Yüzü aşkın kitabıyla çağımızın yaşayan en etkili entelektüellerinden biri olan ve tarihe geçen bilimadamı Noam Chomsky, pek çok konuda önemli değerlendirmelerde bulundu.
Yazar Aydoğan Vatandaş'ın, Zaman Amerika için yaptığı röportajda konuşan Chomsky; İslamofobi'den Arap Baharı'na, Kürt sorunundan İsrail'e, Wikileaks belgelerinden ABD'ye kadar çarpıcı açıklamalar yaptı.
"ABD’nin yakın gelecekte bağımsız bir Kürt Devletini destekleyeceğini düşünüyor musunuz?" sorusuna karşın Chomsky, bu durumun ABD’nin ekonomik ve stratejik çıkarlarını nasıl etkileyeceğiyle ilgili değerlendirmelere bağlı olduğunu ama yine de pek mümkün gözükmediğini ifade etti.
Modern dilbilimin babası ve analitik felsefenin en önemli figürü olarak bilinen Chomsky, uluslararası siyaset ve medya alanında yazdıklarıyla ve aktivist kişiliğiyle dünyanın en etkili entelektüellerinden biri olarak yerini her zaman korudu.
Akademik çalışmalarını 50 yıldır ‘Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) Dilbilim ve Felsefe Bölümü’nde sürdüren Profesör Noam Chomsky'nin, MIT’teki ofisinde yapılan özel röportajda verdiği cevaplar şöyle:
Soğuk savaş döneminde kaleme aldığınız ‘Rızanın İmalatı’nda tanımladığınız 5. filtrenin (komünizm) güncellenme vakti geldi mi? Ben 5. filtreyi genelde propaganda oluşturmanın bir parçası, ‘korku’ oluşturduğu için de ‘öteki’ ya da ‘düşman’ olarak yorumlamıştım.
2002’deki ikinci baskının önsözünde 5. filtrenin çok dar bir şekilde formüle edildiğini ve zamana aşırı bağlı olduğunu işaret etmiştik. Sizin burada önerdiğiniz yorum bence doğru. Ve hatta koşullar değiştikçe ‘öteki’ ve düşmanlarla birlikte değişip, ama her zaman uğursuzca orada durup bizi felaketle tehdit ettiği bütün Amerikan tarihi boyunca vaki. Bu uzun vadeli patoloji artık oldukça önemli şekillere de giriyor. Ülkenin bazı kesimlerinde tehditkâr düşman federal hükümet olarak kabul ediliyor. Amerika’nın bir silah deposu haline gelmesi konusundaki çok yaygın bir teze göre, kendimizi hükümete karşı ancak bu silahlarla savunabiliriz. Patolojik olduğu kesin, ama şaka değil.
Peki ya İslamofobi’ye ne demeli? Modelinizde İslamofobi’nin ‘komünizm’in yerini aldığını düşünüyor musunuz?
İslam bir örnek, diğeri ise başkalarını da kapsayacak kadar esnek olmakla birlikte son yıllarda İslam’la ilişkilenlendirilen “uluslararası terörizm”dir. Örneğin 1980’lerde Başkan Reagan, ABD güvenliğine Nikaragua’dan gelen bir tehditten dolayı ulusal acil durum ilan etti. Ve devamında Nikaragualı birliklerin Teksas’a yalnızca iki günlük mesafede ve bizi alt etmek üzere olduklarını, dolayısıyla da ‘dünya mahkemesinin’ terörist saldırıdan dolayı ABD’i suçlayan ve önemli tazminat ödemesini emreden hükmünü yok sayarak, Nikaragua’ya saldırılarımızı artırmak zorunda olduğumuzu bildirmişti.
ARAP BAHARI’INDA SOSYAL MEDYANIN ETKİSİ ABARTILMAMALI
Son yıllarda artan etkinliğiyle sosyal medyanın gelişiminin modelinizde ne tür etkileri olacağını düşünüyorsunuz?
Bu önemli bir gelişme; ama modeli ciddi biçimde etkilemiyor. Bununla birlikte geniş bilgi ve görüşlere ulaşım sağlaması ve yine tavırları reklam ve gözlemcileri belirli yönlere sevk etmesi ve bu sektörde yoğun biçimde keşfedilip geliştirilen diğer araçlarla internetin etkileri hakkında ilginç sorular var. Bu yaygın biçimde gelişen teknolojilerin uzun yıllar devlet sektöründe kullanıldıktan sonra özelleştirilmesi gibi internetin de ‘90’ların ortalarında özelleştirilmesinden beri yıllarca bir çatışma alanı oldu.
