AA muhabirinin
Türkiye'nin
AB sürecine ilişkin sorularını yanıtlayan AB Uzmanı ve
Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Can Baydarol,
Sarkozy'nun Türkiye'ye dönük tavrında bir "U dönüşü" yapmasını beklemediğini söyledi.
Sarkozy'nin stratejisinin Türkiye'yi tam üyelikten dışarıda tutmak değil, bu süreci geciktirmek ve 2020'li yıllara doğru taşımak üzerine kurulu olduğunu düşündüğünü ifade eden Baydarol, bununla birlikte Sarkozy'nin bu girişimlerine karşılık, geçmişte Türkiye'ye sert eleştirilerde bulunan Almanya'daki Merkel hükümeti de dahil olmak üzere AB'nin diğer isimlerinden, Türkiye ile tam üyelik sürecinin devam ettiğine yönelik açıklamalar geldiğine işaret etti.
Baydarol, Sarkozy'nin, sürecin "tek belirleyicisi" olmadığını ve olamayacağını vurgulayarak, onun, Türkiye konusunu bu şekilde tartışmaya devam etmesi halinde sürecin belki geciktirilebileceği, ancak bunun AB'yi de çok ciddi
krizlere sürükleyeceği görüşünü dile getirdi.
Sarkozy'nun önerisi olan
Akdeniz Birliği projesinin de Türkiye'nin asla kabul edebileceği bir şey olmadığını ifade eden Baydarol, bunun, meseleyi özünden saptıran bir yaklaşımdan öteye geçmez bir durum olduğunu ifade etti.
Baydarol, Türkiye'nin AB'ye katılma talebinin iktisadi bütünleşmenin ötesinde siyasi bir talep, yani
Avrupa egemenlik sahasında mutlak surette yer almak istemesi olduğuna işaret ederek, "Bu olayı farklı bir merkezde algılamak, bence sorunun adını yanlış koymak anlamına geliyor" ifadesini kullandı.
Can Baydarol, Türkiye'nin 1963 tarihli
Ankara Anlaşmasında elde ettiği
ortaklık ilişkisini daha geriye götürecek herhangi bir statüye asla razı olmayacağını, olmasını beklemenin de bir anlamda "hayalcilik" olduğunu belirtti.
AA'ya konuşan
ODTÜ Avrupa Çalışmaları Merkezi Müdürü Prof.Dr. Atilla Eralp de, Sarkozy'nin Türkiye ile ilgili söylediklerinin "kolay şeyler" olmadığını ifade ederek, Türkiye ile müzakerelerin durdurulması ya da Akdeniz Birliği türünden farklı modellerin geliştirilmesi için oy birliği gerektiğine dikkati çekti.
"Bunların, Sarkozy'nin demesiyle olacak işler olmadığını" kaydeden Prof.Dr. Eralp, burada ciddi hukuki süreçler bulunduğunu, Sarkozy'nin önerdiği tipte değişikliklerin hayata geçirilebilmesinin çok ciddi birliktelikleri gerektirdiğini söyledi.
Prof.Dr. Eralp, Akdeniz Birliği fikrinin "içi boş" bir proje olduğunu, Türkiye'nin Akdeniz'de etkili olmasının ancak AB'ye üyeliğiyle mümkün olduğunu, dolayısıyla böyle bir projeye sıcak bakmayacağını kaydetti.
-TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİK SÜRECİ YAVAŞLADI MI-
Türkiye'nin AB üyelik sürecinin gidişatına ilişkin de yorumlarda bulunan AB uzmanlarından Can Baydarol, 2007 yılını Türkiye-
AB ilişkileri açısından "kayıp yıl" olarak değerlendirirken, Prof.Dr. Eralp de, AB'nin Türkiye'yi de içine alan genişleme sürecinin, kurumsal meselenin çözülememesi nedeniyle sıkıntıya girdiği, bu nedenle Türkiye'nin AB sürecinin de "zamana bırakıldığı" görüşünü dile getirdi.
Baydarol, 2007 yılını bu süreçte "kayıp yıl" olarak değerlendirirken, bunun gerekçesini, Türk dış
politikası ve AB içinde, başta
Fransa olmak üzere meydana gelen gelişmeler olarak gösterdi.
"AB'yi tartışmanın bile Türkiye'deki siyasetçilerin hoşuna gitmediğini" savunan Baydarol, "Çünkü Türkiye'deki AB algılamasında AB'ye karşı duyulan güvensizlik, bir anlamda Türkiye'de bir AB alerjisi yarattı. İçinde AB geçen her şeye karşı Türk insanı tepki duymaya başladı. Dolayısıyla burada bir
psikolojik direnç var" diye konuştu.
Türkiye'deki
seçim atmosferi içinde şu anda öncelikli gündemin AB olmadığına dikkati çeken Baydarol, AB cephesine bakıldığında da, "Fransa'da Nicholas Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle birlikte ortaya çıkan bir Avrupa" olduğuna işaret etti.
Baydarol, AB'den şimdi bu "güvensizlik algılamasını" gidermeye yönelik açıklamalar geldiğini, Ankara'da toplanan AB Troykasında da bu yönde mesajların verilmesine özen gösterildiğini söyledi.
-"SÜREÇ ZAMANA BIRAKILDI"-
Prof.Dr. Eralp de, Türkiye'nin AB sürecinin yavaşladığına dikkati çekerken, bunun AB içindeki kurumsal meselelerin çözülememesi yüzünden sürecin de 2-3 yıllık bir zamana bırakılmasından kaynaklandığı görüşünü dile getirdi.
Avrupa'daki havanın, sadece Türkiye konusunda değil, genel anlamda 2004 yılından sonra, kendi içindeki tartışmalardan dolayı olumsuza döndüğüne işaret eden Prof.Dr. Eralp, bunun kurumsal meseleyi ve bu kapsamda anayasa konusunu uzun zamandır çözememelerinden kaynaklandığını savundu.
Her genişleme sürecinin, aynı zamanda bir kurumsal meseleyi de düzeltmeyi gerekli kıldığına işaret eden Prof.Dr. Eralp, "Bu sefer çok daha kapsamlı bir genişleme süreci olduğu için çok daha önemli bir kurumsal
düzenleme gerekiyordu, bunu yapamadılar. Büyük tıkanıklık oldu. Bu tıkanıklığa, genişleme konusunun halka yeteri kadar anlatılamaması da eklendi. Bu konu daha çok elitlerin bir projesi olarak kaldı" dedi.
Prof.Dr. Eralp, genişlemenin esasında AB'nin en başarılı politikası ve çok da önemli bir
dış politika aracı olduğu görüşünü dile getirerek, "Bu, uzun zaman böyle elitler arası bir ilişki içinde son derece başarılı ilerledi. Ama son 10 ülkenin olması, işin içine Türkiye'nin girmesi, işin daha kapsamlı bir noktaya gelmesi, kurumsal meseleyle birleşince büyük bir kriz doğdu" diye konuştu.
AB içindeki bu kurumsal tartışmaların, Türkiye'nin üyelik sürecinin ele alındığı bir döneme denk gelmesinin aslında "bir şanssızlık" olduğunu kaydeden Prof.Dr. Eralp, AB'nin, kendi içindeki kurumsal meselelerden dolayı gelecek 2 yılı kendi sorunlarını çözmeye ayırdığını ve "
Anayasa tartışması ve kurumsal meseleyi çözelim, ondan sonra genişlemeye eğilelim" gibi bir "zaman kazanma stratejisine" girdiğini belirtti.
Kıbrıs konusundaki "tıkanıklığın" da bir zaman kazanılmasını gerekli kıldığına dikkati çeken Prof.Dr.Eralp, hem Türkiye, hem de Rum kesiminde yakın dönemde seçimler yapılacağına işaret ederek, bu konunun da zamana bırakıldığını, "Tüm bunların zamana bırakılmasıyla Türkiye'nin AB süreci de zamana bırakılmış oldu. Böyle 2-3 yıllık zaman kazanıldı. Bu zaman içinde ne yapılacak hep birlikte göreceğiz" dedi.
Kurumsal meselenin halledilmesiyle birlikte, AB'nin genişleme siyasetine tekrar döneceğini tahmin ettiğini kaydeden Prof.Dr. Eralp, bu konjonktürü Türkiye'nin iyi değerlendirmesi gerektiğini, Türkiye'nin bu 2-3 yıllık zaman dilimini nasıl geçireceğinin çok önemli olduğunu belirtti.
AA