaşımını benimseme büyüsünün bozulduğunun işaretlerini veriyor. Fransız ve Alman hükümetleri, Washington’un Suriye ve İran’a dair kaygılarını paylaşıyor ve Hizbullah’ı bu iki büyük gücün vekili gibi görüyor. Ne Chirac ne Merkel ne de Bush, Lübnan’daki bir zaferle daha da güçlenmiş bir Suriye ya da İran görmek istiyor. Bu önemli Batılı güçlerin hiçbiri nükleer bir İran istemiyor ve İran’ın Hizbullah’ı kendi nükleer tutkuları üzerindeki müzakerelerden uzaklaştırma aracı olarak kullanmasından korkuyor. Her ikisi de, İslamcı terör tehdidinden endişeli ve Hizbullah’ı zayıf bir devleti rehin olarak tutan terörist bir grup örneği olarak değerlendiriyor. Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter’in de işaret ettiği gibi, “Ortadoğu’da teröristlerin gündemi belirlemesini kabul edemeyiz.” Buna ek olarak, Şansölye Merkel, Almanya’nın Washington ile ilişkilerinin tamirini en öncelikli mesele yaptı. Avrupa da güçlü bir İran ve Suriye istemiyor Kısaca, İsrail’in Hizbullah’ın gücünün büyük bölümünü yok edene kadar bir ateşkesin bekleyebileceği ve sonrasında güney Lübnan’ı koruması için Lübnan hükümetiyle birlikte çalışacak güçlü bir barış gücü yerleştirilmesi yönünde Batı’da bir uzlaşı var. Bu uzlaşı dikkate değer bir Avrupa stratejik kültürünün ve uluslararası sorunlara “yumuşak gücünün” uygulandığının göstergesidir. Görünen o ki, İsrail’in sert gücünün galip gelmesine izin verilmek istenmiyor, en azından sert ve kısa dönemli bir askerî operasyon için. Avrupalılar aynı zamanda, İsrail’in 18 yıl önceki güney Lübnan işgalinin tatsız hatıralarına bakıldığında, İsrail’in bir işgalci güç olarak Lübnan’da kalmayacağını ve ciddi bir barış gücüne açık olduğunu anlıyor. Bununla birlikte, bu reel politik Avrupa’nın dünyaya yaklaşımında ve bir uluslararası aktör olarak kendi imajı için bir maliyeti de beraberinde getirecektir. AB, uluslararası çatışmalara çok taraflı çözümler getirilmesine vurgu yaptı ve uluslararası kurumlarla ve hukukla bağlantılı bir güç kullanım doktrini geliştirmeye çalıştı. Hizbullah’a karşı bir İsrail askeri operasyonu haklı ve gerekli görülürken, bu eylemin doğası ve boyutu ahlaki ve politik açıdan haksız olmasının yanı sıra ileriyi görmekten yoksun. Kısaca, İsrail’in saldırılara cevabı orantısız ve sivil hedeflerle askerî hedefleri birbirinden ayırma hususunda başarısız oldu. Örneğin, Kosova savaşında NATO, askeri hedeflerini sınırlandırmaya ve Belgrad’a ve diğer Sırp kentlerine büyük zarar vermekten kaçınmaya çalıştı. Her zaman başarılı değildi bu çaba; ancak Sırp saldırganlığına karşı orantılı ve ayırt edici bir cevap vermede bilinçli bir çabaydı. Bu deneyimi, İsrail’in Hayfa ve diğer şehirlerine düzenlenen saldırılara verdiği tepki ile karşılaştırın. Birincisi, İsrail’e saldıran Lübnan değil Hizbullah. Hizbullah, Lübnan hükümeti içinde olmasına rağmen, hükümetin başında değil. Herkes Lübnan’ın kendi topraklarının büyük bir bölümünü kontrol edemediğini biliyor. Suudi Dışişleri bakanının bu hafta Washington ziyaretinde söylediği gibi, sorun Lübnan hükümetinin kendi topraklarını kontrol