Sosyal medyanın özellikle Ortadoğu’da sosyal değişim üzerindeki etkisi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Sosyal medya aktivistler ve organizatörler arasında bir iletişim aracı işlevi gördü ve kuşkusuz gerçekleşen olaylarda önemli bir rol oynadı. Bu genellikle yakın yıllardaki etkinlik hareketleri için gerçek. Bence önemli, ama ben ufak boyutlardaki etkilerin abartılmaması konusunda dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum.
ABD’NİN BAĞIMSIZ KÜRT DEVLETİNİ DESTEKLEME İHTİMALİ DÜŞÜK
Türkiye’deki Kürtlere saldırıların terör ve yıkım olarak doruk yaptığı 1990’larda, Türkiye’yi (ayrı bir tasnif olan İsrail ve Mısır’ı ayrı tutarsak) dünyada en çok Amerikan silahı kullanan ülke yapan da ABD’ydi. Türkiye’nin kullandığı silahların yaklaşık yüzde 80’ini ABD tedarik etmişti. Sadece 1997 yılında bile, Başkan Clinton, Türkiye’ye bütün Soğuk Savaş döneminden bile daha çok silah gönderdi. Amerikan medyası olaya hemen hiç giremiyordu. Bu ABD’nin, ABD politika yapıcıları için pek önem taşımayan, ABD’ye hiçbir şey sunmayan dolayısıyla da hakları pek önemsenmeyen Filistinliler ve diğerleri gibi baş belası olarak görülen Kürtlerle ilgili politikalarının iyi bir göstergesidir.
2003 yılında Washington’daki siyasetçiler arasında Türk hükümetinin kabul edilemez bir tavırla ABD’nin Irak işgaline katılmayı reddetmesine karşı büyük bir öfke duyuldu. Bunu Kürtlere karşı insan hakları ihlalleri üzerine medyanın ilgisi izledi, Türkiye’nin bu vetosuna tepki olarak. Ama bu ilgi azaldı ve yakın yıllarda baskı artarken pek ilgi gösteren olmadı. İnsan hakları ihlalleri ancak resmi bir düşman yaptığında önemlidir. Bu ‘Rızanın İmalatı’ında ve diğer pek çok yayında uzunlamasına belgelenmiş, değerli ve değersiz kurbanlar arasındaki olağan bir ayrımdır. Bu kuşkusuz yüzde 100 böyle olmaz, ama eğilim genelde böyledir.
ABD’nin yakın gelecekte bağımsız bir Kürt Devletini destekleyeceğini düşünüyor musunuz?
Bu durumun ABD’nin ekonomik ve stratejik çıkarlarını nasıl etkileyeceğiyle ilgili değerlendirmelere bağlı. Ama yine de pek mümkün gözükmüyor.
Yakın gelecekte ABD dış ilişkilerine karşı en büyük tehdidin ne olacağını düşünüyorsunuz?
Uzun zamandır -hatta 1945ten beri- hâlâ çok büyük olmasına ve görünürde gerçek bir rakip olmamasına karşın, küresel ABD gücü azalıyor. Yakın yıllarda küresel gücün dağılmasıyla birlikte “Amerika’nın düşüşü” dış politika analistleri ve stratejistleri arasında öne çıkan bir tema -ve ağıt- oldu. Kabul edilen başlıca tehdit ABD’nin küresel hegemonyasının önündeki engellerdir ve hedef de hegemonyayı bu olasılıklara karşın olabildiğince sürdürmektir. Ayrıca geçmiş kuşak için ‘gerileme’, ekonominin başka yerlerde de olduğu gibi toplumun geneline aşırı zarar verirken, küçük bir seçkinler topluluğunu aşırı zenginleştiren ve ‘gücü’ genellikle toplum ve ekonomiye zararlı olan hükümet destekli finans kurumlarında yoğunlaştıran, neo-liberal hatlarda yeniden yapılandırılmasının bir sonucu olarak kendi kendini tetiklediğini de belirtmek gerekir.
OBAMA’DAN İSRAİL KONUSUNDA ‘DEĞİŞİM’ BEKLEMEK İÇİN SEBEP YOK!
Obama’nın İsrail politikaları konusunda ne düşünüyorsunuz? İsrail’e karşı herhangi değişiklik görüyor musunuz?
Obama’nın 2008’deki başkanlık kampanyasından beri bu konuda yazıyorum. Özetle, en başından beri aslında Obama İsrail’in gücü ve bölgesel etkinliğini desteklemenin birinci kaygısı olduğunu ve söz sanatları bir yana, arada birkaç güzel söz söylemenin ötesinde Filistinliler ile ‘haklarının’ kendisi için daha önemsiz olduğunu açıkça ortaya koydu. İsrail’in ‘Kurşun Dökme Harekâtı’ Obama’nın yemin töreninden hemen sonra olacak şekilde dikkatlice planlanmıştı. Bu da ona, “yalnızca bir tek başkan” olduğu gerekçesiyle, gözünün önünde Gazze’de öldürülen yüzler değil, İsrail’in Sderot kasabasında saldırı altındaki çocukların görüntülerinden duyduğu acıyı yinelemekten başka hiçbir yorum yapamayacağını söylemesini sağladı. Harekat bittiği sırada görevine başladığında, konumu olağan biçimde, “suçlular için güvenli bir duruş gibi geçmişe değil geleceğe bakmalıyız” olmuştu. 2011’de İsrail’in yerleşimlerini genişletmesine karşı ABD’nin resmi yaptırımını isteyen BM Güvenlik Konseyi kararını veto edecek kadar ileri gitti; kuşkusuz konu yasa dışı yerleşimlerle ilgiliydi, bir başka suç olan yerleşimlerin genişlemesi değil. İsrail’e hareketsiz bir muhalefeti seslendirirken, bu konularda hiçbir şey yapmayacağını ortaya koyuyor ve sonuçta bu harekâtları yetkilendirir biçimde ABD’nin tam askeri, ekonomik ve diplomatik desteğini de sürdürüyordu. Önceki başkanlar en azından küçük de olsa bazı adımlar atıyordu. Şu anda pek de muhtemel görülmeyen güçlü ulusal ve uluslararası baskılar olmaksızın bir değişim beklemek için hiçbir sebep yok.
ABD Dışişleri eski Bakanı Condoleezza Rice’ın hatıratında en dikkat çeken hususlardan biri Arap Baharı ile ilgili olanıydı. Daha önce bir çok kez ifade edildiği gibi, Rice da Arap Baharı’nın, Bush’un 11 Eylül saldırılarının ardından uyarladığı ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ olarak bilinen Ortadoğu’ya demokrasi getirme ajandasının bir sonucu olarak ortaya çıktığını yazdı. Katılıyor musunuz bu yaklaşıma?
Saçmalık. Bush’un ‘demokrasi ajandası’, Irak’ın işgali sonrası tartışmalarla ortaya çıkmıştı ve 2003 sonlarına doğru sona erdi. Her şeyden önce anlamsız bir nakarat bu. 2006 yılında Arap Dünyası’nda(Filistin) yapılan ilk serbest seçimlerin ardından demokrasiyi destekleme şansı varken, Bush hiç vakit kaybetmeden Filistinlileri ağır yaptırımlar uygulayarak yanlış tarafı seçtikleri için cezalandırma yolunu seçti ve seçilmiş hükümeti askeri darbe planları yaparak devirmeye çalıştı. Bir kaç yıl önce “Failed States” ve daha sonra “Hopes and Prospects” adlı kitaplarımda da, düzenli makalelerimde de yazdım bunları. Yazmaya devam da ediyorum.
Wikileaks belgelerinde ortaya saçılan bilgilerin, örneğin, Tunus’taki isyanları tetiklediği iddialarına ne diyorsunuz?
Az da olsa bir etkisi olmuş olabilir ama daha fazla değil. Herşeyden evvel belgeler Washington’un tüm bu diktatörler tarafından işlenen suçları bildiğini ama sessiz kaldığını gösteriyor. Paris’te aynı şekilde. Ölçü budur.
Ancak bazı Cumhuriyetçiler, Büyükelçi Francis J. Ricciardone’in Ankara’ya atanmasını Mısır’da Büyükelçi olarak bulunduğu dönemde Demokrasinin geliştirilmesinde yeterince başarılı olamadığı için engellemeye çalıştılar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
Komik bile değil. Demokrasiyi hiç sevmez onlar. Türkiye aslında harika bir örnek. Türk Hükümeti, halkının büyük çoğunluğunun kanaatini takip ederek 2003’te Bush’un Irak’a müdahalesine karşı çıktı. Bushçular bu yüzden Türkiye’yi acı bir şekilde kınayarak, Türk ordusunu Hükümete Washington’un taleplerinin gerçekleştirilmesi konusunda baskı yapmadığı için fena halde haşladılar. En mütecaviz olan da demokrasi promosyonunu pragmatik sınırlarda tutan dönemin Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’di. Tam bir skandaldır.
Ancak, ABD’nin demokrasi ve liberal değerlerin önünü açma çabalarını sadece 11 Eylül sonrası ortaya çıkan güvenlik nedenlerine değil, aynı zamanda ekonomik nedenlere bağlayanlar da var. Buna ne diyorsunuz?
ABD Ortadoğu’da çok belirgin nedenlerden ötürü demokrasinin ve liberal değerlerin gelişmesine karşıdır. Washington’un en son isteyeceği şey Hükümetlerin halkın sesine kulak vermesidir. Araştırmalar bunu söylüyor.