Irak'taki
bölgesel
yönetimin
Washington temsilcisi Kubad
Talabani, bir yıl önce sınırda 100 bin
Türk askeri beklerken, bugün
Türkiye ile Irak'taki bölgesel yönetimin ilişkilerinin
PKK'ya karşı bir “güvenlik kemeri” oluşturulması gibi önlemler sayesinde çok daha iyi bir konumda bulunduğunu söyledi.
Washington'daki düşünce kuruluşlarından Carnegie Endowment'ta “
Kürdistan Üzerine Çatışmayı Önleme” başlıklı bir
oturum düzenlendi ve bu oturumla aynı adı taşıyan bir
rapor kamuoyuna sunuldu.
Oturumda, Carnegie Endowment adına raporu hazırlayan Lehigh Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
Henri Barkey, Irak'taki bölgesel yönetimin Washington temsilcisi Talabani ve
Alman Marshall Fonu uzmanlarından Ian Lesser yer aldı.
İŞTE PKK'YA KARŞI ALINAN ÖNLEMLER
Kubad Talabani, bir yıl önce sınıra 100 bin Türk askeri yığılmışken, bugün Türkiye ile Irak'taki bölgesel yönetim ilişkilerinin çok daha iyi bir konumda olduğunu söyledi.
Talabani, bu değişimin nedeni olarak bölgesel yönetimin PKK
terör örgütü konusunda attığı adımlara işaret etti. PKK konusunda bölgesel yönetimin aldığı önlemlerin sorulması üzerine Talabani, atılan adımları şöyle sıraladı:
• Irak'ın kuzeyinden komşu bir ülkeye saldırı düzenlenmesine izin verilmeyeceği, bunun bölgesel yönetimin politikası olmadığı açıkça ortaya konuldu.
• PKK'nın bulunduğu
Kandil Dağı'nın etrafında bir güvenlik kemeri oluşturuldu.
• Bölgedeki havaalanlarının
terör örgütüne mensup kişilerce kullanımı engelleniyor.
• Bölgeye
cephane akışı engelleniyor.
• Türkiye ile bölgesel yönetim arasındaki
kontrol noktaları denetim altında tutuluyor.
Türkiye ile temasların devam ettiğini belirten Talabani, “Tam bir yıl önce, sınırda 100 bin Türk askeri bekliyordu. İlişkiler dar bir boğazdaydı. Neyse ki bugün çok daha iyi durumda. Temaslar devam ediyor. Hala gidecek çok yolumuz var. Ama ilişkiler daha iyi oldukça, Irak da daha huzur içinde olacak. Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetiminin iyi ilişkilere sahip olması, stratejik olarak ABD'nin çıkarına” dedi.
Talabani, ABD'nin Irak'a stratejik olarak yaklaşacağını umduklarını,
Kerkük başta olmak üzere, tartışmalı bölgelere ilişkin acilen çözüm bulunmasının ve
doğal kaynaklardan gelecek karın dengeli dağılımının önemli olduğunu söyledi.
PKK meselesinin onlarca yıla dayandığını söyleyen Talabani, bu meselenin sadece askeri olarak çözülemeyeceğini,
ekonomik ve siyasi unsurları da içeren kapsamlı bir çözüm gerektiğini belirtirken, “Zaten şimdi ABD ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi, hatta Türkiye, bu konuda daha çok yönlü bir strateji gerektiğini kabul ediyor” diye konuştu.
Terör örgütü PKK'nın Türk
toprakları içinde ve
İran sınırında da bulunduğuna işaret eden, saldırıların bu bölgelerden de yapılabileceğini söyleyen Talabani, “Biz Kürdistan Bölgesel Yönetimi olarak, PKK'nın Türkiye'ye yönelik saldırılarını engellemek için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz ve yapacağız” dedi.
"ÖZEL TEMSİLCİ ZORUNLU"
Henri Barkey, raporunda da önerdiği gibi, toplantıdaki konuşmasında, Kerkük, Türkiye ile kuzey
Irak yönetimi arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi, Irak'ta federalizmin güçlendirilmesi, PKK'nın silahsızlandırılması gibi meselelerde, doğrudan ABD Başkanına veya
Amerikan Dışişleri Bakanına bağlı bir özel temsilci atanmasını savundu.
Barkey, bu kişinin, ABD'nin eski Başkanı Bill
Clinton döneminde
Orta Doğu koordinatörü olarak görev yapmış olan Dennis Ross olabileceğini de söyledi. ABD'de
siyaset üreticilerine bölgeyle ilgili tavsiyelerde bulunan Barkey, öncelikli meselenin, Kerkük'ü
patlama noktası olmaktan çıkarmak olduğunu kaydetti.
ABD'nin bölgeden ayrılırken en son görmek isteyeceği şeyin, Kerkük ve bölgesinde
kaos olduğunu belirten Barkey, Irak hükümeti, ABD ve BM tarafından bir formül geliştirilmezse, Kerkük'ün etnik patlamaya hazır konumunun süreceğini ifade etti. Şiddetin, Irak'ın başka bölgelerine de yayılabileceği uyarısı yapan Barkey, “Bu nedenle Kerkük, ABD'nin Irak'taki çıkarları için merkezi önemdedir” dedi.
Türkiye ile kuzey Irak yönetimi arasındaki ilişkileri geliştirmenin de önemli olduğunu belirten Barkey, son dönemde ilişkilerde olumlu bir dönüşün yaşandığını kaydetti. Türkiye'nin bu bölge için “
modern dünyaya açılan kapı” olduğunu ifade eden Barkey, Türkiye'nin ekonomik olarak daha gelişmiş olmasının, bunun en önemli nedenlerinden biri olduğunu söyledi.
PKK'yı silahsızlandırmanın da ABD'nin çıkarları açısından önemine işaret eden Barkey, bu meselenin çözümünde ABD'nin müdahil olmasını savundu.
“FEDERALİZM GÜÇLENDİRİLMELİ”
Irak'ta federalizmi güçlendirmeyi de ABD çıkarları bakımından önemli bir nokta olarak ortaya koyan Barkey, Iraklı
Kürtlerin zaten 1991'den bu yana bulundukları bölgeyi yönettiklerini kaydetti. Barkey, ABD'nin “kuzey Irak'ta federal ve meşru bir Kürt varlığı inşa ederken, bunu Irak'ın toprak bütünlüğü içinde yapacağını” ifade etti.
Barkey, Türkiye'nin “kendi Kürt problemini çözmede” ABD'nin de desteğinin gerektiğini savundu. Henri Barkey, ABD'nin yeni Başkanı Barack Obama'nın, bölgede yeni bir yaklaşıma sahip olduğunu ve bu çerçevede Türkiye, İran ve Suriye'ye, bu ülkelerdeki Kürt milliyetçiliğini desteklemediği mesajını iyi vermesi gerektiğini kaydetti.
Henri Barkey, Türk-Amerikan ilişkilerinde Irak savaşıyla yaşanan sıkıntılara ilişkin bir soruyu yanıtlarken,
Süleymaniye olayına da değindi ve “Amerikan askerleri Türk askerlerine
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide muamelesi gösterdi” dedi.
IAN LESSER: DAVOS'TA OLANLAR KALICI DEĞİL
Toplantıda konuşan Alman Marshall Fonu uzmanlarından Ian Lesser ise Türkiye'de ekonomik krizin etkisinin hissedilmeye başladığını, bu nedenle de Orta Doğu pazarlarının eskiden olduğundan daha önemli konuma geldiğini savundu.
Lesser, Türkiye'de Batının amaçlarına ilişkin şüphelerin varlığına işaret etti ve aynı şüphelerin Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetime karşı bulunduğunu da öne sürdü. Ian Lesser, ABD'nin Türk topraklarında ayrılıkçılığı desteklemediğini vurguladı.
Bir soru üzerine, Davos'ta olanlar için “Kalıcı bir mesele değil” değerlendirmesini yapan Lesser, dış politikada kişiliklerin de önemli rol oynadığının görüldüğünü söyledi.
Lesser,
AK Parti yönetiminde Orta Doğu'nun, Türk dış politikasının giderek artan bir parçası olduğunu, ancak buradaki itici gücün “İslamcılık değil, ulusal çıkarlara yönelik algılama” olduğu görüşünü dile getirdi.