etmemesinde. Lübnan haydut bir devlet değil ya da Taliban altında terörü destekleyen ve barındıran Afganistan gibi bir devlet de değil. Aksine sadece zayıf ve yarı başarısız bir devlet. ABD, AB’yi de arkasına almayı başardı... İkincisi, İsrail üzerine saldırılar çoğunlukla Lübnan’ın güney bölümünden düzenleniyor. Bu nedenle İsrail, sadece güney Lübnan’a saldırılarını odaklayarak orantılı bir cevap verebilir. Bunun aksine, İsrail Beyrut’a saldırdı yüzlerce masum sivili öldürdü, binlerce yabancı uyruklu kişinin şehri terk etmesine neden oldu, Beyrut’un altyapısını vurdu. İsrail nüfusunun terörize edilmesi önemli bir şeyken, Lübnan’daki yaşam kayıpları ve altyapıya verilen zarar İsrail’deki ile kıyaslandığında, önemsiz görüldü. Tekrar Kosova örneğine dönersek, Kosova nüfusunun yüzde 90’ı Sırplar tarafından yerlerinden edilmişti ve ancak NATO harekatı birkaç mülteciye ya da Sırbistan’da çok az sayıda sivil hasara neden olmuştu. Bu durum, Lübnan’da insani yardımla görevli BM yetkilisi Jan Egeland, İsrail’in saldırılarını “insani hukukun ihlali” olarak nitelendirmesine yol açtı. Tony Blair’in Dışişleri Bakanlığı’ndaki üst düzey bir diplomat da saldırıları, “orantısız” olarak yaftaladı. Böylece, Rumsfeld’in “eski Avrupa” olarak nitelediği şey şimdi Bush’un destekçileri olurken Tony Blair, kendisinin Amerika’nın fino köpeği olarak nitelendiğini görmeye başlamışa benziyor. AB, şu ana kadar bir ateşkes için ciddi bir baskı yapmadı ve ABD’nin İsrail’e karşı, “bırakınız yapsınlar” yaklaşımını sürdürdüğü müddetçe çok fazla bir şey yapamayacağına karar verdi. Sonuç olarak, bir savaş ve orantılı karşılık meselelerinin de ötesinde, İsrail eylemleri, Talleyrand’ın da işaret ettiği gibi, bir hata olmaktan ziyade bir suçtan daha kötü. İsrail hükümeti terör ile savaşı birbirine karıştırmış durumda ve aşırı tepkisi zaten zayıf olan Lübnan’daki demokratik hükümeti daha da zayıflatmaya katkı sağladı ve Hizbullah’ı bölgede suçlama konusunda risk yarattı. Bu, aynı zamanda Bush yönetiminin Taliban’ın Afganistan’ından Irak’taki felaket getiren büyük savaşına kadar aceleci bir şekilde tehditlere karşılık vermede düştüğü hataydı. Şimdi ABD ve Avrupa tarafından saldırılara verilecek en iyi cevap kuzey Lübnan’ın bombalanmasının durdurulması çağrısı olacaktır. Beyrut, her türlü askerî saldırıdan muaf bir kent olmalı. İsrail’e Hizbullah’ı güney Lübnan’dan çıkarmak için zaman tanınmalı ve daha sonra yerini Lübnan hükümeti ile yeniden inşa ve merkezî hükümetin kontrolü konularında işbirliği yapacak AB veya NATO güçlerine bırakması sağlanmalı. Lübnan ekonomisinin yeniden inşasına yardım amacıyla bir ortak ABD-AB çabası gerekmektedir. Batı için doğru şeyi yapmanın tam zamanıdır. PROF. DR. STEPHEN SZABO / Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Prof. Dr. Stephen F. Szabo, Johns Hopkins Üniversitesi öğretim üyesidir. Kendi alanında otorite isimlerden biri olan Prof. Szabo, çok sayıda kitabı ve makalesi ile yakından tanınmaktadır.
<< Önceki Haber Avrupa, İsrail'e ses çıkar(a)mıyor! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER