Kimimiz mesainin bitişini beklediğimiz işyerlerimizde öğrendik. Kimimiz bir lisenin öğrenci yurdunda
akşam yemeği vaktinin gelmesini beklerken şok dalgası halinde yayılan haberleri duyduk. Kimimizse çalıştığımız gazetede ertesi günün gazetesini baskıya yetiştirmek üzere son düzeltmelerle uğraşıyorduk. Ama televizyonlardan veya radyolardan
ABD'de kaçırılan bir uçağın 'İkiz Kuleler' diye bilinen Dünya
Ticaret Merkezi (DTM) binalarının birine çarptığını, bir diğerinin
Pentagon'a yöneldiğini duyduğumuzda, ilerleyen dakikalarda İkiz Kuleler'in diğerine çarpan bir uçağın görüntülerini hemen hemen eşzamanlı izlediğimizde muhtemelen hepimiz aynı şeyi düşündük: "Bundan sonra hiçbir şey aynı olmayacak!"
İlk saatlerde gelen bilgiler o kadar karmaşık, o kadar tutarsızdı ki, kaçırılan
uçakların kaç tane olduğu, hepsinin
sivil olup olmadığı bile net değildi. Olayların arkasında kimin olabileceğini tahmin edebilmekse imkânsızdı. O ilk heyecan dalgasını tanımlamaya çalışmak da beyhude bir çaba... Kimisi ABD'nin yıkılışının ilk adımı olarak gördüğü saldırıları coşkuyla karşılarken basireti daha açık olanları çorabın kimin başına örüleceğini endişeyle beklemeye başladılar.
11
Eylül 2001 sabahında ABD içinde
seyahat etmek üzere havalanan dört sivil ticari uçaktan iki tanesi DTM binalarına çarpmış, bir diğeri Pentagon diye bilinen Virginia'daki ABD
Savunma Bakanlığı binasına düşmüş, dördüncü uçaksa Pennsylvania'da yere çakılmıştı. Daha sonra, son uçağın
teröristlerin başka bir yere zarar vermesini istemeyen uçak yolcuları tarafından ele geçirilip düşürüldüğü iddia edilmişti. İki uçağın çarptığı DTM binaları cayır cayır yandıktan sonra toplam 102 dakika sonunda çökmüştü. Bütün bu saldırılar sonucunda uçaklarda bulunan ve binalardakilerin çoğunluğu teşkil ettiği 3 bin kadar insan ölmüş ve 6.000'den fazlası yaralanmıştı. Belki daha önemlisi, kendini kendi kıtasında dokunulmaz vehmeden ABD'nin milli onuru ve güvenlik inancı örselenmiş, bu ise dünyanın kalanının bu güvensizlik ve belirsizlikten nasibini alacağı bir
kaos çağının kapısını açmıştı.
Saldırıların tozu toprağı daha yere inmemişken Üsame bin Ladin isimli bir Suudi
Arabistan vatandaşının liderliğini yaptığı
terörist grup '
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide' saldırıların faili olarak nazara verildi.
İslam adına mücadele ettiğini iddia eden bu
örgüt,
11 Eylül saldırılarından sonra da Londra'da, Madrid'de,
İstanbul-'da ve başka yerlerde benzer sansasyonel eylemler tertip ederek bütün dünyada İslam ve terör kelimelerinin ayrılmaz ikililer gibi zihinlerde yer etmesine sebep olup bütün Müslümanların yüzünü yere baktırdı.
11 Eylül'ün yıkımdan sonraki asıl etkileri, dönemin ABD Başkanı George
Bush hükümetinin
ülke içinde ve dünyada yürüttüğü
politika ile başladı. İç güvenlik kaygılarının paranoya seviyesine vardığı ABD'de hızlı bir şekilde "
Ulusal Güvenlik Bakanlığı" adıyla yeni bir
bakanlık kuruldu. Eşzamanlı olarak hızla kabul edilen "Vatanseverlik Yasası" güvenlik birimlerine finansal
özgürlükler ve
iletişim özgürlüğü başta olmak üzere her türlü özgürlük ve mahremiyeti sınırlayabilme yetkisi verdi. Bu uygulamaların elbette birinci dereceden muhatabı 11 Eylül saldırılarından sonra "olağan şüpheliler" haline gelen
Ortadoğu kökenliler ve Müslümanlar oldu. Bunlardan daha vahimi, teröre karşı küresel savaş ilan eden George W.Bush'un sloganının "Ya bizdensiniz ya onlardan" olmasıydı. Üzerinden on sene geçtikten sonra geriye bakınca ABD'nin El Kaide'yi barındırdığı gerekçesiyle saldırıların üzerinden bir ay bile geçmeden
Afganistan'ı işgal etmiş olması, yıllardan beri analistler tarafından, "Acaba başka hesaplar mı vardı?" sorularıyla değerlendiriliyor.
Afganistan'la sınırlı kalmayan "teröre karşı savaş"
hedef tahtasına bu sefer de
Irak'ı oturttu ve "kitle
imha yalanlarıyla" 2003 yılında işgal edilen Irak'ta kimine göre 100 bin, kimine göre 1 milyon insan hayatını kaybetti. ABD'nin denizaşırı operasyonları Afganistan ve Irak işgalleriyle sınırlı kalmadı. Dünyanın
Kenya, Afganistan,
Nijer,
Yemen gibi farklı birçok ülkesinde terör şüphesiyle CIA tarafından gözaltına alınan insanlar Guantanamo başta olmak üzere CIA'in
sorgulama merkezlerinde
mahkeme edilmeksizin alıkoyuldular. Hatta bir dönem Türkiye'nin de bu sorgulamalara ev sahipliği yaptığı, kanunsuz bir şekilde gözaltına alınanların ülkeler arası transferinde
köprü vazifesi gördüğü iddiaları da dillendirildi. Bunun ötesinde Batılı ülkelerin istihbarat örgütlerine ulaştırılan terör listeleri sebebiyle
İngiltere,
Danimarka gibi ülkeler kendi vatandaşları olan pek çok insanı
mağdur ettiler.
On sene sonra yapılan değerlendirmeler, saldırıların Müslümanlara yıllardır silmek için uğraştıkları büyük zararlar verdiği aynı zamanda "terörle savaş" adı altında başlatılan işgallerin terörizmi azaltmak bir yana artırdığı noktasında birleşiyor.
Ahmet Celiloğlu - Zaman